Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Aralık '10

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

Dani Rodrik'in “kurguları" ve "kuruntuları”

Dani Rodrik'in “kurguları" ve "kuruntuları”
 

Balyoz


Dani Rodrik…

Harvard’ta öğretim üyesi…

Dünyanın en ünlü 100 iktisatçısından biri sayılıyormuş…

Aslen İstanbullu…

<ı>Balyoz Darbe Planı soruşturması kapsamında <ı>“Türkiye Cumhuriyeti hükümetini, şiddet ve cebir kullanarak ortadan kaldırmaya teşebbüs”suçlamasıyla <ı>“bir numaralı sanık” olarak tutuklu bulunan eski 1. Ordu Komutanı emekli <ı>Orgeneral Çetin Doğan’ın damadı…

Eşi Pınar Doğan da kendisi gibi <ı>Harvard’ta öğretim üyesi…

Kendi ifadesiyle, “Türkiye’nin demokratikleşmesini çok sorun ettiklerinden değil, sadece işin içinde eşi <ı>Pınar Doğan Rodrik’in babası olduğundan dolayı <ı>Balyoz İddianamesi’ni kılı kırk yararak incelemeye başlıyor. Eşiyle birlikte inceledikleri kanıt ve belgelerde kendilerince tutarsızlıklar, sonradan eklemeler, sahtecilikler saptıyorlar. Ve sonunda hükümlerini veriyorlar: Ancak hükümlerindeki üslup, kendisi her ne kadar inkâr etmeye çabalasa da, ilk 100’de yer aldığı iddia edilen bir iktisatçı ve bilim adamı kimliğinin gerektirdiği “akılcılık, soğukkanlılık ve nesnellik”ten çok uzak… Bilakis “duygusallık, öznellik ve hezeyanlarla”la malûl… <ı>Sahteci bir çete<ı>, sistem içerisinde varolan ve üzerinize resmen suç inşa etmek için çalışan, çok etkili ve korkutucu bir örgüt, <ı>bu iddianameye türlü eklemeler yapmış. Bu dava (Ergenekon Davası) baştan sakat... Daha da ötesi, <ı>“bir kan davası!... Böylece, “sahteci çete” ve “kan davası” gibi “korku” temelli argümanlar üzerine bina ettikleri paradigmalarını, karşıt bulgularını, röportajlar, mektuplar ve “Bir Darbe Kurgusunun Belgeleri ve Gerçekler: Balyoz” adlı kitapları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşmaya çabalıyorlar. Kendilerince “gerçekler”i, <ı>“cdogangercekler.wordpress.com” adresinde dillendiriyorlar…

Rodrik çifti, bütün çalışmalarında bu argümanlarını desteklemek için de muhataplarına <ı>“iki kutuplu, iki karşıt ideolojiye dayanan bir dünya tasarımı” dayatıyorlar: Sanki bu kan davası, <ı>“asker”i ve <ı>“laikler”i tasfiye edebilmeyi tek amaç olarak benimsemiş bu <ı>“sahtekâr çete”nin tahrifatlarından ibaret. Bu tasarımı kabul ettirebilmek için de konuyu tersinden ortaya koyma yönetimi benimsiyorlar. Şu ifadelere dikkat edin lütfen: <ı>‘Balyoz’daki hukuksuzlukların benzerlerini geçmişte laikler yaptı’<ı>… <ı>Sayın Başbakan’ın bir şiir yüzünden mahkûm edilmesi, parti kapatma davaları doğru değildi…<ı> “<ı>Derin devletin varlığını reddetmiyoruz. Özellikle 1990’larda “ülke menfaatleri” için ya da şahsi amaçlarla orduda kimi subayların ya da sivil uzantılarının kanunsuz işlere bulaştığı konusunda elbette kaygılıyız… “ Demokrasi taraftarı birçok liberal tarafından da inandırıcı bulunmasından TSK’nın gereken dersi çıkarmadığını düşünüyoruz. Ordu, geçmişte muhtelif darbeler yapmamış, siyasi düzene kendi anlayışı doğrultusunda yön verme çabalarında bulunmamış, dezenformasyon kampanyaları yürütmemiş, bazı mensupları yasadışı işlere karışmamış olsa, Balyoz ithamları gülünç kalır, insanlar ‘Canım, ordu böyle işler yapmış olabilir mi hiç’ diye geçiştirirlerdi. Bu iddiaların doğruluğu üzerine yayın yapan medyanın bu kadar okuyucusu, savunucusu olmazdı. TSK, kendisini ve mensuplarını savunma çabalarında bu kadar aciz kalmazdı.”

