- Kategori
- Müzik
Devlerin Fasl-ı Şahanesi
İlkokul 3. sınıfı bitirdiğim senenin yazıydı. Amcam ve ailesi Amerika’dan bizleri ziyarete gelmişlerdi. Bir akşam hep birlikte oturup muhabbet ederken konu sevdiğimiz müzik türlerine geldi. Herkes fikrini söylüyor, favori şarkılarını belirtiyor, hatta bazılarımız mırıldanıyordu…
(Bu arada rahmetli babam amatör olarak, fakat tüm şarkıların melodilerini bir duyuşta çıkararak çok güzel keman çalardı… Amcam asıl mesleği doktorluk olmasına rağmen müzik konusunda çok meraklı, çok bilgili, ve çok güzel söyler… Sanırım bu özellik genetik olarak iki kardeşe rahmetli dedemden miras kalmış… Dedem de çok güzel ud çalarmış… )
Ailemizin müzik sevgisi ve ilgisi hakkında kısa bilgiden sonra…
Fikrimi söyleme sırası bana gelmişti. Evin en küçüğü olarak ve aramızdaki yaş farkından da olsa gerek, ben de Türk Hafif Müziği ve yabancı müziklerden hoşlandığımı söyledim. Bu arada ben çok iyi bir dinleyiciyim ama babamın genlerinden yetenek anlamında hiç almamışım. Ne bir enstrüman çalabilirim ne de şarkı mırıldanabilirim… (mırıldanırım ama yanımdakiler içten içe gülerler…)
Amcam bana Türk Sanat Müziği hakkındaki fikrimi sordu. Aman Allahım o zamanlar benim için ne sıkıcı bir müzik türüydü, asla bir şarkının sonunu getiremez, o tarz müzikte kendimi başka şeylerle oyalardım. Ve bu fikrimi de söyledim. Amcam ve babam bana sanat müziğini sevmem için biraz zamana ihtiyacım olduğunu ve belli bir süre sonra bu müzik türünden çok zevk alacağımı söylediler…
Babam nur içinde yatsın, amcamın kulakları çınlasın. Bu tespitleri çok doğru çıktı ve çok da uzun sürmedi…
Yaklaşık 26 yıldır ben ciddi bir Türk Sanat Müziği hayranıyım. Hele bazı favori şarkılarım var ki onları her fırsatta dinlemek bana ilaç gibi, gıda gibi geliyor…
Bir demet yasemen, dönülmez akşamın ufkundayız, ben seni ellerin olsun diye mi sevdim, vurgun, duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini, gülü susuz seni aşksız bırakmam, seninle tattım ben her mutluluğu, ben seni unutmak için sevmedim, bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin, gitme sana muhtacım, gizli aşk bu, gözlerinin içine başka hayal girmesin, şimdi uzaklardasın, hiçbir şeyde gözüm yok, veda busesi, ayrılmalıyız artık, bir ilkbahar sabahı, unutamam seni… diyerek daha uzatabilirim aslında…
İşte dün akşam, bu şarkıların bazılarını canlı canlı duayenlerden dinlemek ve çoğu şarkıya eşlik edebilmek için 25 gün önceden biletini aldığım Fasl-ı Şahane Fuar Açık Hava Konserine gittim. İnsanın kendini ödüllendirmek istediği, mutlu hissetmek istediği anlar vardır ya işte ben de onu yaptım. Çok keyif aldım.
Hepsi birbirinden değerli sanatçılar ve Türk sanat müziği eşliğinde gece yarısı 02.30 a kadar süren eşsiz bir gece yaşadık.
Nalan Altınörs, tam yaşının olgunluğunda bana göre hem güzel, hem sanatçı kişiliği ile İzmir’li bir sanatçı olarak İzmir ‘lileri adeta çoşturdu.
Yıldırım Bekçi, beyefendi ve yakışıklı hali ile kendine özgü tarzını sergiledi.
Seçil Heper, yaşına göre çoşkulu, içindeki müzik aşkı ve tecrübesi ile seçtiği şarkıları dinlemek büyük zevkti.
Zekai Tunca’yı ilk kez canlı izleme fırsatım oldu. Hep televizyonda izlediğim için espritüel yönünü hiç tanımıyordum. Güzel şarkıları kadar esprileri ile gecenin renkli simalarındandı.
Samime Sanay, eski klasik tavrını koruyan, bilindik şarkıları ile nostalji yaşattı.
Mustafa Sağyaşar, mükemmeldi. Sıcak, samimi, beyefendi sanatçı kişiliği ile izlemekten, dinlemekten ve şarkılarına eşlik etmekten büyük keyif aldım.
Yaşar Özel, biraz gergindi gibi geldi bana, bizlerle fazla bütünleşemedi. Ama yine de “unutamıyorum” klasiğini hep birlikte söyledik.
Ve ve diva Bülent Ersoy, biraz sataşma, biraz cilve ve biraz sanatla karışık final sanatçısı idi. Açıkçası performansı, benim müzik anlamındaki beklentimin karşılığı değildi ama yine de renkli bir kişilikti.
Sanatçı kimliğine sahip olmak, koruyabilmek çok onur verici geldi dün gece bana. İyi ki gitmişim, iyi ki dinlemişim, iyi ki şarkılara eşlik etmişim. Mutlu oldum, hem de çok mutlu…
Müzik hayatımızda hep var olsun.
Sağlıklı ve huzurlu olunuz.