Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Temmuz '14

 
Kategori
Güncel
 

Cumhurbaşkanlığı seçimi ve kaynayan Ortadoğu kazanı

Cumhurbaşkanlığı seçimi ve kaynayan Ortadoğu kazanı
 

Ekmeleddin İhsanoğlu, eşi, iki oğlu ve gelini.


Okumuş, yazmış, deneyimli ve kültürlü kişilerin bile kafası karışık Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda. Bu belki de en çok bu, AKP'nin ve adayı Recep Tayyip Erdoğan'ın işine geliyor.

Birkaç gün önce CNN Türk'te Taha Akyol'un Cumhurbaşkanı adayı Profesör Ekmeleddin İhsanoğlu ile görüşmesini, özellikle basında ve sosyal medyada yazılıp çizilenlerden, tanıdıklarla yaptığımız tartışma ve söyleşilerden kendimi soyutlayarak izledim. Edindiğim genel izlenim, Ekmeleddin İhsanoğlu'nun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın benzeri değil, zıttı bir seçenek olduğu yönünde.

Erdoğan'ın tersine, sakin, yumuşak, ılımlı (kavgacı ve saldırgan olmayan) bir ses tonu ve tarzı var İhsanoğlu'nun. Siyasetçi değil; bilim insanı ve akademisyen... Örtüşen tek nokta, baştan beri sürekli vurgulanan İhsanoğlu'nun İslam İşbirliği Örgütü Genel Sekreterliği görevinden ve başka şeylerden ötürü din ve islamiyet olsa da, ben aynı kanıda değilim. Çünkü her iki adayın din, laiklik, islamiyet konusundaki bakış açıları ve tutumları da epey farklı görünüyor. En yalın örneğiyle bu eşlerinin giyim tarzı ve görünüşlerinden belli. İhsanoğlu dindarlığını fazla vurgulamamaya özen gösterirken, Erdoğan'ın adaylık konuşması başlı başına tam anlamıyla İslamiyeti, kutsal duyguları propaganda amaçlı kullanma belgesi. (Ekmeleddin İhsanoğlu'nun bugün, seçim kampanyası, sav sözü ve logosunun tanıtımı için düzenlenen toplantıda okuduğu basın bildirisini, dinsel vurgular ve Fatiha'lı açılış nedeniyle öykünmeci bulunup, eleştiriyorum...)

Son birkaç hafta içerisinde tuttuğum notlara göz atınca, İhsanoğlu'nun bazı önemli başlıklara ilişkin görüşlerini şöyle özetleyebilirim:

Başkanlık Sistemi: Bizler üniversitedeyken Anayasa Hukuku hocamız Mümtaz Soysal'dan, Siyaset Bilimi hocamız Ahmet Taner Kışlalı'dan, Siyasal Tarih hocamız Şükrü Sina Gürel'den, Başkanlık sisteminin Türkiye'ye niçin uygun olmadığını dinledik, öğrendik. O yüzden ne zaman bu konu, geçmişte Turgut Özal, günümüzde Recep Tayyip Erdoğan tarafından gündeme getirilse, demegoji malzemesine dönüşmüş, kısır döngüden başka bir şeye varmayan konulara takındığım tavrı takınırım. Nitekim, İhsanoğlu'da bu konunun, Türkiye'de temcit pilavi misali (Bu benim benzetmem) sürekli gündeme getirilen, ama sonuca bağlanmışken, yine gündeme getirilip tartışılmaya başlanan konular gibi, tartışılıp çözümlenmesi gerektiğini belirtiyor. O da ABD'de kurulduğundan beri var olan Başkanlık Sistemi'nin daha çok Avrupa'daki parlamenter sisteme benzerlik gösteren Türkiye'de uygulanamayacağının altını çiziyor. Çünkü, Türkiye'de bu sistemin altyapısı yani, sistemi gerektirecek, tarihsel, toplumsal, siyasal bir süreç yok. "Sırf birileri istiyor diye Türkiye'ye başkanlık sistemi getirilmeye çalışılırsa, ucube gibi bir şey olur" sözleri İhsanoğlu'nun görüşlerini özetlemeye yetiyor.

Alevilik ve Cemevleri: Diyanet İşleri Başkanlığı ve laikliğin Anayasa'da bulunduğunu belirterek konuya giren İhsanoğlu, buna uygun düzenleme yapılması gerektiğini söyledi. Aleviliğin tarihsel ve toplumsal bir gerçek olduğunu anlatan İhsanoğlu " Devlet, yurttaşlar arasında ayrım yapamaz, cemevlerine sıcak bakıyorum" derken, Madımak ve Maraş olaylarının ülkemizde bir daha yaşanmaması gerektiğini vurguladı.