Bu ifadelerin kabul edilmesi, doğal olarak <ı>“asker”e karşı bir <ı>“kan davası”nın, <ı>“intikam”ın ve <ı>“sahteci çeteler”in ortaya çıkmasına yol açacak koşulların varlığının da kabul edilmesi anlamına gelecektir. Böylece yılların demokratikleşme ve hukukun üstünlüğünü tesis etme, çoğulcu bir topluma ortam hazırlama çabaları bir <ı>“kan davası”na, <ı>“intikam hırsına” indirgenebilecektir. Katedilen bütün politik, ekonomik, sosyal ve hukuksal ilerlemeler “askere ve laikliğe” düşmanlığın gereklerine indirgenecek, demokratikleşme ve hukukun üstünlüğünü tesis etme süreçleri bir anda değersizleşecek ve kirletilecektir. Bu, sonuçları itibarıyla hukuk dışı yolları davet eden, yargıya müdahaleyi davet eden, yargıyı politik otoritenin bir aracı olarak gören son derece bölücü, ürkütücü ve tehditkâr bir “kurgu”dur.

Dani Rodrik ve Pınar Doğan, daha sonra, bu meş’um kurgularına destek bulabilmek için bazı liberal gazetecilerle irtibata girmeye çabalıyorlar. Ancak, yine kendi ifadeleriyle, aradıklarını bulamıyorlar. Dani Rodrik, bu nedenle, “kurgularına” ve “karşı iddialarına” sahip çıkmadıkları için, destek vermedikleri için Türkiye’ye ve Türkiye’deki liberallere “kızgın” ve “öfkeli”… T24’te Selin Ongun’a yaptıkları açıklamalarda kendi kurgularına kulak vermediğini iddia ettiği liberalleri, <ı>(bizzat <ı>Hasan Cemal, Yasemin Çongar, Alper Görmüş, Eyüp Can, Ali Bayramoğlu, Şahin Alpay, Etyen Mahcupyan gibi isimleri), <ı>‘liberal değil, dava uğruna her tür haksızlığı mubah gören, intikam ve kan davası mantığıyla hareket eden, askerin düşmanını kendi dostu olarak gören, <ı>karşılaştıkları gerçekleri susarak ört bas eden, bulgulara saygıyla yaklaşmayan, hatta küçümseyen, şüpheciliğini yitirmiş, “Askeri vesayeti ortadan kaldıralım da bu nasıl olursa olsun, arada sahtekârlıklar da olsa, hukuk çiğnense de, şu askeri vesayet gitsin” diyen, bu nedenle böyle sahteci bir çeteyi örtbas etmeye çalışan, <ı>hiçbir şekilde liberallikle bağdaşmayan bir tutum içindeki Jakobenler’<ı>Foreign Policy"de, karı/koca “Balyoz Darbe Planı İmal Edildi” başlıklı ortak imzalı bir yazı yayımlayarak Türkiye"deki liberal kesime ilişkin ağır eleştirilerde bulunuyorlar. Bu değerlendirmeler sonucunda da şöyle buyuruyorlar: <ı>“En önemli değişiklik Türkiye konusunda daha karamsar olmam. Eskiden bir şekilde Türkiye daha demokratik günlere doğru gidiyor diye düşünüyordum. Şimdi bu yargıyla, bu medyayla, bu “liberallerle” bu sürecin çok daha zor olacağı görüşündeyim.”olmakla itham ediyorlar. Ancak sadece liberallerden şikayetçi değiller…

Anlayamadıkları hususlardan biri de, kurgularında taraf olarak tanımlamaya çabaladıkları “<ı>a<ı>skeri çevreden ne bir destek, ne de blogunuzu okuyoruz bilgisi almamış olmaları…” Milliyet Gazetesi’nden <ı>Devrim Sevimay ve T24’ten <ı>Selin Ongun’la röportajlarında ve kitaplarında benzer iddiaları defalarca tekrarlıyor, geçmişinin neredeyse hiçbir dilimini paylaşmadıkları <ı>Türkiye’nin yakın geleceği konusunda <ı>“kötümserlik” pompalayıp duruyorlar…

Bendeniz, bu kurgu ve kuruntuların, bu kızgınlığın, kötümserliğin ve sert eleştirilerin sağlam bir referans çerçevesine dayanıp dayanmadığını anlayabilmek için, <ı>Ahmet Hakan’ın <ı>“Harvard’tan Gelen Ses”le <ı>“Ya hesaplaş, ya sus!” sloganı doğrultusunda hesaplaşmasam da, <ı>Dani Rodrik’le, aylar önce hasbihal etmek istedim… Bu amaçla da 19 Nisan 2010 tarihinde Milliyet Gazetesi’nde <ı>Devrim Sevimay’ın <ı>Dani Rodrik’le yaptığı röportajdaki ifadelerden yol çıkmayı uygun gördüm. Zira, Rodrik, bu röportajda<ı> Devrim Sevimay’’ın “yazılı” sorularına “yazılı” cevaplar vermiş… Yani bir anda öylesine ağzına geldiği gibi değil, üzerinde düşünerek, yazarak, dolayısıyla “dili sürçmeden”… Sorular üzerinde iyice düşünerek… Ancak, tüm iletişim kurma ve anlama çabama rağmen, ifadelerinde, sitemler ve birkaç şüphe pompalaması dışında hakikat konusunda bana yol gösterebilecek somut bir cümle, bir yargı, kavramsal ve kuramsal bir açıklama bulamadım… <ı>Dani Rodrik’le yaptığım bu hasbihale ilgi duyanlar aşağıdaki <ı>“Kızgın Damat İşbaşında” adlı yazıma göz atabilir. Ancak, ben yine de kendisine bazı hususları tekrar ifade etmek istiyorum:

