Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ekim '21

 
Kategori
Felsefe
 

Cehennem ve Adalet

İnsanoğlunun, yazgısı gereği içine doğmak zorunda olduğu kültürün doğası ile içgüdüsel doğası arsında yaşanan gerilimde insan zihni sürekli hile üretir. 
 
Çünkü doğduğu ana kadar yaşadığı hayatı yok edip onu yepyeni bir hayatın içine sokmak için meydan okuyan bir güç vardır karşısında ve savaş hileden başka bir şey değildir.
 
Asıl ürpertici olan ise şudur. Başlaması mutlak olarak kaçınılmaz olan o ilk savaşla birlikte elimizde hayatın yalnızca adı kalır. 
 
Kendisi, ömrümüzü yiyip bitiren; sevdiklerimizi severken bile verdiğimiz bir savaşa dönüşür. 
 
Yaptığımızı sandığımız fedakarlıkların aslında kendimiz için yapılmış olduğunun bilincinde olmadan yaşanan, sırtımızdaki yükü fark etmeden ve fark ettirmeden başkalarına da pay etmek için kurduğumuz tuzaklardan ibarettir artık hayat.
 
Freud doğmadan 535 yıl önce ölen sezgi dâhisi Dante, “Cehennem bile adalet kadar aşkın eseridir.” Demek suretiyle dile getirir bu trajediyi. 
 
Kant da karamsardır. Tıpkı, çıkmazda olan insanları anlatan tragedyalardaki kahramanlar gibidir. 
 
Evet. Öyledir. Çünkü yapmakta kararlı olduğu şeyi kendisi için bir görev olarak kabul etmektedir. Üstelik Kant için görev, duygulara aşkın bir sorumluluktur.  
 
Sonunda, en inanılmaz olana yönelir. Tıpkı kendi yarattığı insanı yerden yere vurduğu halde yine de ondan vaz geçmeyen ve onları eğitmek için birbiri ardından peygamber gönderen Tanrı’nın yöntemine başvurur.  Olmamış olsa bile, var olduğu varsayılan Tanrı’ya ait bir dinin fahri peygamberi gibi bir takım yasalarla çıkar karşımıza.  
 
Kutsal kitabı ise ikinci kritiğidir. Tek şartı vardır. Hayata geçirildikten sonra dünyadaki şartlar ne kadar değişirse değişsin, sadece akıl ve bilimin yöntemleriyle kıyamete kadar güncellenecek olan yasalara, insanların duyguları ve mizaçları gereği değil, görev bilinciyle uymalarıdır. Çünkü duygular değişebilir, çelişip çatışabilirler. Ancak görev bilinci hiçbir zaman çatışmaz.
 
Bu arada ikinci inanılmaz da gerçekleşir ve Kant’tan elli iki yıl sonra doğan Freud, Kant’a sahip çıkar ve onu doğrular. 
 
Elbette Lacan da boş durmayacak, her zaman kullandığı sivri dili ve densizliğiyle ortaya çıkıp, gerçeği hiç yumuşatmadan pat diye yüzümüze çarpacaktır. Ona göre, Kant’ın kritiğinin hakikati Maquis de Sade’da bulunmaktadır. Zira Sade, felsefeyi yatak odasına sokmuş ve konuyu kapatmıştır.  
 
Öldükten sonra felsefi âlemde arkasından esecek sert rüzgârları göğüsleyecek olan mezar taşına: 
 
“Üzerinde düşündükçe iki şey ruhumu daima yeni ve giderek artan bir hayranlık ve saygı ile dolduruyor. Üstümdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki Ahlak Yasası.” 
 
Diye yazılmasını vasiyet edecek kadar varlığını, Adalet, özgürlük ve ahlak kavramlarının hayata geçirilmesine adamış bir kişidir Kant. 
 
İnsanın; ancak yaşadığı toplum içinde ahlaki yasalara uyma konusunda sergileyeceği irade oranında özgürleşeceğine olan inancını göğsünde taşırken öldüğünü belirterek, anlatı şeklinde, sizi terimlerde boğmadan ve ayrıntıya mümkün olduğunca girmeden yazdığım yazıyı müsaadenizle bitirmek istiyorum. 
 
Ahmet Güreşçioğlu
 
Toplam blog
: 164
: 710
Kayıt tarihi
: 13.09.06
 
 

1956 yılında doğmuşum. Tanrı Bilimi Eğitimi aldım. 78 kuşağından olmanın verdiği şevkle olsa gerek;..