Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Haziran '18

 
Kategori
Edebiyat
 

Demiryolu Destancıları

Demiryolu Destancıları
 

Tren yolcularına satış


Destan, Türk Dil Kurumu(TDK) sözlüğünde; “  1. Tarih öncesi tanrı, tanrıça, yarı tanrı ve kahramanlarla ilgili olağanüstü olayları konu alan şiir, epope: Manas, Şehname, İlyada, Kalevala birer destan örneğidir. 2. Bir kahramanlık hikâyesini veya bir olayı anlatan, koşma biçiminde, ölçüsü on bir hece olan halk şiiri. 3. Çağdaş Türk edebiyatında biçim ve içerik yönünden, geleneksel destanlardan ayrılık gösteren uzun kahramanlık şiiri: Üç Şehitler Destanı, Çanakkale Destanı” olarak tanımlanmaktadır.[1]

Destancı ise, Türk halk edebiyatı ve folkloru araştırmacısı Pertev Naili Boratav’a göre; çevresinden, günlük olaylardan, dinleyicilerini ilgilendiren türlü sorunlardan esinlenmesini bilen, destanda işlenmiş ana tema ile onu çevreleyen, geliştirilen yan konular, süs motiflere, yapmacık-eğlendirici ekler ve şişirmelere kadar ayrıntılarıyla, gelenekten gelen içeriğe olsun, üslup ve anlatım tekniğe olsun, kendiliğinden bir şeyler katabilendir.[2]

TDK sözlüğü ise destancıyı; “destan yazan veya anlatan kimse”olarak tanımlamaktadır.[3]

Sıladan gurbete, gurbetten sılaya insan taşıyan, ayrılıkların, acıların yanında sevinç, kavuşma ve mutluklara neden olan trenlerin ve demiryolcuların destana konu olmaması düşünülebilir mi?

Oğuz Atay, Demiryolu Hikâyecileri-Bir Rüya isimli hikâyesinde[4], güncel konuları işleyen hikâyeler yazıp bunları tren yolcularına satan demiryolu hikâyecilerini anlatır. Anlatılan hikâyenin kahramanı hikâyeciler, tren yolcularına destan satan destancıları anımsatır.

Bir zamanlar trenlerimizde de destan satan destancılar vardı. Bazen de bu destanların konusu demiryolunda yaşanan bir kaza ve olayda olurdu.

Yazar Abdulkadir Ayhan, Çankırı’da tren şefliği yapan babası Mustafa Ayhan’ın anlatımlarından yola çıkarak yazdığı kitabında trenlerde destan satan Destancı Topal Osman’ı anlatır:

“Topal Osman destan satıcısıydı. Yanından hiç ayırmadığı heybesi, bu destanların basılı olduğu kâğıt tomarlarıyla dolu olurdu.(…)

Destanları, o çok kendine özgü yanık ses tonuyla okur; sonları genellikle acıklı biten bu öykülere insani bir boyut kazandırırdı. Herkesin iyi yaptığı bir iş vardır. Topal Osman da bu işi iyi yapardı. Kolay mı destan satabilmek? Kolay mı onca insanı başında toplayıp saatlerce ilgisini çekebilmek? Anımsıyorum, bir keresinde buna benzer bir soru sorulduğunda: “Zor demiş ve eklemişti, “ama destan olmak daha zor.”

Kimi kez yaman bir delikanlının, kimi kez de sel sularına kapılıp giden bir gelinin kötü yazgısını anlatırdı bu destanlar. Kan davalarından zifaf odalarına, kavuşamayan sevgililerden aklını oynatmış insanlara kadar ne arasan bulunurdu o heybenin içinde. Padişahlarla, cin-perilerle, dini konularla ilgili olanları bile vardı. Topal Osman, artık her birini ezbere bildiği bu destanları öyle “hisli” okurdu ki, başlangıçta düşünmemiş olanlar bile bir tane almadan edemezlerdi. O günden sonra bir daha hiç karşılaşmadık Osman’la.(…)