Cumhurbaşkanlığı: İhsanoğlu, cumhurbaşkanının, çözümsüzlüklerde hakemlik yapabilecek "Akil" bir kişi olması gerektiğini, belli bir kesimin adayı ve temsilcisi olmaması gerektiğini belirtirken, aslında kendisi ile Erdoğan arasındaki farkı da vurguluyor gibiydi.

İhsanoğlu, dindar bir ailede yetiştiğini belirterek "Geleneklerimiz, kültürel değerlerimiz konusunda muhafazakarım. Fen eğitimi almış biri olarak da bilimden ve rasyonalizden yanayım. Dünyaya açılmış bir insan olarak; dini, bilimi, geleneksel olanı, çağdaşı, ulusal ve evrensel değerleri bağdaştıran bir insanım" şeklinde kendisini tanımlıyor. Bu bağlamda İhsanoğlu, kalıplaşmış deyişle "Herkesi kucaklayan", uzlaştırmacı, bütünleştirici bir kimlik sergiliyor.

Hükümetin desteğiyle, İslam Konferansı'nda Asya Grubu'nun 3 adayı arasında yer aldığını, üye ülkelerin dışişleri bakanlarının oylarıyla, 30 oy alarak (oy birliğiyle) Genel Sekreterliğe seçildiğini anlatan İhsanoğlu, 40 yıldır ilk kez bir genel sekreterin oymalayla seçilmesinin ve bunun Türk olmasının tarihi bir olay olduğunun altını çizdi. Ardından da ekledi: Ben AKP'ye karşı değilim.

Ortadoğu ve dış politika

Deneyimli diplomat Ekmeleddin İhsanoğlu, Türkiye'nin özellikle Ortadoğu'da izlemesi gereken siyasete ilişkin önemli ip uçları da verdi. "Ortadoğu'da Türkiye taraf tutmamalı. Tüm kesimlerin varlığını gözetmeli, uzlaştırıcı, barışçı bir rol üstlenmelidir... Türkiye, İsrail'i ilk tanıyan ülkelerden biridir. Çünkü çıkarları buna bağlıdır... Ortadoğu'da kimse Türkiye'yi karşısına almak, Türkiye'nin gazabıyla karşılaşmak istemez... Bunu da bilmeliler" diyerek, Işid konusuna da değinen İhsanoğlu, "Işid'in rehineleri bırakacağını biliyordum... Ama, niye Türkiye'nin Beyrut'taki pilotları rehin tutuldu, Konsolosluktakiler ve şöförler rehin alındı... Bunları düşünmek lazım" dedi. Yani, dış politikada bazı yanlışlar yapıldığına işaret etti. (Yazımızın sonunda, ayrı bir başlık altında Ortadoğu ve Türkiye'ye ilişkin bazı notlar aktaracağım. Şimdi, Cumhurbaşkanı Adayı İhsanoğlu'nun görüşleriyle konuya devam edelim.)

Mısır'da büyümüş ve üniversite eğitimi almış bir akademisyen ve diplomat olarak İhsanoğlu'nun "Arap Baharı" diye adlandırılan sürece ilişkin görüşleri de, nesnel ve sağ duyulu bir bakış açısını yansıtır nitelikte.

"Nasır darbesinin Mısır'a ne büyük zararar verdiğini, geri götürdüğünü gördüm. Darbelere karşıyım" diye söze başlayan İhsanoğlu, sürecin "Arap Baharı" değil; "Arap diktatörlerin Sonbaharı" olarak adlandırılabileceğini, Arap Baharı'na daha çok uzun zamanın ve sınavların bulunduğunu dile getirdi. 

Şansı – bence - yüzde 50

Ekmeleddin İhsanoğlu'nun özellikle "Ulusalcı", "Laik", "Kemalist" diye nitelendirilen kesimler ve kadın seçmenlerin kafasındaki soru işaretlerini silmeye, şimdiye kadar ki açıklamalarınının yanı sıra bugünkü seçim bildirgesi yeterli midir, bilemiyorum. Ancak, benim açımdan, eşi Füsun İhsanoğlu'nun eğitimi, giyimi, tarzı (Ve İhsanoğlu'nun "Başörtüsü gelenekten gelir" sözü) önemli ipuçları içeriyor.

Yine de çok değerli kadroları bünyesine barındıran CHP ve MHP, kendi içinden (çoğumuzun adını ilk kez duymadığı) birer aday çıkarabilirdi. Yıllardır, AKP'nin adayını seçtirmemeye yoğunlaşırken, kendi adaylarını seçtirme konusuna yeterince eğilemeyen muhalefetin, bu kez aynı yanlışı yapmayacağını umuyorum.

