Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ocak '14

 
Kategori
Tarih
 

Çok partili döneme geçiş

Çok partili döneme geçiş
 

*Çok partili döneme geçiş.  

Türkiye 1946 yılında çok partili siyasi yaşama geçmiştir.

1945 yılında sona eren İkinci Dünya Savaşından sonra Dünya iki bloka ayrılmıştır. Amerika Birleşik Devletleri önderliğindeki demokratik ülkeler ve Sovyetler Birliği önderliğindeki komünist ülkeler. Bloklar arasında "Soğuk  Savaş" olarak adlandırılan amansız bir dünya hakimiyeti mücadelesi başlamıştır.

Türkiye, doğu blokunun güneye, sıcak denizlere inmesinin önündeki önemli bir engel konumundadır. Rusya'yı güneyden kuşatmaktadır. Osmanlı da tarih boyunca Rusya'nın güneye inmesini engelleyen bu konumu sayesinde batılı ülkelerle karşılıklı çıkar ilişkilerine dayalı bir ittifak içinde olmuştur. Bu ittifak 1877-1878 Osmanlı-Rus harbinden (93 Harbi) sonra, İngilizlerin, Osmanlının artık varlığını sürdürme gücü kalmadığı yolundaki değerlendirmeleriyle temelinden bozulmuş, İngiltere ve Fransa Osmanlıyı Rusya'ya karşı destekleme ve koruma politikalarını terk ederek parçalama ve parçadan mümkün olan en büyük payı  kapma politikasına dönmüşlerdir. Bu yeni politika Birinci Dünya Savaşını ve Osmanlının sonunu getirmiştir.

İkinci Dünya savaşından sonra oluşan dünya siyasi dengeleri, doğu-batı ilişkileri ve Türkiye açısından 1878'den önceki duruma dönüş gibi görünmektedir. Rusya yine hem Batıya hem Türkiye'ye karşı tehdit oluşturmakta, Türkiye bu tehdidin karşılanmasına katkıda bulunabilecek konumda ve güçte bulunmaktadır.

Türkiye iki taraflı baskılara direnerek İkinci Dünya Savaşına katılmamıştır. Savaştan sonra oluşan yeni dünya dengesinde ise Batı bloku içinde yer almak istemektedir. Batı bu isteğe baştan pek olumlu yaklaşmasa da Türkiye'nin yeni siyasi dengedeki önemini çabuk kavramış ve Türkiye'yi kendi blokuna dahil etmeye karar vermiştir. Bir şartla; yönetim şeklini Batı standartlarına göre değiştirecektir. Aksi halde "hür dünya" içinde yer alması mümkün değildir.

Talep prensip olarak 2000'li yıllarda Avrupa Birliğine üye olmak isteyen Türkiye'den istenenle aynıdır. Türkiye 1946 yılında Avrupa'dan ne kadar uzaksa 2000 yılında da o kadar uzaktır.  

Batılılaşma sürecinin başlangıcından itibaren Batıya doğru atılan her adım içten gelerek değil, başka çözüm bulamamaktan kaynaklanan zorunluluklarla, çaresizlikten, atılmıştır. Batı bu adımları zorlamış  ve/veya teşvik etmiştir. İçten gelmeden atılan bu adımlar şekilden ibaret kalmış, içleri anlamlı şekilde doldurulamadığı için benimsenmemiştir.

Türkiye, yönetim şeklini Batı standartlarıyla uyumlu hale getirmek için 1946 yılında çok partili sisteme geçmiştir.

*1950 seçimleri.

1950 yılında yapılan ikinci çok partili seçimde o güne kadar üstü örtülen halk iradesi ortaya çıkmıştır. Halk, kendisine içine sinmeden kabul ettirilmek istenen her şeye karşı olduğunu bu seçimde göstermiştir. Seçimi kazanan Demokrat Partinin işareti "dur" diyen bir el, sloganı, "yeter söz milletindir" deyişidir. Seçim sonuçlarına göre halk 1923 yılından beri ülkeyi yönetenlere dur demektedir. İnsanlar yirmi yedi yıldır süregelen yönetimden memnun değildir. Başka şeyler istemektedir.

Kazananlar halka "gözümün içine bakın ne demek istediğimi anlarsınız" demişlerdir. Vatandaş birilerinin gözünün içine bakarak daha iyi yönetileceğini nasıl anlamıştır? Halkın bu tercihinde süregelen yönetimden memnuniyetsizliği önemli bir etken olmakla birlikte, temel etken baskılanan eski yaşam tarzına geri dönebilme ümidi olmuştur.

*Yaşam tarzında eskiye dönüş özlemi.

1946 yılından başlayarak seçim meydanlarında üstü kapalı, ima yoluyla, kahvelerde açık olarak verilen mesaj, Demokrat Partinin, cumhuriyetin benimsetmek istediği yaşam tarzıyla hem fikir olmadığı ve gücü yettiğinde bunu değiştireceğidir.1946 yılında Demokrat Partiyle başlayan bu süreç; Adalet partisi (Süleyman DEMİREL), milli görüş partileri (Necmettin ERBAKAN) ve Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından, yöntemi ve kapsamı zamana ve zemine uydurularak ama asıl amacından hiç sapmadan sürdürülmüştür.  

Demokrasilerde kişisel yaşam tarzı sorgulanamaz, baskı altına alınamaz. 1930 yılında Serbest Cumhuriyet Fırkası yaşatılabilseydi ve sonradan kurulan partilere düşüncelerini serbestçe ifade etme imkanı sağlansaydı, siyaset ,bu gün, yaşam tarzı mücadelesi olmaktan çıkmış olabilirdi. 

