Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ağustos '19

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Cennet’te Cinnet!

Cennette cinnet geçirilir mi acaba? Dikkat ederseniz, cennetin varlığını yokluğunu,  bu dünyada mı öte dünyada mı onu bile sorgulamıyorum. Merak ettiğim acaba orada cinnet geçirip geçiremeyecek oluşumuz. Acaba cinnet geçirilemeyen yegâne yer olma ihtimâli olduğu için mi orası cennet? Niye o ihtimal yok peki, orada size “cinnet geçirtecek” cinler olmadığı için mi?

Cinnet getirmek mi”, “cinnet geçirmek” mi? Sahi siz hangi yardımcı filli kullanıyorsunuz? Ben “geçiricilerdenim”, cinnetin getirilip götürülen bir şey olma fikri pek aklıma yatmıyor. “Güle güle gidiniz Cinnet Bey, mümkünse bir daha semtime uğramayınız” der gibi uğurlamak, refakat eder gibi “geçirmek” de değil kastettiğim. Felç, grip, kalp krizi, nöbet gibi bir hastalığa yakalanma süreci ile ilgili olduğunu düşündüğümden, geçirilen bir şey gibi geliyor cinnet bana. Cinnet; kişinin aklını anlık olarak kaybetmesi anlamına gelir. Sonrasında normale dönme şansınızın bulunduğu, olağandışı bir duygu durum bozukluğu yaşıyorsunuz, bir süreliğine aklınız mantığınız uçup gidiyor. O yüzden cinnet geçirilen bir şey, hep orada kalınmıyor, geçerken uğruyor sonra da geçip gidiyor. En azından bana doğrusu bu söyleyiş gibi geliyor. Yok, siz “getirilen” bir şey olduğuna inanıyorsanız, nereden getirilip nereye götürüldüğünü de bir zahmet sizden dinleyelim. Çok uzun zamandır benim için güvenilir kaynak olmasa da TDK bu konuda iki kullanımı da doğru sayıyor;

Cinnet geçirmek: delirmek, aklını kaçırmak

Cinnet getirmek: bir an için delilik belirtisi gösterme

Yani dil kurumuna göre biri kalıcı, diğeri geçici akıl kaybı. Benimse bu ayrım ve iki farklı söyleyişin de doğru olduğu düşüncesi aklıma yatmıyor. “Cinnet getirmek” ve “cinnet geçirmek” arasında az da olsa anlam farkı olduğuna inananlara hiç katılamıyorum.  Bu tanımlamalara göre adamcağız aniden delirmiş, etrafına zarar vermiş sonra pişman olmuş ise buna “cinnet getirdi”, delirdiği gibi kalmış ise buna “cinnet geçirdi” diyeceğiz? Benim diyen psikiyatrın bile daha olayın nedenini, kavrayamadığı, mahkemelerin aylarca yıllarca işin içinden çıkmaya çalıştığı durumda, olayı sıcağı sıcağına duyan haberci teşhisini koyup başlığı atmış bile, “Komutanına kızan asker cinnet getirdi!”, “Cinnet geçiren damat kaynanasını balkondan attı!” Bu ve benzer haberlerde zanlıların akıl sağlığındaki hasarın kalıcı mı, geçici mi olduğunu anlamamız mümkün mü? Durum tespitini neye göre yapacağız?  Cinnet geçirirseniz aklınızı tamamen kaçırmış oluyor,  sürekli o hâl içinde kalıyormuşsunuz güya, “cinnet getirirseniz” ise bunu geçici bir süre yaşıyor sonra normalleşebiliyormuşsunuz. Yok, bu açıklama hiç mantıklı gelmiyor bana… Bu cinneti biz getirirsek geri gidiyor ama geçirirsek yapışıp kalıyor öyle mi? Üstüme iyilik sağlık! İlerde torunlarıma anlatıyormuşum; “Ahh siz bilmezsiniz çocuklar o zamanlar hayat zor, ne çok cinnet getirip götürdüğümü bir ben bilirim bir de Allah!”  Öyle ya, getiriyorsak götürebilmeliyiz bu cinnetleri. Torunlarımla sohbet edecek yaşa gelmişsem “getirdiğim” cinnetlerin sayısı götürdüklerimden az olmalı…

Dolayısı ile cinnet getirmek ve geçirmek arasında sözü edilen farkı peşinen reddediyorum. Nur içinde yatsın Hakkı Devrim merhum bile eski yazılarından birinde “cinnet getirmek” kullanımının doğru olduğunu,. kanaat getirmek, nedamet getirmek gibi bir kullanımı olduğunu yazmış. Ona göre de “cinnet getirmek” kullanımı doğru imiş.. Mandıra Filozofu gibi oldum ama bu defa Hakkı Devrim’e de katılamıyorum. Onun saydığı haller durumla ilgili, burada ise geçirilen bir tür hastalık halinden bahsediyoruz. “Felç getirdim, kriz getirdim” demiyorsak, “cinnet getirdi” de dememeliyiz diye düşünüyorum. İster atlatmış ister atlatamamış olalım hastalıkları “getirmeyiz” “geçiririz”…

