- Kategori
- Güncel
Çözüm süreci mi çözülme süreci mi?

Son günlerde ülke gündeminin en sıcak tartışma konularından birisi terör sorunu ile ilgili olarak ortaya konulan bazılarının çözüm süreci, bazılarının çözülme süreci diye isimlendirdiği çalışmalar, faaliyetler veya adına kim her ne diyorsa. Çözüm süreci olarak niteleyenler yapılan çalışmaları sahiplenirken çözülme süreci olarak niteleyenler ise tamamen karşı çıkıyorlar. Ülkemizdeki hemen her konu gibi bu konu da tamamen duygusal bir bakış açısı ile tartışılıyor.
Yaşanan sürecin nasıl tanımlanacağını belirlemek özellikle toplumdaki sıradan vatandaş açısından tamamen bilgiye dayalı bir temele dayanmamaktadır. Çözüm süreci de denilse, çözülme süreci de denilse bu nitelendirmeyi yapanlar konu ile ilgili net bir bilgiye sahip değil. Hemen herkes siyasi anlamda düşüncelerine, görüş ve değerlendirmelerine değer verdiği kişi, grup veya teşekküller, siyasal partiler ne söylüyorsa aynısını tekrar ediyor. Bu durum da tartışmaları gerçek boyutundan alıp siyasal kamplaşma boyutuna götürüyor. Siyasiler de buradan kendilerine bir menfaat devşirmenin peşindeler. Adeta dumanlı havada herkes bir şeyler avlamaya çalışıyor.
Ülkemizdeki terör sorunu ile ilgili olarak herkesin kendince bir takım düşünceleri, kanaatleri, algıları, tutumları mutlaka vardır. Zira otuz yıl gibi bir zaman dilimi içinde ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel bir çok alanı etkileyen önemli bir sorun. Böylesi bir sorunun etkisinin de bu kadar geniş olması çok doğal.
Sorunu tanımlama sürecinde de tıpkı süreci tanımlamadaki çelişkiler, tartışmalar, farklı değerlendirmeler söz konusu. Bazısı Kürt Sorunu derken, bazısı terör sorunu, bazısı bölücülük sorunu diye nitelediği sorunu yine kendince ele alıp değerlendiriyor. Süreci ve sorunu nasıl tanımlarsanız değerlendirmeye alınış biçiminiz de buna göre değişiyor. Daha henüz sürecin başında kategorik bir yaklaşımla bir grubun içine sokuluyorsunuz ve bu andan itibaren de duygusal bir bakış açısıyla muhatap oluyorsunuz.
Süreci veya sorunu tanımlama sürecinde özellikle yaşadığı dar çevrenin dışına çıkamamış bireylerin çok daha fazla duygusal tepkiler verdikleri görülmektedir. Ülkemiz oldukça geniş bir coğrafyaya yayılmış, nüfusu son zamanlarda kısmen artmış olmakla birlikte hala kilometrekareye düşen kişi sayısı açısından tenha sayılabilecek bir durumda. Bölgeler itibariyle çok farklı etnik ve kültürel farklılıkları olan insan gruplarının yaşadığı bir yer. Bölgeler arası ekonomik gelişim farklılığı oldukça fazla. Toplumu oluşturan sınıflar arasında derin ekonomik uçurumlar var. Eğitim seviyesi itibariyle hala dünya ortalamalarının çok altında. Alt yapı hizmetlerinin yaygınlaştırılması konusunda hala çok büyük eksiklikleri var. Siyasal istikrar dönem dönem farklılık arz etmekle birlikte uzun yıllar boyunca olmamış. Ülke içinde ortak bir değer etrafında herkes tarafından tartışmasız kabul edilmiş bir durum neredeyse yok gibi. Toplumu oluşturan gruplar, bireyler birbirine yeterince güvenmiyor. Herkes bir diğerini yaşam şekli için, siyasal geleceği için, kültürel yaşayışı için tehlike görüyor. Ülkedeki yönetsel sorunlar topluma hizmet için oluşturulmuş kurumsal yapıları da olumsuz etkiliyor. Bu nedenle de adalet, sağlık, güvenlik, eğitim gibi hemen tüm hizmetler önemli sorunlarla boğuşuyor. Tüm bu sayılanlar ülke içinde birlik, beraberlik duygusunun önünde önemli engeller olarak duruyor. Böylesi bir ortamda terörün, çatışmanın, kavganın olması gayet doğal.
Ekonomik, sosyal, eğitsel, kültürel, siyasal gelişim farklılıkları toplumu oluşturan bireyleri önemli oranda olumsuz etkiliyor. Geçmişte yaşanan sorunlar uzun yıllar görmezden geline geline bu güne miras olarak kalmış durumda. Tarihi gelişim süreci içinde hiçbir sorun görmezden gelinemiyor. Bu gün kabul etmediğiniz sorunlar yarın karşınıza mutlaka çıkıyor. İçinde yaşadığımız tartışma alanları da bunun bir örneği.