*Demokrat Parti dönemi. (1950-1960)  

Çok partili dönemin halk iradesine dayanan ilk dönemidir. Bu dönemde 1950 ve 1954 seçimlerinde halk Demokrat Partiyi desteklemiş, 1957 yılında bu partiye verdiği desteği azaltmıştır. Siyaset bilimcileri, 27 Mayıs ihtilali olmasaydı halkın iktidarı oyuyla değiştirebileceği görüşünde birleşmektedirler. Eğer bu gerçekleşseydi; politikacılar halk iradesinin gücünü ve anlamını anlayacaklar, demokrasinin seçimle gelip seçimle gitmek olduğu temel kavramı yerleşecek ve siyasi yaşamımız muhtemelen kan davasına dönüşmeyecekti. Sonraki yıllarda demokrasimizi hançerlemeye devam edecek olan askeri darbeler için de kötü örnek  yaratılmış olmayacaktı. 

*27 Mayıs ihtilali.

Türkiye'nin demokratik gelişmesinin önüne set çeken, durduran temel olaydır. Gerçek bir dönüm noktasıdır. Çok partili dönemdeki halk iradesine müdahale zincirinin birinci halkasıdır. Seçimle gelenin nedeni ne olursa olsun, zorla ve kaba kuvvetle iktidardan uzaklaştırılması demokrasiyle bağdaşmaz. Müdahalenin halkın arzusu istikametinde yapıldığını öne sürmek ise ayrı bir demokrasi ayıbı ve yalanıdır. Halk isterse bu işi seçimle kendisi yapabilirdi.

Cumhuriyet aydınları halkın işbaşına getirdiği partinin iktidardan zorla iktidardan indirilmesini alkışlayarak sadece demokrasinin değil aydın faziletinin özünü de zedelemişlerdir. Aydınlardan beklenen bedeli ne olursa olsun demokrasiye sahip çıkmalarıdır. Aydınların halksız demokrasiye katkılarına ileride tekrar dönülecektir.

 27 Mayıs ihtilali halksız demokrasi denememizin temel taşıdır.

*Çok partili dönemin politika adabı.

Çok partili yaşam süresince, siyasi partiler, kendi program ve mesajlarını öne çıkarmak yerine karşı tarafı çoğu kez kişilikler ve özel hayatlar da dahil olmak üzere kötüleyerek oy almayı ön gören bir mücadele şeklini tercih etmişlerdir. Bu şekil, kavga ve çekişmeyi ön plana çıkarmış, iktidar ve muhalefet partilerinin liderleri birbiriyle görüşmez, konuşmaz, el sıkışmaz olmuşlardır. İNÖNÜ-MENDERES, DEMİREL-ECEVİT ilişkileri bu alandaki olumsuz örneklerdir.

Bu çarpık mücadele şekli, zaten henüz homojenliğini sağlayamamış toplumun bölünerek; kavgalara, çatışmalara sürüklenmesine yol açmıştır. Bu bağlamda sık sık kullanılan" bunlar", "onlar" söylemleri zıtlaşmaları arttırıcı niteliktedir. Diğer partilere oy verenleri bunlar, onlar diye kategorize etmek demokratik bir yaklaşım değildir. Demokrasilerde kişiler bu gün bir partiye verdikleri oyu yarın başka bir partiye verebilirler. Bize oy vermeyenleri bu şekilde kategorik olarak olumsuz nitelemeye devam edersek, korkarım, siyasi düşünce farklılıklarından dolayı bölünme olgusunu ailelere kadar yaygınlaştırabiliriz.

Her demokrat, partilerin, kendi programlarını anlatmak için seçim propagandası yapmaları için çaba göstermelidir. Politik yaşam böylelikle yürütülecek politikalar için milletten yetki almak ve bu yetkiyi yetki verilen doğrultuda kullanmak asıl konusuna gelebilir.  

*2011 seçimleri propaganda dönemi.

2011 yılında yapılan genel seçimlerin propaganda dönemi  olumsuz propaganda geleneğimizin tipik bir örneği olmuştur.

2011 yılında siyasetin iki temel konusu vardı. Yeni bir Anayasa ihtiyacı ve Güneydoğu Bölgesinde yıllardır süren kan ve gözyaşının nasıl durdurulacağı. Seçimlerin halktan yetki almak amacıyla yapıldığı bir ülkede, diğer bir deyişle demokratik bir ülkede, seçim propagandalarının ana temasının bu iki konu olması gerekirdi. Siyasi partiler bu iki ana konudaki yaklaşımlarını ve çözüm önerilerini halka anlatmalı ve yetki istemeliydiler.

Bu iki temel konu propaganda süresince en az bahsedilen konular olmuştur. Bunun yerine; soy-sop, boy-pos, alevi-sünni , şerefli-şerefsiz ve kaset tartışmalarıyla halktan oy istenmiştir. Böyle bir propaganda şekli halkı aşağılamaktır. Bu anti-demokratik yaklaşıma dur demesi gereken de halkın kendisidir. Halk dur demediği ve alkışladığı sürece; bu kolaycı, kavgacı, ayrıştırıcı propaganda yöntemleri gündemde kalmaya devam edebilir.

*Siyaset karıştırılmayan seçim.  

Bir mizah dergisinde (ZAYTUNG) 2011 yılı seçimleri propaganda dönemini tanımlayan:  

"Halk seçimlere politika karıştırılmamasından memnun"

esprisi acı bir gerçeği yansıtmaktadır. O gerçek halksız demokrasi denemesinin devam etmekte olduğudur. 

 
Toplam blog
: 82
: 1739
Kayıt tarihi
: 04.05.13
 
 

Emekli pilotum. 1950 yılında Polatlı Çekirdeksiz köyünde doğdum. İlkokulu köyde ve Polatlı'da, li..