- Kategori
- Gündelik Yaşam
Çocukluğumun Pazar günleri

Çocukluğumuza Dönsek
Bugün hep çocukluğumun pazar günleri geldi aklıma nedense.
Herhalde çok özlediğimden… Hem de çook!
Ablamla sıcacık yataklarımızdan kalkıp pıtır pıtır koşturarak annemle babamın yatakodasına gider, usulca babamın yanına kıvrılırdık.
Annem çoktan uyanmış, mutfakta, her pazar olduğu gibi bize zahmetli ama bir o kadar da lezzetli bir “hamurişi” yapıyor olurdu mutlaka.
Biz ise, babamın sağına ve soluna sokulur, onun uyanıp bize günaydın demesini beklerdik dört gözle.
Çünkü bilirdik ki sıcacık bir “günaydın gülümsemesi”nin ardından bize sarılıp her hafta yaptığı gibi eskilerden aklında kalan ya da bizim için “uydurduğu” bir masalı anlatacak.
Babamın kollarında yatıp masalımızı dinler, bir yandan da annemin bir an önce gelip onca saattir pişirdiği güzelim kahvaltının hazır olduğunu söylemesini beklerdik.
Masalın bitmesiyle annemin bizi kahvaltıya çağırması bir olurdu zaten.
Koşa koşa kahvaltı masasına oturur, bir yandan lezzetli hamur işlerini mideye indirirken, bir yandan da TRT’deki kovoy/kızılderili filmini izlerdik.
Kaç yıl boyunca seyredildi o pazar filmleri bilemiyorum şimdi ama, bir ritüeldi ve hiç kaçırılmazdı.
Öğlen olması ve filmin bitmesiyle televizyon, yerini ders çalışmaya bırakırdı.
Gerçi, evimiz sobalı olduğu için yine aynı odada oturup çalışırdık derslerimizi… Şimdi olsa aynı ortamda çalışabilir miydim bilemiyorum. Sosyal derslerime de, fen derslerime de televizyon karşısında çalışır, yazılılarıma yine aynı masada hazırlanırdım.
Öğleden sonraya doğru pazartesi gününün ağırlığı hafif hafif çökmeye başlardı zaten.
Nedense bu sıkıntının başlaması tam da Mustafa Yolaşanlı, Cenk Koraylı pazar eğlence programlarının başladığı saatlere denk gelirdi. Herhalde günün yarısından çoğunu geride bıraktığımı hatırlatan bir işaret gibiydi benim için o programın başlaması.
Hele ki o hafta olacağım yazılılar varsa ya da hazırlamam gereken dönem ödevleri, işte onlar tüm ağırlıklarıyla üstüme çökerdi. Ama altından kalkardım bir şekilde yine de.
Akşamüstü saat 5 civarı seyretmekten keyif aldığımız bir dizimiz mutlaka olurdu. Derse ara vermek için ayrıca bulunmaz nimetti bu diziler. Kara Şimşek, Mavi Ay, Görevimiz Tehlike,… Artık o dönem hangisi varsa onu izlerdik.
Sonra ders çalışmaya devam…
Kış aylarındaysak eğer, sobanın üstünde pişirilen kestanelerimiz eksik olmazdı. Yediğimiz portakalların kabuklarını da koyar, içerisini mis gibi portakal kokuturduk.
Dersler bitip de yat borusu çaldığında ise annem gelirdi yanımıza elinde iki bardak süt ile.
Sütlerimizi içip pijamalarımızı giyer, koştura koştura soğuk yatak odamıza yollanırdık. Bir an önce yorganın altına girip ısınmak olurdu tek derdimiz.
Ve birkaç dakikaya kalmadan önce annem gelirdi iyi geceler demek için.
Eğilip yanaklarımızdan öper, iyi örtünmüş müyüz diye önce o kontrol ederdi.
Ardından da babam. Gelir, saçlarımızı okşar, örtünmemizi son bir kez daha gözden geçirirdi. Ama öpmezdi annem gibi.
Koklardı babam bizi.
Öpmeye kıyamadığını söylerdi.
Sonrası huzur içinde dalınan bir uyku…
…
Babacığım, keşke olsan ve beni yine koklasan…
https://twitter.com/#!/UmutsuzIsKadini
http://www.facebook.com/#!/pages/Umutsuz-%C4%B0%C5%9F-Kad%C4%B1nlar%C4%B1/120364508011392