Bir kış günü Yerköy İstasyonundan henüz hareket etmiştik ve ben bilet kontrolü için vagonları dolaşıyordum ki, bulunduğum vagonun diğer ucundan yanık bir ses yükselmeye başladı. Bir anda bir garip bir coşku sardı bedenimi. Hızlanan yüreğimin atışlarını duyabiliyordum. Bu oydu. Arka kapının orada biriken kalabalığa bakılırsa, hiç kuşkusuz bu oydu. Destancı geri dönmüştü. Bir an için de olsa işimi unutup, koridor boyunca uzanan kalabalığı yararak arkaya doğru ilerlemeye başladım(…)

 Vagonun sonuna ulaştığımda büyük bir düş kırıklığına uğradım. Kalabalığın ortasındaki adam Osman değildi. Yirmi beş, yirmi altı yaşlarında, yüzü birkaç günlük traşlı, solgun benizli, karar kuru bir genç duruyordu karşımda. Bu genci daha önceleri hiç görmemiştim. Elinde bir tomar kâğıt tutuyor ve sözüm ona destan okuyordu. Nerde Topal Osman, nerde bu. Bunda ne ses var, ne üslup. Topal Osman’ın destana kattığı  ‘his’ten ise en ufak bir eser yok. Becerebildiği tek şey, var gücüyle bağırmak” (…)

 Nedenini bilmediğim bir duyguyla elimi cebime atıp bir miktar bozukluk çıkardım. Anlamsız bakışlarla gözlerini yüzüme dikmiş olan gence uzatıp, elindeki kâğıtlardan birini aldım. (…)

 Kâğıtta yazılanların her dizesi, bedenime indirilmiş bıçak darbeleri gibi sarsıyordu yüreğimi. Her dizede bir parça daha kopuyordu içimden. İnsanı kaçınılmaz bir sona taşıyan o uğursuz merdivenin basamaklarından ağır ağır tırmanıyordum yukarılara doğru. Yine de bir solukta okuyup bitimdim yazılanları. Destan, karlı bir günde aksayan bacağına aldırmadan, hareket halindeki bir trene atlamaya çalışan ve ayağı kayıp trenin altında yaşamını yitiren birini anlatıyordu. Demek sonu böyle olmuştu. İnsana yakışır bir yaşamı olmadıysa da işine yakışır bir ölümü olmuştu. Destan satmak kolay mı? Ya destan olmak?”[5]

Demiryollarında meydana gelen 3 tren kazasını ve bu kazaların ardından yazılan 4 ayrı destanda, destana konu olanların nasıl anlatıldıklarını göreceğiz.

Birinci tren kazasında; 17 Mayıs1952 tarihinde Niğde’nin Ulukışla ilçesinden 1’i yolcu vagonu olmak üzere 44 vagonla Adana yönüne doğru hareket eden 463 no.lu tren, Pozantı İstasyonu’ndan 2 krom yüklü vagonu daha almıştır. Trenin Hacıkırı İstasyonuna gelişinde de 1’i taş, 4 odun yüklü olmak üzere 5 vagon daha ilave edilmiştir. Trenin Hacıkırı’dan hareketinden sonra makinistin fren atmasına karşın frenlerinin tutmadığı görülmüştür. Bu nedenle Bucak (Karalıisabucağı) İstasyonunda duramayarak yoluna devam etmiştir. Bucak ile Durak istasyonları arasında tren dizisi 3 ayrı parçaya ayrılmak suretiyle dereye uçmuştur. Olayda 32 yolcu hayatını kaybetmiştir.[6]

Bu tren kazasıyla ilgili olarak Niğde Kemerhisar Köyü’nden Safa Sağ’ın yazdığı “Ulukışla Tren Kazası Destanı” şöyledir:

“Ulukışla’dan çıktı acele tren

Toros eteğinde tutmadı fren[7]

Kanlı yaş akıttı halimi gören

Ağlaman dostlar kader böyledir

(…)

Babamız gelir diye yola bakmayın

Gelmez babanız kader böyledir

Trene bindim tren vızlar

Tren döndü yarelerim sızılar.

Ağlaman yavrular kader böyledir

 

Kara tren yorgun soluma

Selam söyle Yahyalıdan oğluma

Hacıkırı deresine gelsin ölüme

Ağlayın yavrular kader böyledir.