Yaşananlara ilişkin haklı veya haksız diye bir değerlendirmeye gitmeden doğudan da olsa batıdan da olsa hemen herkesin ülke şartlarını içinde bulunduğu ortamı, çevreyi dikkate alarak tüm ülkeye yönelik genel bir değerlendirme yapmaması gerekiyor. Gazetelerden, televizyonlardan duyulan, dinlenen olaylara, haberlere, yorumlara ve değerlendirmelere bakılarak hiçbir yer, kişi, grup veya olgu hakkında yargıya ulaşılmaması gerekiyor. Böyle yapılırsa mutlak surette yanılgıya düşülecektir. Özellikle sosyal olayların gerekçelerini tek bir nedene, kişiye, duruma veya olaya bağlamamak gerekiyor. Toplumsal düzeyde yaşanan her olayın, olgunun mutlak surette çok boyutlu olduğunu dikkate almak gerekiyor. Osmanlı tarihi ile ilgili değerlendirmeler yapan bir tarihçi özellikle Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devletinin yıkılışı sürecinde Enver-Cemal ve Talat Paşaları suçlama yapılması ile ilgili olarak güzel bir açıklama, değerlendirme yapmaktadır. Bu tarihçimize göre tarih boyunca varlığını sürdürmüş toplumların kurdukları devletler bir binaya benzetildikten sonra bir devleti tek bir kişi kurup bina etmediği gibi tek bir kişi veya birkaç kişi de yıkamaz demektedir. Toplumu oluşturan her birey yapıp ettikleri ile bu binanın kuruluşuna veya yıkılışına katkıda bulunur. İyi, güzel, doğru ve adaletli işler yaptıkça devlet binasının duvarlarına tuğla koymakta, devleti oluşturan binanın temellerini, duvarlarını sağlamlaştırmaktadır. Tersine olumsuz, kötü davranışlar yapan, haksızlık ve adaletsizlik yapan, zulüm işleyen veya üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmeyen her birey de devlet binasının duvarlarından tuğlaları koparmakta, temelin güçsüzleşmesine katkıda bulunmaktadır. Yıllar boyu ortaya konulan tüm bu çabalar devlet binasını güçlendirmekte veya tersine güçsüzleştirmektedir. Dolayısı ile içinde bulunduğumuz toplum ve devleti oluşturan bireyler olarak herkes duvardan tuğla mı koparıyor tuğla mı yerleştiriyor bakması gerekiyor. Yaşananlardan hemen herkesin mutlaka bir payı vardır. Bu nedenle birilerini suçlamak yerine birey olarak neler yaptığımıza bakmamız gerekiyor.
Ülkemizin doğusundan batısına her yerinde ekonomik, sosyal, siyasal bir çok temel sorunların olduğu bir gerçek. Terör konusu da tüm bu yaşananların bir sonucu olarak ortaya çıkan en önemli sorunlardan birisi. Ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlar ülke çapında her yerde var olduğuna göre neden doğu-güneydoğu da terör oluyor da başka yerlerde olmuyor sorusu sorulabilir. Bunu söyleyen kişilerin tarihi süreç içinden geçerek günümüze kadar uzun bir yolculuk yapması, doğu-güneydoğu coğrafyasını çok iyi bilmesi, ülkenin dış politikası yanında çevre ülkelerin durumlarını, ülkemizin geçmişten bu yana yönetim anlayışı ve yönetim uygulamalarını, terörün yaşandığı yerlerdeki ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, eğitsel yapısını çok iyi incelemesi, bilmesi gerekiyor. Bunları yapmaksızın yapılacak değerlendirmeler tamamen eksik ve yanlış olacaktır.
Hem doğu-güneydoğuda hem de batıda belli bir süre yaşadığınızda iki tarafın şartlarını, anlayışını tanıma şansı bulduğunuzda ve geçmişten bu güne yaşananlara ilişkin bilgi sahibi olduğunuzda terör sorunu ve çözümleri konusunda daha gerçekçi görüşlere sahip olabilirsiniz. Var olan terörü tek bir tarafın üzerine yıkma kolaycılığından kaçınmak gerekiyor. Tıpkı yukarıda değerlendirmelerine yer verdiğim tarihçinin söylediği gibi geçmişten günümüze herkesin bu sorunda mutlaka payı bulunuyor.
Türkiye toprakları üzerinde farklı ırklar, farklı kültürler, farklı diller inkar edilmez bir gerçektir. Tarihten bu yana bu herkes tarafından kabul edilen bir olgu olduğu gibi günümüzde de bunun inkarı mümkün değildir. Ülke sınırları içinde herkes Türk’tür anlayışı, tanımlaması, nitelemesi çok da tutarlı olmamaktadır. Tarihi değiştirmek mümkün olmadığı gibi değiştirmeye çalışmak da doğru değildir. Herkes hangi ırk, dil ve kültür çevresine sahip olursa olsun kimse bunu seçme imkanına, şansına sahip değildir. Bu nedenle inkar etme, dönüştürme, yok etme çabası yerine anlama, anlaşma, işbirliği yapmanın yollarının bulunması gerekiyor. Dünyada bunu başaran ülke sayısı hiç de az değil.
