Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Haziran '21

 
Kategori
Çevre Bilinci
 

Çevre Kirliliği

Çevre Kirliği

 

Kirlilik,değişik boyutlarda, değişik alanlarda olmakta; bir ahtapot gibi çevremizi sarmaktadır. Yönümüzü hangi yöne çevirirsek o yönde kirliliğin bir türüyle karşılaşıyoruz. ’Hava kirliliği’ mi dersin, ’gürültü kirliliği’ mi dersin, ’su kirliliği’ mi dersin, ‘toprak kirliliği’ mi dersin, ‘radyoaktif kirlilik’ mi dersin başlıca kirlilik türleri. Bu kadar mı? Hayır, daha niceleri… Doğayı, alabildiğine kirletiyoruz. Adımımızı, kapıdan dışarı atar atmaz her çeşit kirlilikle karşılaşıyoruz. Sigara izmaritleri, peçeteler, çekirdek kabukları, inşaat artıkları, köpek pislikleri…

Kirliliği; toprak, su veya hava gibi bulundukları yere göre sınıflandırabilirya da kimyasallar gibi farklı kirlilik türlerine bakabiliriz. Sentetik kimyasallar her yerdedir. Ancak, bazıları sağlığımıza ve çevreye de çok zararlı olabilir. Mevcut yaşam biçimimizin bir parçası haline gelen kimyasalların olumsuz etkilerini nasıl sınırlayabiliriz?

Avrupa’da endüstriyel kirlilik, bir dizi yönetmelik, üretimdeki gelişmeler ve çevresel girişimler sayesinde azalmaktadır. Bununla birlikte, sanayi kirlilik yaratmaya devam ediyor ve bu kesimde sıfır kirliliğe doğru yol almak ciddi bir zorluk

Denizleri, ırmakları, çayları; yolları, sokakları, parkları, yeşil alanları… Alabildiğine kirletiyoruz. Su kirliliği; sanayi atıklarının ve kanalizasyon atıklarının denizlere salınması sonucu ortaya çıkan kirliliktir. Fabrika artıkları, kurban bayramı kanları, çer çöp, naylon poşetleri, yenilmiş mısır koçanları, denizleri, ırmakları, çayları, dereleri, içme sularını kirletiyor. Denizlerin kirlenmesi bunlarla da kalmıyor; gemiler, yatlar, deniz motorları da… Denizleri kirletiyor. Bu kirlilik bir tek denizlerde yaşayan canlıları değil tüm doğal dengeyi olumsuz şekilde etkilemektedir

Termik santraller; taş ocağı, maden aramaları, HES’ lerin yapımı çevrenin doğal yapısını bozuyor, çevreyi kirletiyor. 

Termik santrallardan çıkan dumanlar, atıklar, çevresindeki yerleşim yerlerindeki insanlar, canlı ve cansız varlıklar için tehlike oluşturuyor. Yanan kömürlerin yarattığı gaz ile hava kirliliği artarak asit yağmurlarının görülme olasılığını arttıracaktır. Aşırı sülfür ve kükürtlü bileşikler yüzünden nefes almak zorlaşacaktır. Termik santral olan bölgelerde KOA, astım gibi solunum yolu hastalıklarının yanında kanserin görülme sıklığı artmaktadır

Taş ve madden ocaklarının işletmeye açılmasında, ormana ve çevredeki bitki örtüsüne verilen zararların ötesinde işletmenin devamında ve sonrasında da birçok zararı olduğu ortaya çıkmıştır.

2004 yılında değiştirilerek korumacı maddelerden arındırılan Maden Yasası’nın ardından başlayan madencilikle, dağ, taş ve ovalar adeta köstebek yuvasına döndürüldü. Ormanlar, sular, tarım alanları, hayvancılık ve tarihi mirasın yanında yaşam alanları maden arayıcılarının tehdidi altına girmiştir. Mart-2013 Resmi verilerine göre ülke genelinde 85 binden fazla taş ocağı ruhsatı verilmiştir. Özellikle kömür ocaklarında açığa çıkan ağır metalli kömür karası tozlar ise işin çabası olacak. Bu hızla artan açık işletmecilikle beraber ortaya çıkan tahribata karşı yurttaşların tepkisi de her geçen gün büyümektedir. Bilim insanlarının uyarıları, kamuoyunun tepkisine rağmen madden arama ve yeni taş ocakları açmalar hız kesmiyor. Yetkililerin denetlemekte ve önlem almakta yetersiz kaldığı sınır tanımayan madenciliğin sonucu ortaya çıkan tahribatsa hesabı yapılamayacak kadar büyümüştür. Açık ocak işletmelerinin su üretimine ve doğal su sızma yollarının bozulmasına neden olmaktadır. Suların yönü değişmekte, daha derine kaçabilmektedir.

