Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mart '21

 
Kategori
Anne-Babalar
 

Çöpteki cenin

Bu yazıyı lütfen okumayın. Bu bir pazarlama stratejisi değil. Gerçekten de sadece kendim için yazdım. Eğer okumaya devam eden olursa, bilsin ki çocuğunun telefonunu karıştıran veliden veya eşinin günlüğünü okuyan kıskanç kocadan bir farkınız kalmaz. Aşağıda, kendimle yüzleşmelerim var. Kendime karşı bu sefer çok acımasız olacağım, kararlıyım. Kendime ait olan bir hazineyi çaldım ve çöpe attım. Bir nevi çöp karıştıracağım. Kötü kokular yükselecek, midem bulanacak, ağlayacağım belki. 

İstenmeyen bir bebeğin hazin sonu gibi çöpe atılmış cenin misali yazı yeteneğimi kendi çöplüğümden bulkup çıkarmam lazım. Farkettim ki, yazı yazmadan ben ben değilim. Tam tersi daha doğru belki de yazı yazdığımda kendimi buluyorum. Hayata neden geldin, seni ne mutlu ediyor, bu dünyadaki amacın nedir? sorusunu soran psikiyatristime verecek tek cevabım vardı: yazı yazmak. Çöpteki ceninim, benim yaşama şansı vermediğim de yazı yeteneğim işte. Onu bulup, suni teneffüsle mi yaşar, yaşam destek ünitesine bağlamakla mı, yoksa organlarımdan birini mi vermem gerekecek bilmiyorum, tek bildiğim gerçek onu bulmam ve yeniden canlandırmam gerektiği...

İzin verin bundan sonrasına tek başıma devam edeceğim.Bundan sonrasında eğer yeni yazılarımı yüklersem buraya bilin ki, aşağıda yazdıklarım sonucunda yüzleşmeden galibiyetle ayrılmışım. Yeni yazı bulamazsanız siz de bana esaslısından bir küfür sallayın gitsin. Kendisine saygısı olmayana başkaları neden saygı duysun ki...  

Bir elimle yüzümü kapatarak, bu yazıyı kaleme almaya çalışıyorum. Çünkü, bütün benliğimle kendimden utanıyorum. Adına ister doğa, ister evren, ister Allah deyin bir insana bahşedilmiş en önemli hazinelerden biri olan yazma yeteneğine sahipken, neden bugünkü noktaya geldim bilmiyorum. Kişisel bloğuma, yazı yazdığım sitelere ve Milliyet bloğa yazı yazmayalı neredeyse 2 yıl olmuş. 'İflah olmaz yazar' demişim bir de Milliyet Blog profil tanıtımıma...Bunun adı ihanet değil de nedir? Kendi kendime ettiğim bu ihanetin bedelinin ne olduğunu geç de olsa anladım. Yeteneğimi kaybetmekle ödüyorum bedelini. Fikirsel kabızlık çekiyorum feci halde, özürlü okur-yazar mı demeli bilmem ki...En ağır hakaretleri sıralamak istiyorum kendime karşı. 

Psikologlar, 'günlük yazın' der ya danışanlarına, belki de şu anda yazı yazmamamla, yeteneğimi hafife almamla ve sonuç olarak da artı yazı yazamama halimle ilgili itiraflarımı kaleme alarak kendimle yüzleşiyorumdur. Şimdi bir sürü bahane sıralanabilir. Pandemi derim, hastalıklar, ölenler, gündelik koşturmacalar, işyerindeki sorunlar, ergenimle yaşadıklarım, ailesel sıkıntılar sayarım da sayarım. Ama daha saymadan bunların hepsinin tipik bir kendini kandırma safsatası olduğunu bliyorum. Oradan girecek olursam, karşıt düşünceler de üretebilirim. 2 yıl öncesinde neredeyse tüm zamanımı iş alıyordu.Kızım da daha küçüktü. Kendime ayıracak zamanım hiç yokken bile oturup yazı yazabiliyordum. O halde zaman veya hayatın getirdiği sıkıntılar mazeret olamaz.

Yazmayı sevmiyor muyum artık? Bilakis, şu anda bile duyduğum tatmin duygusu yaşadığımı hissettiren cinsten. Yazacak bir şey mi bulamıyorum? Türkiye'de ? Bu mümkün mü? Bir taraftan mümkün. Neredeyse tüm özgürlüklerimizi kaybettiğimiz için. Korkuyoruz. Etrafımızı saran muhbirler ordusundan, iktidara yaranma gayretkeşliğinden çok korkuyoruz. Tepki verme özelliğimizi kaybettik. Her ne olursa olsun ölü taklidi yapıyoruz çoğumuz. Yapmayanlar, ağır bedeller ödüyor. Patrondan korkuyoruz, işten atılmaktan korkuyoruz, atılsak da bir daha iş bulamamaktan korkuyoruz, dışlanmaktan korkuyoruz. hadi bunları sineye çektik diyelim, ailemizin başına bir şey gelmesin diye çekiniyoruz. 

Diğer yandan yazacak şeyler cenneti bu ülkede, korkmadan, yani suya sabuna çok dokunmadan da elbette yazacak çok şey var. Ben mesela deneyim aktarımlarını seviyorum. Ben, başkalarının deneyimlerini okumayı seviyorum, belki ben de deneyimlerimi yazabilirim. Çocuk yetiştirme deneyimlerimi topladığım bloğumda olduğu gibi...Edebiyat, tiyatro, sinema eserleriyle ilgili yazabilirim. Gündelik hayata ilişkin bir şeyler bulunabilir. Veya hobilere yönelik şarap, bira yapımı, farklı lezzetler olabilir. 

Sosyal medya çıktı ya ortalık er meydanına döndü. Eleştirmiyorum, haddim değil de, ne cevherler varmış bu ülkede. Herkes yazar çizermiş meğer. Pazarlardaki 'ne alırsan 15 lira' tezgahları gibi seçmece bunlar. Kendimi o pazar yerine de ait hissedemiyorum. Onları sadece seyrediyorum. İz bırakmayan dahası çoğu katkı koymaktan uzak, popülizm kokan hareketler diye bakıyorum. Bana hitap eden bir tarafı olmadığı için o piyasanın üreticisi konumunda göremiyorum kendimi.

Beni tekrar yazmaya iten şey sanırım kıskançlık. Eğer yazsaydım, bu konuda inatçı davransaydım, bugün kıskançlıkla okuduğum yazarların arasında belki ben de olacaktım. Onları çok kıskanıyorum. Kurguladıkları hayatın içine yazmaya dair çok unsur koyabildikleri için, yazarak kendilerini, düşüncelerini en iyi şekilde ifade etmeyi sürdürebildikleri için, okumayı sevmeyen bir topluma yeniden okumayı sevdirdikleri için ve ben onlar gibi olamadığım için kıskanıyorum. İşte bu kıskançlık, beni güdüleyen temel motivasyonlardan biri sanırım.

Şuraya son söz olarak 'bundan sonra söz düzenli yazacağım' diyebilmek isterdim doğrusu. Ama bu yüzleşme yeterli olur mu bu kadar iddialı sözler etmeme şimdilik bilmiyorum.

Yazı yazmamanın içimde yarattığı boşluğu doldurmak için yazmaktan başka çarem olmasa da düzenli yazıp yazmayacağımı bilmiyorum.  

 
Toplam blog
: 17
: 98
Kayıt tarihi
: 22.12.14
 
 

1995 yılından bu yana yerel ve ulusal medyada çeşitli pozisyonlarda çalıştı, 1997 yılında kendi t..