Damat Bey’in Türkiye demokrasisiyle ilgili karamsar değerlendirmeleri yaparken, kayınpederinin tutuklanması dışında hangi olguları ve bulguları referans aldığı konusunda son derece muğlak… Cevaplarından anlaşıldığı kadarıyla Türkiye"nin toplumsal, ekonomik ve politik “olgularından” da bihaber… Ya da bihaber görünmek, şimdilik işine geliyor… İfadelerinden anlaşılabildiği kadarıyla<ı> Türkiye demokrasisinin geleceği konusunda karamsar olmasına yol açan tek “olgu”, kayınpederinin tutuklu olması gibi görünüyor… Türkiye"de bir ömür geçiren bizim gibi sıradan insanların hatıralarına kazınan olgular ise Dani Rodrik’in hatıralarından biraz farklı: 1960 Darbesi, halkın oylarıyla iktidara gelmiş bir başbakanın ve iki bakanın idamı, 1972 Muhtırası, 1980 Darbesi, Diyarbakır Cezaevi, Mamak, Metris, İşkence, Faili Meçhuller, Terör, onlarca yıl süren Olağanüstü Hal, 28 Şubat Süreci, Batı Çalışma Grubu, Ergenekon Örgütü, Balyoz Planı, vs.… 1. Ordu"da düzenlenen seminerde <ı>“konu dışına çıkılarak” ve 12 Eylül 1980 öncesi planlar esas alınarak gerçek kişi isimleri ve gerçek adresler üzerinden hedefler belirlenmesi, eylem timlerinin isim isim görevlendirilmesi … Bombalanacak camilerin ve tutuklanacak kitlelerin tıkıştırılacağı stadyumların tespit edilmesi… Daha neler, neler…

Damat bey farkında değil ama, bu topraklardaki tarihsel olgular ve alışkanlıklar bir bütün olarak düşünüldüğünde, Türkiye’de asıl zor olan, “darbeci olmak” ve Çetin Doğan’ı savunmak değil, “darbeci olmamak” ve her ne ise hakikatin ortaya çıkması için çabalamaktır. <ı>“Darbeciler”, doğaları gereği, <ı>“darbeci olmayanlara” karşı her zaman çok daha saldırgan ve agresiftir. Geçmişte binlerce insanımızın hayatını karartan ve ocakları söndüren bu meş’um girişimlerin, bu kısır döngünün, bu <ı>Ali Cengiz Oyunu’nun bozulması, bu kördüğümün çözülmesi bu topraklarda ömür geçiren, bu toprakların geçmişiyle yoğrulan, ticaret yapan, üretim yapan, bilim yapan, okumaya çalışan, onuruyla ve güven içinde yaşamak isteyen insanları ve bendenizi Türkiye’nin demokratikleşme süreci ve geleceği konusunda daha <ı>“iyimser” yapıyor…

Bu demokratikleşme sürecinin kesintisiz ve etkin işlemesi açısından, adalet mekanizmasının daha hızlı ve etkin işlemesi, şüphelilerin tutukluluk sürelerinin gereksiz yere uzatılmaması; tutuklamaların bir ön-infaza dönüştürülmemesi, delillerin teknik yönden geçerliliğinin ve sağlamlığının titizlikle incelenmesi gerektiği konusunda ise Dani Rodrik"e katılıyorum… Dani Rodrik’in <ı>“İnsanlar düşüncelerini hangi cepheye çekilecekleri endişesi içinde olmadan açıklayabilmeli.” sözüne de yürekten katılıyorum… İddialarda tutarsızlıklar varsa bunu dile getirmek, haksızlığa maruz bırakıldığında emekli <ı>Org. Çetin Doğan"ı savunmak vicdan sahibi herkesin sorumluluğudur… Kayınpederleri suçsuzsa, Balyoz Planı’nda ıslak imzası yoksa… Ya da ıslak imza olup olmaması sonucu değiştiriyorsa… CD’lere sonradan eklemeler varsa… CD’lerin teslim edildiği savcılar ve davaya bakacak hakimler, delilleri sunan <ı>Baransu’nun teknik bilgisi yetersiz olsa dahi, bunların gerçek olup olmadığını belirleyecek teknik desteği muhakkak alacaklardır. Eğer iddialar yersiz, deliller yetersiz ve sahteyse, bir haksızlık varsa bu iddialarda bulunanlara er ya da geç bunun hesabının muhakkak sorulacağından kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Zira, fail-i meçhullerin üstünü toprakla örtme döneminin artık kapanmaya yüz tuttuğu bu ülkede, masum ve mazlum insanları zulümden kurtaracak ve hakkını teslim edecek <ı>“Birkaç İyi Adam”, emin olsunlar, artık vardır…

 
Toplam blog
: 19
: 1025
Kayıt tarihi
: 01.05.10
 
 

Mülkiye ..