Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '21

 
Kategori
Siyaset
 

Cennete Vasıta, Ya Dünyaya?

CENNETE VASITALAR

Din karşıtlık teorisi ile desteklenen tam olarak doğru anlaşıldığından şüphe duyduğum ilginç bir kavram. Karşınızdaki insanlar Allah’ın emirlerine göre yaşamıyorlar. Dolayısıyla da günahkârlar. Ve inanan olarak inananlar onları dinlerine davet ediyorlar. Onların cehennem ateşinde yanmasını istemiyorlar ne kadar da fedakâr insanlar. Din ve dinin emirleri ile aydınlanacak, daha huzurlu bir hayata kavuşacak ve ölüm sonrası cennete giderek ebedi mutluluğa erişecekler. Bu durum gayet anlaşılabilir; iyi insanlar çevrelerindeki insanların da iyi olmasını isterler. Bu isteklerinin karşılığında ne bekliyorlar, nedir bu çabalarına karşılık beklentileri sevaplarına karşılık insanlara faydalı olduklarından ötürü cennette başköşeyi istiyorlar, en azından umuyorlar. Eğer böyle bir beklentinin yüzde yüz karşılanmayacağından hatta böyle bir karşılık olmayacağından “kesinlikle” emin olsalar yine de böyle bir çaba içinde olurlar mıydı?

Öbür dünyada yanma, cennete git, cehenneme gitme diyen insanların birbirlerine dünyadaki yaşamı cehennem ettiklerini görünce orada bir çelişki olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Bu dünyayı tarla, arazi olarak ekerek, emekleriyle ürettikleri ile ve bu ürettiklerini masaya getirerek insanların kullanımına sunan hatta olmayanlara hediye edenler var. Ne muhteşem insanlar ancak yine de eksik birçok nokta var. Birçok durumda alanla veren arasında denge başka bir şekle dönüşmek zorunda. Öyle ya biri getiriyor diğeri yiyor düzeni uzun süre devam eden bağımlılık ilişkisi demek. Bu bağımlılık ilişkisi sonsuza kadar devam edemez. Ancak yabani ortamından kapıya bağlanan, eve alınan kedi köpek misali bu bağımlılık ilişkisi bir süre sonra insanı da başka bir şeye dönüştürüyor ki biz bunu bu coğrafyada göremediysek başka nerelerde görebiliriz diye düşünürken, aklıma acaba bu köpekler hiç evcilleştirilmese ve köpeklere tıpkı kurtlar gibi kendi avlarını, kendi yiyeceklerini kendilerinin bulma hakkı ve fırsatı vermek daha mı doğru olurdu diye düşünmeden edemiyor insan. Neticede kedi, köpek, koyun, inek fark etmez; hiçbiri doğadan koparılmakla insana “dost” olmakla kendilerine fayda sağlamış gibi gözükseler de kendilerini sonsuza kadar esaret altına alacak bir sürece imza atmış oluyorlar. Öte taraftan kendilerini yiyen, kendilerine binen sahiplerinin ya da kapısında bağlı oldukları insanların iyi ya da kötü olmaları onlar için fark etmiyor. Buradaki ironide de vermek ve bağımlı kılmak bir yere kadar mantık dâhilinde olabilir ancak uzun süreli bağımlılık ise türlerin elinden hem doğal şartlara uyum, hayatta kalma becerilerini yok ederken, onu bir nevi “havuzda balığa” dönüştürüyor. Sürekli balık vereceğine balık tutmayı öğretmek, kişinin kendi başına ayakta kalması için önemli bir adım olabilirdi. Bu haliyle bakılınca bağımlılık yapan bakım, kişiye iyilikten çok kötülük getirmekten başka bir işe yaramıyor. Öbür dünyada, yardım ettiği için cennete gideceğini düşünen kişinin şartsız yardım yapması daha iyidir ancak kişinin yapabileceği daha da iyi bir şey varsa o da kişiye balık tutmasını öğretmek olabilir ki toplumun üretimle var olacağına inanan ilk Türk ahileri, başta Ahi Evran olmak üzere bu akılcı, gerçekçi akımın öncüleri olarak tıpkı Anadolu’nun fikirsel zihinsel 18. Asırda başlayarak günümüze kadar gelen dönüşümün bir benzerini yapmışlardı. Sağlıklı olan hangisiydi buna tarih karar verecek ancak, geçmişte din ve dinin balık tutmayı öğreten felsefesiyle fethedilen topraklar, söz konusu felsefe yeniden yorumlanarak geri fethedildiğinden bugünlerde pek az kimse haberdar olsa da planın uygulayıcılar kesinlikle her şeyin farkındalar…

Din yüzyıllardır bir fetih aracı oldu. Çoğu zaman öbür dünyada cennete gitmek, cennette ebedi hayat yaşamı vadeden anlayışlar bazı toplumları daha fazla köleleştirerek bir nevi daha az üretken, kendi kendine ayakta duramaz ve savunmasız hale getirdi. Kabul etmek gerekir ki binlerce yıllık dinler arası mücadele eğer gerekçe sadece cennet vaadi ise bunca savaş gereksizdi. Neticede cennete gitmek istemeyenler, cennete layık olmayanlar, cehennemde yanabilirlerdi ancak öldürülmeleri gerekmezdi. Yani öldürülecek olsalar; Allah onları yaratmazdı değil mi? Bizde de vardır bu tür saçmalıklar; oruç tutmuyor diye kızılan sıradan insansa dövülür, patron ve emrinde çalışılıyorsa susulur, gayrimüslimse maaşları düzgün ödemesine, sosyal hakları ödeme şekli iyiyse mutlaka övülür, dua edilir ama asla beddua edilmez, öte yandan onun cehennemde yanacağı da hiçbir şekilde akla gelmez. Daha başka birçok çelişkiler vardır;

Oruç tutuyor mu diye düşünülen insanın iftarda yiyecek yemeği var mı diye düşünülmez.

Dinini merak ettiklerimizin, akşam yiyeceği olup olmadığı bizi çoğu zaman ilgilendirmez.

Öbür dünyada başı dik gezmesini istediklerimizin bu dünyada da başlarının dik olması gerektiği bunun da üretimle, zanaatla, çalışmakla olacağını düşünürüz ama genellikle son şart olarak bile aklımıza gelmez.

Dinler cennete davet ediyorsa, üstelik tamamı da bir şekilde cennet yolculuğu vasıtası ise bu dinlere mensup insanlar neden birbirini katlediyor düşünülmez, neden sorgulanmaz?

İnanışlarda mı yoksa inançlarda mı bir gariplik var bilinmez, dinlerin dinler uğruna öldürülen insanlar, başka hiçbir zamanda ve sebeple öldürülmemiştir.

Düşününce insana garip gelen birçok saçmalıklar bunlardan ibaret olsaydı keşke! Ancak insanın olduğu her yerde buram, buram bir yapaylık ve saçmalık var ki insanın, hele de uydurma yeteneği fazla olan buna aynı zamanda muktedir olanların uydurdukları ve uydurabilecekleri şeyler düşünüldüğünde insanlık cennetle cehennem arasında gibi gelmiyor düşününce.

"Cennete gitmeye vasıta olan, dünyaya huzur veremiyorsa da en azından daha az ölüme sebep olabilirdi!"

 

 

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..