Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Aralık '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Çocuklarda özgüven

Çocuklarda özgüven
 

Hayallere giden yol kendine güvenden geçer.

Kendine güven, kabiliyetleriniz ve bilginiz ne yapmanıza izin veriyorsa onları yapmanıza izin verir. Öyle ki, kendine güveni olmayan birisi, yanındakine bir merhaba bile diyemez. Bir seminerde bırakın konuşmacı olmayı, kalkıp soru bile soramaz. Bir iş görüşmesinde dili tutulur, ter, heyecan basar. İlgi duyduğu karşı cinsten birisiyle iletişim kuramaz. Hatta onu bırakın hemcinsleriyle bile sağlıklı iletişim kuramaz. (Melih ARAT)


Ben böyle bir çocuk tanıyorum. Psikolojik resmi çizilmiş olan birey benimle bire bir örtüşüyor. Hani tıpkı ben denir ya. Aynen öyle. Tabi ki, belli bir yaş dönemime kadar.

Hiç unutmam üniversite yıllarında sınıfımın yarısından fazlası kızlardan oluşmaktaydı. PDR dersi hocamız sınıfa bir soru yöneltti. Soru çok çetindi ve kimsenin bilemiyeceğinden emin olmuş olacak ki, hatırı sayılır bir ödül koydu ortaya. Cebinden altın kaplama bir dolma kalem çıkardı ve:

“Bu sorunun cevabını bilen altın kalemi alır” dedi.

Sorunun ne olduğunu hatırlamıyorum ancak cevabını her zaman hatırlar ve hatırlayacağım da.

Haliyle herkes altın kaplama kalemi almak için zihnini zorluyordu. Kimisi hiddetinden dizine, kimisi şiddetinden sıraya vuruyor kimisi de fırsatı ganimet bilip kız arkadaşına “kahretsin aklımda ama, akıl bırakmadın ki” diyerek güya puan kazanmaya çalışıyordu.

İtiraf edeyim benim sevdiğim kız da sınıftaydı. Henüz aşkımı ilan etmemiştim. Kalkıp cevap versem ve altın kalemi şöyle havalı havalı cebime koysam fena mı olur dedim. Müthiş bir puan olurdu açıkçası. Ama şimdiye dek sınıfta uslu uslu oturmuş ve sessizlikten başka sınıfa bir katkısı olmayan ben mümkün değil böyle bir şeye cesaret edemezdim.

Sınıfın fırlama çocuklarına baktım, onlar cevap veremeyecek, tüm cesaretimi topladım ve her şeyi, sınıfın bana gülmesini, kızı kaybetmeyi bile göze aldım. Ayağa kalkmak için hareketlendim ama sanki görünmez bir el beni aşağı doğru çekti ve ağzımı kuvvetlice kapadı, beni sınıfta mahcup olmaktan kurtardı. Beni aşağıya çeken gizli el, “özgüven eksikliğimden” başka bir şey değildi. Kötü bir el. Tıpkı bir kabus gibi çöktü üzerime

“Zaman hocam! , zaman!, cevabı zaman! Diye bağırmak istedim ama bir türlü bağıramadım. Benim için önemli olan altın kalem değil, sınıftaki var olma kavgası ve sevdiğim kızdan puan almaktan başka bir şey değildi. Ama olmadı işte.

Kimse cevabı bilemeyince Hoca benim haykırmak isteyip söyleyemediğim cevaptan farklı bir cevap vermedi. Cevap tek kelimelikti.”Zaman”

Özgüven eksikliğinden dolayı altın kaplama kalemi kaçırdım ama kızı kaçırmadım çok şükür. İstettim babasından ve evlendim. Ama hayatımdaki nice altın fırsatları bu şekilde kaçırdım.

Derken öğretmen oldum ve ister istemez konuşmam gerekti. Şimdi de çok konuşmaktan fırsatları kaçırıyorum genelde.

İlk tayin olduğum kasabadaki okul müdürüm beni gözüne kestirdi ve “19Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı konuşmasını siz yapın” dedi “hocam” tebligatı uzatarak.

”Eee gençsiniz yakışır” diyerekten gazı vermeyi de ihmal etmedi sağ olsun müdürüm.

Çaresiz kapandım odaya günlerce ezber yaptım. Hava rüzgarlı ya kağıt uçar veya ıslanır diye. Peki ya kasabanın kalabalığı, hele protokol. İnşallah hava bozar kurtulurum bu eziyetten dedim ama baharın en güzel güneşi o gün bana inat ortalığı şenlendirdi.

İşe bakın ki, “ayarlamak istesem yapamazdım denir ya“ .İşte onun gibi bir şey yaşandı. Kim konuşma kürsüsünü ayarlamışsa Allah ondan bin kere razı olsun, cennetine atsın. Kasabalılar tam arkamda kaldı. Karşımda sadece, karakol komutanı, belde başkanı ve de okul müdürü bir kaçta düşük rütbeli memur vardı. Biraz heyecan yaptım ama sonradan coştum ki, akıllara ziyan. İlk meydan konuşmam da bu şekilde oldu.

Bu gün hangi siyasi partinin veya gurubun mitingi olursa olsun fark etmez, meydanları usta hatipler gibi inletmezsem neyim.

Ben özgüven eksikliğimi, mesleğim sayesinde ve bazen de tesadüfler sonucu çok şükür bu gün aşmış bulunmaktayım. Ama öğrencilerim arasında en çok hayata katmak istediğim ve sınıfta konuşma fırsatı verdiğim benim yaşam çizgim üzerinde yürüyen öğrencilerim olur genelde. Onlar benimle göz göze gelmemek için sıralarına veya arkadaşlarının ensesine gömülürler ama ben inadına gider onları bulurum.

Bir öğrencim vardı ismi “Ferdi”. Ama gözlerinin feri yok. Kimse onu görmesi diye en son sıraya otururdu. Sınıfım futbol müsabakasına katılmış, finale kalmışız ve elemanlardan biri sakat. Ferdiyi sahaya sürmekten başka şansım yok ve penaltılara kaldık. Son penaltıyı atan okul şampiyonu olacak. Kaderin cilvesine bakın ki, son penaltımızı Ferdi kullanacak, atarsa şampiyonuz . Ama Ferdinin ayakları geri geri gidiyor. Elini bıraksam, sahayı bırakıp kaçacak.

Kulağına eğildim ”Ben sana inanıyorum Ferdi, sen bu topu filelere takacak ve şampiyon olmamızı sağlayacaksın” dedim. Yanaklarından okşayarak

Ferdi, gözlerimin içine bakarak ”Ben de inanıyorum!“ hocam dedi. Ve topun yerini ayarlayarak geriye doğru açıldı , topun üzerine doğru geldi ve esaslı bir vuruş yaptı. Topu gören olmadı çünkü top fileleri delmiş kale arkasına düşmüştü.

Ve ben “özgüven bu olsa gerek” dedim öğrencimin ve takım arkadaşlarının yanaklarından öpüp onları tebrik ederek.

 
Toplam blog
: 49
: 1026
Kayıt tarihi
: 04.11.07
 
 

On beş yıllık eğitimciyim. Halen bir devlet kurumunda öğretmenlik yapıyorum. Dünyanın en zor ama en ..