(…)

Hacıkırı’nın deresi kan ile doldu

Oradaki ana kuzuları ne oldu

Yavruların emaneti size kaldı

Ağlayın yavrular kader böyle

 

Yazma Safa yazma bu kadar yeter

Karalı haberim sılaya gider

Talihsiz nişanlım etmesin keder

Beyhude ağlaman kader böyledir.”[8]

İkinci tren kazasında; 20 Ekim 1957tarihi saat 22.17 sularında İstanbul’a karayoluyla 36 ve demiryoluyla 56 kilometre uzaklıktaki İspartakule-Yarımburgaz istasyonları arasında Edirne’den Sirkeci’ye yönüne doğru gitmekte olan motorlu tren ile Sirkeci’den Edirne yönüne doğru gitmekte olan 8 no.lu Semplon yolcu treni çarpışmıştır. Kazada demiryolu personelinin de aralarında bulunduğu 104 kişi hayatını kaybederken, 150 kişide yaralanmıştır. Kazada hayatını kaybedenler arasında 20 astsubayda vardır. Her iki istasyonun hareket memurlarının diğer istasyondan habersiz olarak tren sevk etmeleri faciaya yol açmıştır.[9]

Bu tren kazasıyla ilgili Âşık Halil Tosun tarafından yazılan  “İstanbul Edirne Arasında Çarpışan Tren ve 95 Şehit[10] Kardeşlerimizin Hatıra Destanıdır” isimli destan aşağıdadır:

“Edirne vilayetinden bindik trene

Teskere aldık gidiyorduk sevine sevine

Felek nasip etmedi bizi bizi sılayı görmeğe

Kader böyleymiş neyleyem

 

Trenler çarpıştı şaşırdık kaldık

Hepimiz can övümüzden yaralandık

Annemize babamıza hasret kaldık

Kader böyleymiş neyleyem

(…)

Vatman[11] şaşırmış yolundan

Ne yapsın ecel kuşu konmuş başına

Felek zehir katmış ekmeğine aşına

Kader böyleymiş neyleyem

 

Trenler sıra sıra dizildi

Bir birine çarptı ciğerlerimiz ezildi

Ellerimiz ayaklarımız büzüldü

Kader böyleymiş neyleyem

(…)

Dünyaya geldim bende gülmedim

Anlımın yazısı kara imiş bilmedim

Doya doya yavrularımı sevemedim.

Felek nasıl kıydı tatlı canıma

Boz bulanık olur gurbette dağlar

Annem Babam ah çeker ağlar

Bu askerlik daima gurbette bağlar

Kader böyleymiş neyleyim

(…)

Tren kazası dünyaya duyuldu

Kanlı gömleklerimiz üstümüzden soyuldu

Nazik tenimiz toprağa gömüldü

Kader böyleymiş neyleyim

İbrahim der ulu tanrı

Affet bunların taksiratını

Tereddüt etmeyin Allahın kulları

Her azaptan kurtaran Allah var”[12]

Üçüncü tren kazası; 30 Nisan 1961 tarihinde Kartal İstasyonu’ndan Maltepe İstasyonu yönüne doğru gitmekte olan 17 no.lu Nusaybin Posta Treni Cevizli Durağına 1 km yakınında fren arızası nedeniyle durmak zorunda kalmıştır. Posta treninin arıza nedeniyle Maltepe İstasyonu’na varamamasına karşın ardından aynı yöne 2141 no.lu banliyö treninin sevk edilmesi sonucu saat 18.10 sularında banliyö treni posta trenine arkadan çarpmıştır. Kazada banliyö treni yolcularından 16’sı hayatını kaybetmiştir.[13]

Bu tren kazası sonrasında Giresunlu Kemal Albayrak tarafından yazılan “Maltepe Tren Faciasında Ölenlerin Destanı” aşağıdadır:

“Kara tren vurup bizi devirdi

İşte bu felaket böyle belirdi

Kimi can veriyor kimi delirdi

Acı halimize bakıp ağlayın

 

Pendik’ten kalkmıştı bu kara tren

Cevizliye yakın bozuldu firen

Nasıl ağlamazdı bu hali gören

Kanlı cesetlere bakıp ağlayın

(…)

Bizler genceciktik murat almadık

Çaresizmiş bu dert deva bulmadık

Nişanımız vardı gelin olmadık

Genç yaşta gidene bakıp ağlayın

(…)

