Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mayıs '18

 
Kategori
Edebiyat
 

Çapulcu Manyak-2

Çapulcu Manyak-2
 

Yerdeki halıya ilişiyor gözlerim. Birçok yeri lekeli. Geometrik şekilli, biraz solmuş da olsa renklerin nerdeyse hepsi var. Kenarlarındaki püsküllerin yarısı kopmuş. Sağ ayağımla bir tekme atıyorum püsküllere, bir tutam daha kopuyor. Daha önceki kopmaların da sebebi bu olabilir mi? Dışarıdan gelen bir ses duyuyorum, camın yanına gidip perdeyi açıyorum.
 
Kimsecikler görünmüyor. Sokak lambası ortalığı gündüz gibi aydınlatıyor. Karşıda 3-5 katlı apartmanlar var. Bazılarının giriş kapılarında ışık yanıyor. Işığı yanan daire ise hiç yok. Sokağa derin bir sessizlik hakim; sanki hiç yaşam belirtisi yok gibi. Buraya “Ölüler Sokağı” adı verilse, çok yakışır.  Sessizlikten korkuyorum, az önce de sesten korkmuştum. Korkmadığım ne var ki? Her şeyden korkuyorum; hatta kendimden. 
 
O ne! Hani sokakta kimse yoktu, oysa şimdi uzun boylu, siyah saçlı, kolunda siyah bir çanta, ayağında bir karış boyunda topuklu ayakkabı,  üzerinde fosfor yeşili elbise, seksapel bir kadın kırım kırım kırıtarak kaldırımda yürüyor. Ayakkabılarından çıkan “Tok, tok, tok...” sesleri bana kadar geliyor. Gecenin ilerlemiş saatinde  bu ne cesaret! Tek başına. Yok değilmiş, arkasından iki adam geliyor; birinin üzerinde ceket diğerinde sadece gömlek var. İkisi de ayakkabılarının arkasına basmış, ayaklarını sürükleyerek yürümelerinden belli. Ağızlarının şapırtısını, ben ta buradan duyabiliyorum. Kadın durdu, adamlar da. İki taraf da yürüyüş mesafesini korudu. Kadın elindeki çantayı adamlardan tarafa attı, aslında kızgınlıkla fırlattı. Küfür de etmiştir, ağzı ve yüzü bu izlenimi bırakıyor. Kadın üzerindeki birer birer çıkarıyor; üryan kaldı. Eski yunan tanrıçalarınınkine benzeyen bir vücudu var. Tam sokak lambasının altında olduğu için en ince ayrıntısına kadar görülebiliyor. Adamlar da oldukları yerde üzerlerindeki giysileri çıkarmaya başladılar. Kadın, şuh bir kahkaha attı. İşte burada film koptu, bir de baktım ki ne kadın var ne de adamlar. Nereye gittiler, hiç yok muydular zaten? Nasıl olmazlar, ben az önce hepsini gördüm.
 
Perdeyi kapattım, duvarları sayıyorum: İlki üç,  sonraki beş, tekrar üç, sonraki dört... Masamın üzerindeki kalem kutusunu karıştırıyorum, keçe uçlu bir kalem arıyorum. Buldum, rengi kırmızı ama olsun; aslında diğer renklerden daha çok işime yarar. Kalemle duvarlara numara yazıyorum: En son yazdığım rakam beş, önceki üç, dört, beş, dört...  Duvarlar kıpkırmızı.
 
Pencerenin yanındayım, perdeyi açıyorum. Sokak lambası yanmıyor, ortalık günlük güneşlik. Güneş karşıdaki apartmanların boyunu geçmiş. Sokak insan ve otomobil dolu. Onlarca, belki de yüzlerce insan ve otomobil olmasına karşılık sessizlik hükmünü sürdürüyor; bunların hepsi ölü olmalı. Ama ölüyseler nasıl hareket ediyorlar, diye de sormadan edemiyorum. İyisi mi kapatayım perdeyi.
 
Bilgisayar çalışmaya başladı, kendiliğinden. Sandalyenin üzerine, yere düşmüş olan minderi alıp koydum, oturdum. Klavyenin tuşlarına basıyorum, basıyorum, basıyorum. Işık var görüntü yok. Bozuldu mu? Dert değil, bozulursa bozulsun! İşte görüntü de geldi, kocaman harflerle “Google” yazıyor. Ekranın sağ alt köşesindeki saate bakıyorum: 03.26. Hani az önce sokakta gündüz vardı? Tekrar camdan bakmaya karar verdim.
 
Şimdiki görüntü gece. Sokak gene ıssız ve sessiz. Karanlık kaçak güreşen bir sporcu gibi saklanmış bir yerlere. Sokak lambası siyahı kovalamış, o da pusuya yatmış bekliyor, ya lâmba kırılsın ya da elektrikler kesilsin diye. Yok yok, benimle alay ediliyor; dakikalar içinde geceden gündüze, gündüzden geceye geçişin başka bir izahı var mı?
Devam edecek...
 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..