Daha şimdiden internet kullanıcıları arasında önemli bir sitede yapılan ankete göre; Ekmeleddin İhsanoğlu oyların yüzde 45'ini (8350 kişinin tıklamasıyla) almış görünüyor. Recep Tayyip Erdoğan ise 6866 oyla, yüzde 37 oranına sahip. 1008 oy alan Selahattin Demirtaş yüzde 6 oranında oy almış. Kararsızların oranı ise yüzde 12. Buna göre; ilk turu kesinlikle kazanacak iki aday, İhsanoğlu ve Erdoğan arasındaki ikinci tur yarışında, kararsızlarla birlikte BDP ve HDP'lilerin oyu önem kazanacaktır. Öte yandan; ikinci turda BDP'li ve HDP'li seçmenlere yönelik vaadler ve tavizlerin belirleyici olacağını da öngörmek pek zor değil.

Yukarıda verdiğim anket sonuçları bile; astığı astık, kestiği kestik, esip gürleyen, kaba dayı tipli lider tipine alışkın Türk halkının tercihleri açısından şaşırtıcı bir sonuç ve önemli bir gösterge sayılabilir.

"İyi olan kazansın!" diyeceğim ama; siyasette sonuçlar bu söze uymuyor çoğu kez. Siyaset ve demokrasi tarihimiz açısından son derece önemli olan Cumhurbaşkanlığı seçiminin ve yeni Cumhurbaşkanımızın "hayırlı" olmasını dilerken; her şey olacağına varsa da siz önce oyunuzu kullanın, sonra tevekkül edin önerisinde bulunmam kaçınılmaz. Ben şimdiki duruma göre; iki adayın yarı yarıya seçilme şansı olduğu kanısındayım. 

***

İsrail, AKP ve Barzani aynı çizgide 

Yıllar önce Banu Avar'ın bir yazısına gönderme yaparken; AKP, PKK ve BDP'nin aynı çizgide buluştuğunu yazmıştım. Son birkaç haftadır, başlıkta adı geçen kişi ve makamların açıklamaları, bu kez AKP'nin, İsrail'in ve Mesut Barzani'nin, Irak'ın bölünmesi ve kuzeyinde Kürdistan Devleti'nin kurulmasını benimsediklerini gösteriyor.

AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Hüseyin Çelik, yabancı basına yaptığı açıklamalarda; Kürt devletinin kurulmasına, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin karşı olmadığı yönünde konuşurken, Irak'ın bölünmesini, Kürdistan'ın coğrafi bir bölge olmaktan çıkıp, bir Kürt devletinin adı olmasını Türkiye'nin normal, doğal karşılayacağını işaret ediyor.

Türk hükümetiyle sözbirliği etmişçesine, aynı dönemde İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, savaşan Kürtlerin kendi bağımsız devletlerini kurmaya hakları olduğunu belirterek, bölgede bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasına destek verdiklerini açıklıyor. İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres de, Haziran sonlarında ABD'ye yaptığı ziyaret sırasında, Kürt devletinin fiilen kurulduğunu söylüyor.

ABD'nin Irak işgali sonrasında bağımsız devlet kurma isteklerini yaşama geçirmeye başlayan Kürtler, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimini Mesud Barzani başkanlığında, "bağımsız Kürdistan" devletinin "resmen" kurulması için Erbil parlamentosunda düğmeye bastı. Yani, Işid bu bağlamda, Banzani'nin ve bağımsızlık isteyen Kürtlerin ekmeğine yağ sürmüş oldu. 

Çifte standart ve yorum farkı

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Grup Başkanvekili Yusuf Halaçoğlu'nun Deutsche Welle sitesine yayımlanan haber-yorumdaki, konuyla ilgili açıklaması da dikkatimi çekti: Yusuf Halaçoğlu, “Saddam sonrası dönemde yapılanlar, bugün IŞİD’e gerçek anlamda karşı çıkılmaması, petrol bölgelerinin yeniden paylaşılması gibi etkenler bugün ülkeyi parçalanmanın eşiğine getirdi. ABD ve AB’nin de Kürdistan’ın bağımsızlığı konusunda mutabık olduğunu düşünüyorum” demiş. Yazıda aynen şu anlatım yer alıyor: Aynı zamanda Türk Tarih Kurumu eski başkanlarından olan Halaçoğlu, Kürdistan’ın bugüne kadar bağımsızlığını ilan etmemesinde “nihai sınırlara ulaşmamış olmanın” etkisine dikkat çekiyor. Halaçoğlu'nun 'Deutsche Welle Türkçe’ye yaptığı bu açıklama, DW'nin sitesinde "MHP'den Kürt devletine yeşil ışık" ara başlığı ve yorumuyla değerlendiriliyor.

