- Kategori
- Aile
Çatışma - Çocukluk Travmaları
Birbirine âşık olarak evlenen, birbirini beğenen bazı çiftler evlendikten kısa bir zaman sonra kendilerini nedeni bilinmez bir mücadelenin içinde bulurlar. Terapiye geldiklerinde hayat arkadaşlarına karşı yaşadıkları şoku anlatacak kelime bulamazlar:
“İnanmıyorum, bir insan da bu kadar değişir mi? Eşimi, artık tanıyamıyorum. Sanki o insan gitmiş, yerine bir başkası gelmiş gibidir.” Veya “Aldatıldım, bana gerçek yüzünü göstermedi, ne kadar da safmışım”, şeklinde duygularını dile getirmeye çalışırlar.
Eğer bu sözler ve bu ruh hali size de yakın geliyorsa muhtemelen bu danışanım gibi sizin veya eşinizin de “derin çocukluk travmaları” vardır. Ve yine büyük bir olasılıkla eşinizi de bu travmaların etkisi ile seçmişsinizdir.
Nasıl mı?
H. Hendrix’in “Imago Kuramı”’na göre insanlar, eş seçerken, çocuklukta kendilerine bakan ebeveynlerinin ‘baskın olumsuz kişilik özelliklerini taşıyan eş adaylarına ilgi duyarlar. Örneğin “eleştiren, suçlayan bir iletişim dili olan babaların kızları, eşlerini eleştirici ve suçlayıcı erkeklerden seçebiliyor. Narsist bir babanın kızı yine narsist bir erkekle evlenebiliyor”. Despot ve soğuk bir annenin oğlu yine aynı özellikleri taşıyan bir kıza âşık olabiliyor.
Neden mi? Çünkü çocuklukta ebeveynler tarafından karşılanamayan/doyurulmayan psikolojik ihtiyaçlar veya yakın çevrenin çocuğa yaşattığı ağır psikolojik ve fiziksel travmalar, çocuğun ruhunda yaralar açar. Bunlara karşı çaresiz olan çocuk, zamanı geldiğinde açmak üzere yaralarını bilinçaltında saklar.
Kişi; eş adayları içinden birini seçerken bilinçaltı, sakladığı ve aynı zamanda onun geçmiş yaralarını kanatacak, yarım kalan hesabını tamamlattıracak adayları daha çekici gösterir. Kişinin ruhuna daha yakın gelir. Bu yakınlık kişiyi âşık olmaya kadar götürür.
Evleninceye kadar bilinçaltında saklanan bu travma yaraları, yarım kalan duygular, evlendikten kısa bir zaman sonra ortaya çıkar. O ana kadar eşinin iyi özelliklerine odaklanan kişi, yavaş yavaş ebeveynine ait olumsuz kişilik özelliklerini eşinde görmeye başlar.
Karşısındaki kişi sanki eşi değil de, ona o travmayı yaşatan “zalim” rolündeki kişidir. Kendisi bu kez, “zalim” rolüne geçer, “kurban” da eşidir. Bu süreçte ihmal edilme, eleştirme, suçlanma, değersiz görülme gibi duygular yeniden alevlenir.
İşte burada evlilik hayatı çözümlenmesi gereken çocukluk travmalarının, deneyimlerinin bir aktarım alanı olarak ortaya çıkar. Eşler arasında güç mücadelesi, değiştirme isteği, aşırı eleştiri alışkanlığı, hayal kırıklıkları, pişmanlıklar da bu aşamada yaşanır. Tabii ki çok mutsuz olurlar.
Onlara göre, bu mutsuzluğun da tek sebebi eşleridir. Bunun için de eşlerinin değişmesini isterler, kendilerinde kusur görmezler.
Bir taraftan da kalplerini kırdıkları, kendilerinden uzaklaştığını fark ettikleri eşlerinin sevgisini kazanmak isterler. Eşlerinin kendilerini ilişkilerinin romantik döneminde olduğu gibi sevmesi için taktikler geliştirirler. Çocuklukta anne-babalarına yaptıkları gibi, eşlerine karşı nazlanır, mesafeli durur, şefkat ve merhametlerini gösteremezler, hatta acı verirler ki, eşleri onlara geri gelsin, sevsin, sarsın, kalplerini kazansın.
Ama her zaman bu taktik işe yaramaz. Bu hareketleri, eşlerinin daha fazla onlardan uzaklaşmalarına neden olur. Artık o iki insan için bir arada durmak imkânsız hale gelmiştir. Aynı yerde olmamak, konuşmamak için kaçmaya başlarlar. Bu kaçış evliliğin bitmesine kadar gidebilir.
Not: Bir sonraki yazımda, bu durumdan çıkmanın çözüm yollarını yazacağım