Yerleşim alanlarının yakınında, bağ, bahçe, zeytinlik ve orman alanlarında açık taş ocak işletmeye kalkışmanın önemli ve telafi edilemeyecek zararlara sebep olacağı da biliniyor. Ağaçların kuruduğu, bitkilerin yok olduğu açıkça gözlenmektedir. Taş ocağı işletmelerinin çevreye en az zarar verecek kayalık arazide açılması, yeşil örtünün en az olduğu alanda olması, çevreye verilecek zararların azalmasının sağlanması gerekmektedir.

Taş ocağı yarmalarıkaya çatlak sistemini kestiği için, yeraltı suyuna sızan suyun da açığa çıkmasına, akış yönünün değişmesine, buharlaşmasına ve kaybına sebep olur. Taş ocağı yarmaları toprak suyunun da buharlaşmasına sebep olur. Yarma kenarında veya yakınında bulunan ağaçlarda verim kaybı ve giderek kurumalar görülür. Taş ocağı yarması kenarındaki zeytin ağaçlarında meyve boyutlarının daha küçük olduğu gözlenmiştir. Orman alanı azaldıkça da yağışlarda sel ve su baskını, toprak kaybı da o oranda hızlı bir şekilde artmaktadır.

Tabakalı ve kırıklı içyapıya yağış suları sızıp, kalsiyum karbonat’’ı eritir.Milyonlarca yıl süren bu erime olayı sonucunda kireç taşları vb. kayaların içinde suyolları, mağaralar oluşur. Taş ocağıişletmelerinde yapılan patlatmalar mağara sistemini bozar, çökmelere ve su yollarının değişmesine, suyun derinlere kaçmasına sebep olur. Sonuçta su kaynaklarını kullanan insanlar ile yerleşim alanları zarar görürler. Ormanların su üretimi ve tarım alanlarına su katkısı, halkın beslenmesini sağlar. Ormanlar yok edildikçe bu su kaynaklarına ulaşmak olanağı kalmaz.

Taş ocaklarından çıkan atık materyallerin eğimli arazilere yığıldığını ve bir süre sonra aşağıya kayarak değerli araziyi veya dere yatağını kullanılamaz hale getirmektedir. Söz konusu yığınlardan göl ve denizlerin kıyı sularına taşınan kil ve tozun kısa sürede çökmediği için balıkların solungaçlarını tıkayarak ölmelerine neden olmaktadır.

Taş ocaklarındaki toz, yerleşim alanlarındaki insanların sağlığını olumsuz etkiler. Bitki yapraklarını kaplayarak solunumu ve fotosentezi engeller, bitkinin ve ağaçların kurumasına neden olur. Çiçeklenme döneminde, tozlar çiçeklerin üstünü örterek, döllenmeyi önler ve meyve oluşumunu azaltır. (Ali Makal)

HES, Hidroelektrik Enerji Santrali’nin kısaltmasıdır. HES’ ler su gücünden enerji elde edilmesini sağlarlar. HES’ler akarsulara inşa edilerek hızlı akan suyun enerjisini elektrik enerjisine dönüştüren yapılardır ve genellikle baraj göllerinde inşa edilmektedirler.

HES’ler sağladığı yararlar kadar zararı da beraberinde getirdiği için tartışma konusu olmuştur. merak konusu olan HES’ lerin zararları.

HES’in Zararları

HES’ler sağladığı yararların dışında pek çok zarara da sahiptir ve genellikle inşa edilecekleri alanlarda istenmemektedir. Bu durum, HES’ler neden istenmiyor sorusunu da beraberinde getirmektedir çünkü yöre halkı HES’lerin yarardan çok zarar getireceği düşüncesindedir. O zararlardan bazıları şunlardır;

1. HES’ler yapım sürecinde çevreye büyük zararlar verebilmektedir. Yapım aşamasında, üzerine inşa edilecek dere, kanallar ile başka bir yöne akıtılmaktadır ki bu işlem sırasında da çevre ormanlara zarar verilmesi kaçınılmazdır.