Oysa, Halaçoğlu, "Kürdistan kapsamına Türklerin yoğunlukta olduğu Telafer ve Kerkük'ü de katan Barzani'nin, aslında Arap direnişi ve Işid nedeniyle kontrol sağlayamadığı Musul'u da hedeflediği"ne gönderme yaparak, bir bakıma uyarıda bulunuyordu sanırım. ABD ve AB desteğindeki Barzani'nin, Kürdistan sınırlarını Suriye, İran ve Türkiye'nin bazı bölgelerini de kapsayacak şekilde genişletme niyetinde olduğu bilinen, yazılıp, çizilen, tartışılan ve ciddi raporlarda öngörülen bir amaç.

Yaşanan süreçte, hem ülkemiz ve devletimiz hem de uluslararası hukuk, siyaset, insan hakları ve vicdani açılardan rahatsızlık yaratan iki önemli konunun altını çizmek şart:

İlki; Irak'taki bölüneyi ve Kürdistan Devleti'nin kurulmasını, normal ve makul karşılayanlar, aynı durum Türkiye için söz konusu olduğunda da benzer bir yaklaşım mı sergileyecek? Bu gelişmeler, Türkiye'nin bölünmesi ve bazı topraklarının kurulacak Kürdistan devletine dahil olmasının ön hazırlıkları olarak mı algılanmalı? Türk Halkı tüm unsurlarıyla buna mı alıştırılmak isteniyor? Düşünce bazında karşı çıkılmayan öngörüler, somut gerçeklere dönüştürülmeye başlandığında nelerin olabileceğini farkında mıyız?... İkinci husus; Kürtlerin halk oylamasıyla bağımsız bir devlet kurma hakları doğal karşılanırken, onlarca yıldır bölgede önce Araplarca, sonra Kürtlerce baskı, zulüm, savaş ve soykırımlarla sayısal çoğunluğu ve sesi azaltılmaya çalışılan, T.C. Devleti'nce adeta unutulan, sürekli göz ardı edilen Musul Kerkük Türkleri'ne (Türkmenlere) "kendi kaderlerini belirleme hakkı"nın tanınmaması ve orada referanduma olanak sağlanmaması, çifte standart ve haksızlık değil de ne? Ancak, zengin petrol ve doğalgaz yataklarının bulunduğu bu bölgeler, Türkmenler'in dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin eline bırakılmayacak kadar değerli!

***

Yaklaşık 10 yıl önce Çin'deyken dünyanın dört bir yanından gelmiş dostlar edindim, insanlar tanıdım. Mısır, Fas, Irak, Afganistan, Pakistan, Sudan gibi müslüman Ortadoğu ülkelerinden "aydın" kişiler, Türkiye ve Mustafa Kemal Atatürk konusundaki görüşlerini, düşüncelerini övgü dolu sözlerlerle dile getirirlerdi. Zamanında Osmanlı'ya ihanet eden ülkelerin yurttaşlarının bile, "Keşke yine Türklerin (şimdiki Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin) egemenliği altında olsaydık; ekonomik, siyasal ve toplumsal açılardan daha iyi durumda, daha çağdaş olurduk" şeklindeki hayıflanmalarını sohbetimizin doğal akışı içerisinde dile getirmeleri, aslında "ibret alınması gereken" deneyimler. Özellikle, bölünerek, ayrı devlet kurarak, muradlarına ereceklerini, daha güçlü ve bağımsız olacaklarını sananlar için...

İşte bu bağlamda, özellikle Müslüman Ortadoğu'da Türkiye'nin saygınlığını ve etkinliğini artıracak, barışçı, uzlaştırıcı, bütünleştirici bir Devlet Başkanı (Cumhurbaşkanı)'nın seçilmesi, bölgede istikrarın, ekonomik, demokratik gelişmenin sağlanması; Doğu ve Batı arasında entegrasyon, uyum, karşılıklı çıkar ve hakları dengede tutarak gözeten siyasetin izlenmesi için büyük önem taşıyor.

Gülçin ERŞEN – 10 Temmuz 2014 / Güllük

 
Toplam blog
: 134
: 869
Kayıt tarihi
: 06.07.11
 
 

Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu (İletişim Fakültesi) Radyo ve Televizyon Bölümü mezun..