Kimi asker idi kimisi sivil

Kimi ölmüş idi kimisi sefil

Kanlarımız aktı cesetler zebil

Kanlı cesetlere bakıp ağlayın

(…)

Kemal hem ağladı hem destan yazdı

Komşular birlikte mezarlar kazdı

Sizleri cihana duyurmak farzdı

Rahmetler anıp ta yandım ağladım”[14]

Bu tren kazasıyla ilgili olarak yazılan diğer bir destan ise Seyit Çetindir tarafından yazılan “Cevizli Tren Faciasının Destanı” aşağıdadır:

“Pendiği geçmişte o zalim posta

Bozulmuş yapıyor içinde usta

Bir yanı ölüde karalı yasta

Böyle bir facia oldu Mevla’dan

 

Kartalı geçmişte durmamış posta

Freni bozulmuş yapıyor usta

Çok çok vatandaşlar götürdün posta

Böyle bir facia oldu Mevla’dan

 

Gazhane köprüden ilerde kalmış

Bindiğim banliyö de görmeden vurmuş

Mevcudunu bilmem çok ölü varmış

Böyle bir facia oldu Mevla’dan

(…)

Saat 6.30 hadise oldu

Cevizliyi dersen mahşer kuruldu

Çok kapıda kardeş sala veridi

Böyle bir facia oldu Mevla’dan

(…)

Ondördü öldü 49 yaralı

Bir Pazar geçirdik ağılı karalı

Bir yanı bacaksız kolsuz yaralı

Böyle bir facia oldu Mevla’dan

Aman tren acı acı çalıyor

Bütün millet toplanmış da ağlıyor

Âşık Seyit bu destanı söylüyor

Böyle bir facia oldu Mevla’dan”[15]

 

Artık destan ve destancıları unuttuk, hayatımızda yoklar. Ancak, edebiyatımızın önemli bir alanı olan destanları gelecek nesillere aktarılması hepimizin önünde bir görev olarak durmaktadır.



[1]Türk Dil Kurumu Yayınları, Türkçe Sözlük-1, Yeni Baskı, Ankara 1988,  s.363.

[2]Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1978.  Aktaran: Ömer Asan, Anadolu’da Söz Ustaları: Destanlar ve Destancılar, Folklor/Edebiyat, C:IX, S:34, s.217.

[3]Türk Dil Kurumu, a.g.e. s.363.

[4]Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle Tren Geçti, Metis Yayınları, İstanbul Nisan-2107, s.21-31.

[5]Abdülkadir Ayhan, Bozkır Göğünde Yıldızlar, Kültür Bakanlığı Yayınları,  Ankara 2001,  s.56-64.

[6]Milliyet, 18-19-20/05.1952.

[7]Fren: Demiryolu aracını; yavaşlatma, durdurma ya da sabit tutmayı sağlayan etkiyi,

[8]Safa Sağ, Ulukışla Tren Kazası Destanı, Yüceer Matbaası, Samsun 1953.

[9] Cumhuriyet, 22-23-24-25-26.10.1957. Milliyet, 04.03.1958.

[10]Olayda yaralanıp sonradan ölenlerle birlikte ölü sayısı, 104’e yükselmiştir.

[11]Tren sürücüsü makinist yerine yazar tarafından tramvay sürücüsü olan “vatman” kullanılmıştır.

[12]Âşık Halil Tosun, İstanbul Edirne Arasında Çarpışan Tren ve 95 Şehit Kardeşlerimizin Hatıra Destanıdır, 3. Bas. Kader Matbaası İzmir 1958.

[13]Cumhuriyet, 01/02.05.1961.

[14]Kemal Albayrak, Maltepe Tren Faciasında Ölenlerin Destanı, Nur Matbaası Samsun 1961.

[15]Seyit Çetindir, Cevizli Tren Faciasının Destanı, Çelikcilt Matbaası İstanbul 1961.

 
Toplam blog
: 21
: 1271
Kayıt tarihi
: 10.02.13
 
 

1963 Kars Selim doğumluyum, 1980 yılında TCDD Meslek Lisesinden mezuniyetle TCDD'de çalışmaya baş..