2. Üzerine inşa edilen dere içerisinde yaşayan canlıların yaşamı etkilenmekte,  ölümüne neden olmaktadır. Ancak bu zarar derelere can suyu bırakılarak ve yerinde denetim yapılarak önlenebilmektedir.

3.HES’in bulunduğu çevrelerde hastalıklarda artışlar görülmektedir.

4. HES’ lerin inşa edildiği bölgelerde erezyon  ve sel oluşumunda artış gözlenmiştir.

5. Santralin  etkinlikleri sırasında barajlarda yüksek oranda buharlaşma oluşmaktadır. Bu buharlaşmada çevre yörelerindeki toprakların tuz oranını arttırmakta ve toprağın verimliliğini azaltmaktadır.

Bir de deniz salyası çıktı.Marmara Denizi’ni salya sardı. Başka bir deyişle Marmara denizi hastalandı.  Büyük Ada çevresindeki mercanlar yok oluyor. Salyadan, Marmara Denizi maviliği yok oluyor. Balıklar, karidesler, karabataklar, martılar… yok oluyor. Marmara Denizi, can çekişiyor. Oysa1960’lı yıllarda, Marmara ’nın her plajından denize giriliyordu. Yüzmeyi, Süreyya Plajı’nda öğrenmiştim

Bu nedenlerle Ege Denizi’nin geleceği de Marmara Denizi gibi olur mu kaygısını yaşıyoruz. Neden mi? Kuşadası’ ndan  Sisam Adası’na doğru giden turist gemileri, plajlardaki yatlar, su motorları da denizi kirletiyor. Bu kirlilik, zaman zaman artıyor.

Dünya yüzeyinin %70’inden fazlasını kaplayan su, gezegenimizdeki tüm canlılar için gereklidir. Dünya üzerinden tüm suyun %96,5’i okyanuslarda tuzlu su olarak bulunurken, geri kalan %3,5’i göller, nehirler, yer altı suları ve buzlar gibi tatlı sulardır. Bu sınırlı ve değerli kaynağın iyi yönetilmesi, insanların ve doğanın refahı için elzemdir.

Gürültü kirliğide çekilir gibi değil. Nedir gürültü kirliliği? Gereksiz yerde sesli uyaranların kullanılması ve daha çok araç motorlarının rahatsızlık verici seslerin, havai fişek gibi patlayıcı maddelerin ve buna benzer birçok öğelerin çıkardığı, doğada yaşayan tüm canlıları rahatsız eden kirlilik.

Çoğumuz günlük hayatımızda giderek daha fazla gürültü ile karşılaşıyoruz. Sokakta gürültülü arabalar, tepemizde alçaktan uçan bir uçak veya yakından geçen bir tren genellikle kendisiyle birlikte rahatsızlık ve gerginlik de getiriyor. Ancak bunların sağlığımız ve çevremiz üzerindeki etkileri düşündüğünüzden çok daha kötü olabilir.

 Özellikle dinlenmek için gittiğimiz yazlıkta, inşaat gürültüsü bitmiyor. Her yıl, birkaç daire, iç mimariyi değiştirmek için kırıp döküyor. Günlerce gürültüden geçilmiyor. Bir de geç saatlerde motor gürültüleri, eğlence yerlerinden yayılan müzik sesleri yaşamı çekilmez yapıyor.

.Birçok insan gürültü kirliliğinin önemli bir sorun olduğunun farkında değil. Gürültü kirliliği sağlığımızı olumsuz etkiler. Sağlığımızı etkileyen gürültüyü düşündüğümüzde, işitme duyumuza zarar veren bir konsere gitmeyi veya gürültülü bir makinenin yakınında bulunmayı düşünürüz. Ancak insanların fark etmediği şey, örneğin trafikten kaynaklanan sürekli gürültü seviyelerinin işitme zararıyla ilgili olmayan diğer etkilere neden olabilmesidir. Bunlar; kalp hastalığı, yüksek tansiyon, obezite, diyabet gibi ciddi etkilerdir. Yetkililer, gürültünün bir sorun olduğunu kabul ediyor. İşte bu yüzden 2002 yılından beri çevresel gürültü hakkında Avrupa Direktifimiz ve DSÖ tarafından hazırlanmış yeni kılavuzlarımız var. Sorun, daha çok harekete geçmeyle ve bunu gerçekleştirmekle ilgili ekonomik olanaklara sahip olmayla alakalı. Bu zor bir sorun, çünkü örneğin kentler ve kentlerin kenar mahalleleri gittikçe daha kalabalık hale geliyor ve hareketlilik için daha fazla talep oluyor.