Kelimenin etimolojisine bakarsak meseleyi daha kolay kavrayabiliriz belki. Şimdi efendim, yazının başında sorduğum soru aslında kasıtlıydı. Zirâ, cennet ve cinnetin birbiri ile yakın ilişkisi var. -Cenin’in, -ce(i)nâze ‘nin de… Kökleri Aramiceye kadar uzanan Arapça bir kelime –cinna, -canna; kutsal kitaplarda adı geçen “bahçe” den, Arami/Süryanice –ganna veya – gannta , “koruma, kapatma, etrafını çevirme” kökünden türetilmiş. (Akatça –gananu; korumak, etrafını çevirmek fiili ile eş kökenli). Hani bizim ismi lâzım değil “üç harfliler” diye andıklarımız aslında Arapça –cinn’den geliyor; bu da gece karanlığı, bir tür görünmez varlık anlamına geliyor. Aramice –genya, -gyn de, görünmez varlık, çitle çevirme, gizleme, kapatma anlamlarında kullanılmış. Arapça –cunûn’, gizleme, saklama, örtme kelimesinden türetilmiş, ayrıca cinnet, delilik, delirme, çıldırma hâli demek. Erken bunama için eskiler “cünûn-ı şebab” diyorlardı. -Cunûn’un diğer anlamı ise dış dünyayı teması kesecek şekilse cezbeye kapılmak. ''Tecennün'' cinlenmek,  çıldırmak anlamına geliyor. Cinnet geçiren kişinin sanki aklı örtülüyor. –Cin’in;  “insanlarda deliliğe neden olan görünmez varlık” olarak anıldığı, yazılı en eski kaynaklardan biri Memlûk Kıpçakçasının önemli dil yadigârlarından İrşâdü'l-Mülûk ve's-Selâtîn. Türkçe’ye aşağı yukarı  “Melik ve Sultanlara Doğru Yolu Gösterme” gibi çevirebilleceğimiz bu eserde , “bilmes men Nebi' Aleyhi's-selam Adam oglı mu turur ya cin mü turur tip kafir bolur” ifadesi ile cinlerden bahsediliyor. İslâm hukukunda, cünûn (cinnet) hali, önemli bir yer tutar. Fıkıhta cunûn hali, kişinin kendi elinde olmayan: bunaklık, delilik, unutkanlık gibi kusurları ve cehalet, sarhoşluk gibi insanın kendi elinde olan kusurları olmak üzere ikiye ayrılıyor.  İlk gruba girenler Cünûn-ı mutbık: kesilmeksizin sürüp giden akil hastalığı ve Cünûn-ı gayr-ı mutbık sürekliliği olmayan akıl hastalığı olarak sınıflandırılıyor. “Cinnet; aklı örten, sağlam idraki yok eden bir hastalıktır. Cinnet, atehle de alâkalıdır. Ateh; aklı örten ve sağlam idrake engel olan bir hastalıktır. Bu hastalığa tutulan Ma'tûh, temyiz gücüne sahip değilse, mecnûn hükmündedir” diyor fıkıh kitapları… İster “geçirilsin” ister “getirilsin”, adamı “cin çarpmış” gibi yapıyor bu cinnet anlayacağınız.

Dünya her geçen gün tımarhaneye daha çok benzerken, akl-ı seliminizi nasıl muhafaza edeceksiniz bilemem. Aşk ise tüm mazeretiniz, cinnet ayağına geçmeden cezbe hâli hoş, hele Leylâ’yı ararken Mevlâ’yı bulan mecnunlardan olursanız. . Ne güzel söylemiş Yaşar Nezihe Hanım; “Mecnun isen ey dil sana leylâ mı bulunmaz…” Amak-ı Hayal’de ne diyorduFilibeli Ahmed Hilmi, “Cünûn Vadisi adında herhangi bir yer yoktur. Dünyanın her tarafında Cünûn vadisi bulunabilir…Mekânsız olan iki yer var ki, meskendir, biri vadi-i hayret, birisi şehr-i cünûn”. Siz en iyisi mi cinnet denen illeti, ne getirin, ne götürün, ne de geçirin buralardan… Cinleriniz başınıza üşüşmesin, getirip, götürmeniz zor olur.

 

 
Toplam blog
: 96
: 1137
Kayıt tarihi
: 28.03.07
 
 

 Hacettepe Üniversitesi mezunu, nörobilimden psikolojiye disiplinlerarası eğitime hevesli bir Türko..