- Kategori
- İstanbul
Cilveli İstanbul

Eren'in objektifinden.
İster Çengelköy'den bakın, ister Karaköy'den, ister Moda'dan, ister Kadıköy'den İstanbul çok güzel!..
"Bir başkadır benim memleketim" Nereye gitsem bir cennet çıkıyor karşıma. Gerçektende öyle, hele İstanbul. "bu Şehr-i İsttanbul ki, bi müsl-ü beha-dır" derken ne kadar da haklıymış şair. Daracık sokakları, taş merdivenleri, aniden karşınıza çıkan muhteşem köşkleriyle nasıl da aşık ediyor kendine insanı. Var mı böyle bir şehir dünyada başka?
Yorgundum, biraz da karışıktım ama biliyordumki iyi gelecekti iki günlük İstanbul kaçamağı bana, ve öyle de oldu. Öyle özlemişim ki ılık meltemin yüzümü okşamasını, deniz kokusunu içime çekmeyi, kollarımı açıp rüzgarı hissetmeyi.
Bayram çocukları gibiydim, sanki gözlerimi kapatacağım, sabah açacağımki bayram! Bir heyecan, bir neşe, keyif içinde çıktık yola kuzularımla...
İşte İstanbul'dayım. Çınaraltında oturuyorum, o ömre bedel çayını yudumluyorum keyifle, deniz kokusu içinde, boğazı izleyerek, geçen gemilere el sallayarak...Daha ne isterimki! Kediler masaların altında dolaşıyorlar, bir baktım deniz göz kırpıyor bana. Atlamamak için zor tuttum kendimi bu cilveli bakışa. Yazın görüşürüz seninle dedim, pırıl pırıl yüzünle bekle beni...
Gecenin bilmem kaçı saat, uyku tutmadı, balkondayım...Karşımda muhteşem bir manzara, ışıl ışıl parlıyor boğaz. Gündüz ayrı, gece ayrı bir güzellik. Nasıl güzel bir manzara Allahım. Ve bütün bu güzellikleri bu şehre cömertçe sunmuşsun güzel Allahım. Nasıl bir gecedir bu, saniye saniye güzellikleri yaşıyorum ben başıma. Kimbilir ne şiirler, ne hikayeler, ne şarkılar, türküler yazılmıştır bu büyülü şehre. Ne büyük aşklar yaşanmıştır yedi tepeli İstanbul'da. Her köşesi ayrı bir tarih kokan şehir. Büyülü Sarayları, Kızkulesi, Harika Köprüleri, yedi tepesiyle bir başka güzel...
Sunay Akın'dan dinlediğim minik bir hikaye;
" Döneminde dört şehzadesini sünnet ettiriyor padişah III.Ahmet ve sudan bir timsah çıkıyor. Timsah kayboluyor, tekrar çıkıyor. Padişah şehzadeleriyle Ayvan Saray tahtında oturuyor. Timsah ağzını açıyor beş tane çengi çıkıyor içinden ve timsahın sırtında dans etmeye başlıyor. Tabii yiyecekleri de sunuyorlar kıyıya, timsahın ağzının içine girip kayboluyorlar. Bu saray görevlisi İbrahim Efendi'nin eğlence olsun diye yaptığı bir gösteri, yani ilk denizaltı III. Ahmet döneminde Haliç'te timsah şeklinde yüzdürülmüştür. " İstanbu'u Sunay Akın'dan dinlemek, okumak bir başka. Nasıl güzel anlatıyor, nasıl güzel öykülendiriyor, dinlerken onu tarihi yaşıyorsunuz sanki.
Nedim'den;
"Bir gevheri yekpare iki bahr arasında
Hurşcihan-tab ile tartılsa sezadır"
Aşık Veysel'den;
"Dünya güzelliği sendedir mevcut
Hususi özenmiş yaratmış Mabut
Herkesin gönlünde vardır bir maksut
Halis Türk maksadın varın İstanbul"
Ümit Yaşar Oğuzcan'dan;
istanbul rüzgâr rüzgâr sevdiğim
kâh bir lodos, denizlerden esen
ılık mı ılık
kâh ustura gibi deli bir poyraz
bırak saçlarını rüzgârlarına istanbulun
bu şehirde aşksız ve rüzgârsız yaşanmaz
Ziya Osman Saba'dan
"Önümde, açık kollarıyla boğaz,
Çengelköy’den aktarma Rumelihisarı.
İstanbul, İstanbul’um benim,
Kadıköy’ü, Üsküdar’ı...
Gün olur, Köprü ortasında durur
Anarım, Adalar’da çamların uykusunu.
Gün olur, Beyoğlu’nu özler içim,
Koklamak isterim Tünel’in kokusunu.
Bulut geçer üstünden,
Gemi gelir yanaşır
Bir eski türküdür, kulağıma fısıldar,
“İçi dolu çamaşır.”
Göğünde tanıdım ayın ondördünü.
Kırlarında bilirim baharı,
Herşey içimde, herşey,
İstanbul yadigârı.
Bir daha görüyorum seni dünya gözüyle,
Göğün hep üstümde, havan ciğerlerimdedir.
Ey doğup yaşadığım yerde her taşını
Öpüp başıma koymak istediğim şehir!"
İstanbul'un güzellikleri bitermi hiç, vaktin nasıl geçtiğini bilmedim inanın dostlar. Keşfedilecek o kadar çok yeri var ki...
Sevgiyle kalın dostlar.