- Kategori
- Şiir
Ceyhanlı Ayşe
Ona öyle hitap ederlerdi
geldiği yerde
Ne hayaller kurmuştu gelirken
İpekli entari, topuklu kırmızı
ayakkabısı olacaktı.
Yolu çıkmaz bir sokağa çıktı…
Karşısından acımasız hayat
Nice hayalleri sundular
Çok zengin olacaktı
Ve…
Karşılığında tutuşturmuşlardı mikrofonu
Gecesi gündüzü değişmiş
Artık gecelerin gülü
Sarhoşların can yakan afetiydi..
Her gece sahnede geçen ömür
dilinde hüzünlü şarkılar.
En çok da;
“Pişman olurda bir gün gelirsen
Gönül kapım açık çalmadan gir” şarkısı
Artık çok parası, güzel elbiseleri var.
Hizmetçileri etrafında pervane
Dün yüzüne bakmayanlar
kapanmada ayaklarına.
Gülüyordu adı gibi şendi,
Bir bakış bir gülüş için
Kırmızı halılar seriliyordu önüne
Renk renkti ayakkabıları ve entarisi
Ceket değil kürk giyiyordu..
Adı mı?
Ceyhanlı Ayşe olmuştu Gülay!..
Adı gibi gülüyordu ama yine de…
Dudaklarındaki yarım gülümseme..
Bir bardak rakının ardından
fırtınalar estiriyordu sahnede
Ne sesti, öyle yanık öyle yanık ki
dinleyen bir daha bir daha der..
Onun resmiyle hayal kurardı hayranları
Sevdiklerini ona benzetirdi aşıklar
Her şeyi vardı ya; var olmasına
Yine de bir yanı eksik bir yanı yarım,
Kurumuş toprak
dal vermez meyva vermez.
Her eve dönüşü hüzün verir
Kalabalık arasında yalnızlık
Ve bir gün:
Bir gecenin sonunda görmüştü ışığı
Dönecekti karar vermişti
Geldiği topraklara o kokusunu
unutamadığı toprağına.
Gelirken getirdiği bavul
bir de zeytin fidanı vardı elinde
O kahır dolu İstanbul’a dayanmıştı
Şimdi sıra zeytin dalında
Ona İstanbul’lu taze demişti..
İstanbulluların ona dediği gibi
Önce adını sonra rengini
ve her şeyini değiştirmişlerdi…
Şimdi gitme zamanıydı
İstanbul garından geldiği gibi dönüyordu.
CEYHANLI AYŞE….