Hava kirliliği; fabrikalardan çıkan, araçların egzozlarından salınan zehirli gazlarla birlikte ısınmak için kullanılan yakıtların kontrolsüz şekilde doğaya salınması ile oluşan çevre kirliliği. Bu kirlilik belli değerleri aşınca yaşam tehlikesi belirir. Astım, allerji, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) ve kanser. Hava kirliliğinden de en çok etkilenenler ise 5 yaş altı çocuklar, kronik hastalar ve yaşlılar.

Sağlığa yönelik en büyük doğrudan riskler, özellikle şehirlerde hava kirliliği ve gürültüdür. Uzun vadede iklim değişikliği yaşam tarzlarımıza yönelik varoluşsal bir tehdit teşkil ediyor. Bu; ısı dalgaları, orman yangınları ve seller nedeniyle ani yaşam kaybının yanı sıra değişen hava düzenlerinden kaynaklanan gıda üretimine yönelik uzun vadeli tehditleri de içeriyor. Hastalıkları taşıyan taşıyıcı haşereler ısınan iklimle birlikte kuzeye yöneldiğinden bulaşıcı hastalıkların dağılımında da değişimler görüyoruz. Bazı kimyasalların sağlığa tehlikeli olduğunu da biliyoruz

Hava kirliliği Avrupa’daki tek en büyük çevresel risk olarak görülüyor. Son tahminlerimize göre ince partiküllere (insan sağlığı üzerinde en ciddi etkilere sahip kirletici) maruz kalmak 2018 yılında Avrupa’da 400.000’den fazla önlenebilir ölüme neden oldu. Bu ölümler temel olarak kalp - damar ve solunum hastalıkları ve kanserden kaynaklanıyordu. Ancak bu çok ciddi hastalıkların yanında, hava kirliliğine maruz kalmanın sağlık üzerindeki diğer olumsuz etkilerle ilişkili olduğuna dair artan kanıtlar var. Bunlar arasında, yeni başlayan tip 2 diyabet, sistemik alzheimer ve bunama gibi zihin hastalıklarından bahsedebiliriz.

Avrupa’nın hava kalitesi son yıllarda önemli ölçüde iyileşti, ancak kirletici maddeler hâlâ sağlığımıza ve çevreye zarar veriyor. Kirliliği sınırlandırmaya yönelik önlemler yaşam kalitemizi artıracak, sağlık hizmetlerinde tasarruf sağlayacak, çalışanların üretkenliğini artıracak ve çevreyi koruyacaktır.

Toprak kirliliği; atıkların geri dönüştürülmemesi ve olduğu gibi doğaya salınmasıyla ortaya çıkan çevre kirliliği türüdür. Toprak kirliliği, canlı hayatına zarar vermekle birlikte toprakta yetişen besinler aracılığıyla direkt olarak vücudumuza girmesi nedeniyle özellikle insan yaşamını ciddi şekilde tehlikeye sokmaktadır.

Pastoral manzaralara, sanayi bölgelerine ve çöplüklere dağılmış birçok üzüm bağının ortak noktası nedir? Cevap, kimyasalların varlığı olabilir. Yiyeceklerimizi yetiştirdiğimiz toprak ve üzerine evlerimizi inşa ettiğimiz arazi ağır metallerden organik kirleticilere ve mikroplastiklere kadar pek çok farklı kirleticiye maruz kalmış olabilir. Kirletici maddeler yaygındır topraklarda birikmektedir. Bu sorunu nasıl çözebiliriz?