Neden terör yapılıyor, neden dağa çıkılıp terörist olunuyor, neden askere, devlete karşı silah çekiliyor soruları pek çok kişinin aklına haklı olarak takılıyor.
Geçmişte farklı dil, kültür ve ırk anlayışı her dönemde kabul edilmiş bir gerçekti. Bu gün de bunun inkarını savunmak mantıklı ve tutarlı bir davranış değildir. Kabul etseniz de etmeseniz de yaşadığı çevrede bu farklılıklarını sürdüren insanlar hep vardı bundan sonra da olacaktır. Geçmişteki devlet anlayışının ortaya çıkardığı olgular bu günü de etkiliyor. Osmanlı Devleti’nin yıkılışı sonrası her ne kadar yeni bir rejim, yeni bir toplum, yeni bir yönetim kurulmuş da olsa var olan sorunlar olumlu bir şekilde çözülmediği sürece varlığını kaybetmeyecektir. Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan katı yönetim politikaları o zamanlar için belli bir süre geçerliliğini korumuş olabilir. Ancak yok olmayan sorunlar görünmüyor gibi görünse de gücünü artırarak devam ettirmiştir. Bu gün de benzer şekilde farklı düşüncedeki insanlar, geçmişte yapılanları, yaşananları sorun olarak görüp eleştiren insanlar söz konusudur. Bu tür insanları ya sev ya terk et anlayışı ile bir yerlere gönderemezsiniz. Farklı düşünce, bakış açısı fırsat bulduğu her ortamda ortaya çıkma eğiliminde olacaktır. Bu gün sorun olarak ortaya çıkan tartışmalar geçmişte de vardı. Ancak geçmişte bunlar sorun olarak dile getirtilmiyordu. Dile getirilmeyen sorunlar varlığını güçlenerek sürdürdü. 1960 askeri ihtilali yapıldığında askeri rejim iki önemli sorunu kendisine dert edinip çözme iddiasını açık bir şekilde dile getirmiş olduğu tarihi kitaplarda yazmaktadır. Bu iki sorundan birisi din sorunu ikincisi ise bölücülük adı altında Kürt sorunudur. Güya askeri rejim dinde reform çalışmaları ile din sorununu çözerken doğudaki Kürt aşiret liderlerini on-onbeş yıl sürgüne göndererek, ülkenin belli yerlerinde özellikle batıda zorunlu ikamete tabi tutarak bölücülüğü çözebileceğini düşünmüş ve buna göre hareket etmişti. Daha önceki yıllarda da farklı projelerle farklı çalışmalarla benzer sorunlara yaklaşıldığı görülmektedir.
Terörün varlığının en önemli nedenlerinden birisi bu anlamda kendince sorunları tanımlamak ve çözmeye çalışmaktır. Zora dayalı bir çözümle sorunların çözülebilmesi mümkün görünmemektedir. Doğu-güneydoğu yıllar boyu devlet tarafından sürgün bölgesi olarak görülmüştür. Sürgün yeri olarak görülen bu bölgelere hizmet götürülmemiş olduğu gibi özellikle cehaletin yaygınlaşmasının hoş görülmesi gerektiğine dair devlet yöneticilerinin değerlendirmelerinin olduğu görülmektedir. Tabiatın boşluk kabul etmemesi gibi devletin sahipsiz bıraktığı yerleri birileri kendilerince dolduracaktır. Devletin gözünde kendisini değersiz gören insanlar elbette kendilerince çözümleri üreteceklerdir. Yok sayılmaya çalışılan anlayış bir süre sonra kendisi için savaştığını söyleyen grupları gönüllü veya gönülsüz destekler duruma gelecektir. Terör gruplarının doğu ve güneydoğuda yerel vatandaşların desteği olmaksızın var olabilmesi, hareket edebilmesi mümkün olmadığına göre oralardaki insanlar bu grupları bir şekilde destekler duruma gelmiştir, getirilmiştir. Uzun yılların getirdiği yaşam şekli bir süre sonra hayatın bir gerçeği durumuna dönüşmektedir. Alt yapı sorunlarına yönelik iyileştirme çalışmalarına veya yatırım imkanlarının geliştirilmesine rağmen hala neden terör desteği var sorusu soruluyorsa yıllar boyu için için yanmakta olan bir yangının bir anda sönmesini beklememek gerekiyor. Üstelik bu çalışmalar terör olaylarını sona erdirmenin bir gerekçesi olarak yapıldığı anda terör olaylarının sonuç verdiğini gören insanlar bu tür olaylara daha fazla sarılmaya başlayacaktır. Üstelik yıllar boyu var olan yaşam şekli sonuçta kendine uygun bir toplumsal alt yapı oluşturmuştur. Var olan ortamdan beslenen, menfaat sağlayan kişi ve gruplar sürecin sona erdirilmesini de istemeyeceklerdir.
Teröre ilişkin çözüm çalışmaları veya sorunlara ilişkin değerlendirmeler bir yazının sınırları içine sığmayacak kadar kapsamlıdır. Daha sonraki yazılarda da bu konularda değerlendirme yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Soru, görüş ve değerlendirmeleriniz için…
Ahmet Hikmet