AB’nin çevreye ilişkin yasalarının temelinde basit ama güçlü bir fikir yatıyor: “kirleten öder” ilkesi. Bu ilke vergiler, para cezaları ve kirletici sürüm kotaları ve Çevresel Sorumluluk Direktifi gibi diğer tedbirler şeklinde uygulanmıştır

Radyoaktif kirlilik; nükleer enerji santrallerinin sebep olduğu çevre kirliliği türüdür. Bu kirliliğin artmasında silah fabrikalarındaki artış ve bu alanlarda yapılan çalışmaların da payı büyüktür. Radyoaktif kirliliğin sonuçları ağır olabilir, bu nedenle tedavisi olmayan hastalıkların ortaya çıktığı da söylenebilir. Çernobil Faciası, radyoaktif kirlilik oluşturan bir kazadır.

Çernobil Faciası, 26 Nisan 1986 tarihinde Sovyetler Birliği'ne bağlı Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin Pripyat şehri yakınlarındaki Çernobil Nükleer Santrali'nin 4 numaralı reaktöründe

. Çernobil felaketi, Uluslararası Nükleer Olay Ölçeğinde en yüksek sınıflandırma oranı olan 7 ile ölçeklendirilmiştir. Bu sınıfta ölçeklendirilen yalnızca iki nükleer felaket bulunmaktadır. Bunlardan birisi Çernobil felaketi, diğeri ise 2011 yılında meydana gelen Fukuşima I Nükleer Santrali kazalarıdır. Felaket maliyeti ve kayıpları açısından tarihin en kötü iki nükleer felaketinden birisidir. Kaza sonrası 600.000'den fazla işçi nükleer faciaya müdahalede bulunmuş ve birçoğu radyasyona maruz kalmıştır. Tahmini olarak yapılan masraf ise 18 milyar ruble olmuştur. Meydana gelen kaza esnasında ölen kişilerin sayısı 4.000-93.000 kişi civarında olmuş olaydan sonra santrali tecrite almak için kullanılan 600.000 kadar insan radyasyon neticesinde kansere yakalanmış ya da ölmüştür Büyük bir alana yayılan radyasyon neticesine uzun vadede sonuçlarının daha ağır olduğu değerlendirilmektedir. .  (Vikiipedi,2 Temmuz 2019)Yıllarca etkisi, geçmemiş. Doğadaki kirlenme, canlı ve cansız varlıkları etkileyerek hastalıklara, özellikle kanser hastalığına ,çocukların sağlıksız doğmasına neden olmuş; etkisinin silinmediği söylenebilir

Sonuç

İnsan sağlığı ve ekosistem sağlığı ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır. Vücutlarımızın çalışmak için her gün temiz havaya, suya ve gıdaya gereksinmesi vardır. İnsanlar ve toplumlar olarak doğada zaman geçirerek, egzersiz yaparak, sosyalleşerek ve rahatlayarak gelişiriz. Aynı zamanda kirli ortamlarda yaşadığımızda, çalıştığımızda, okula gittiğimizde veya oynadığımızda hem vücutlarımız hem de beyinlerimiz zarar görür. Doğayı korumak gezegeni korumakla ilgili değildir. Kendi sağlığımız ve refahımız ile çocuklarımızın sağlığını ve refahını sağlamakla ilgilidir. Kirliliği önlemek, bir kamu sağlığı için zorunludur.

Havayı, suyu, toprağı hızla kirletiyoruz. Çevremizdeki yaşam alanlarının özelliği değişti. Doğa yıpranıyor. Çamlar, ardıçlar, gürgenler, çınarlar, kavaklar, söğütler kestaneler, zeytinler… Eski canlılıklarında değil.  Yangınlarla, kesimlerle ormanlar gün geçtikçe azalıyor. Doğanın güzelliklerini tüketiyoruz. İklim değişikliği de ekolojik dengeleri bozdu. Ne yazık ki gelecek kuşaklara  huzurlu, mutlu bir evren bırakamayacağız Artık Anadolu, eski Anadolu değil.

Sözlerimi Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Kızılırmak Kıyıları” şiiriyle sonlandırıyorum.

Kardaş, senin dediklerin yok,

Halay çekilen toprak bu toprak değil.

Çık hele Anadolu’ya,

Kamyonlarla gel, kağnılarla gel gayrı,

O kadar uzak değil.

 

Çamı bitmiş, kavağı azalmış,

Gamla örtülü bayırlar, çıplak değil.

Yedi ay kıştan sonra,

Yeşeren senin yaşamındır,

Yaprak değil.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..