Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Nisan '16

 
Kategori
İnançlar
 

Din gerekli mi?

Din gerekli mi?
 

Hepsi bu değil


Dünyaya bir din ile birlikte geliyorsunuz. Hangi ülkede, hangi milletten, hangi etniden olan bir aile içinde doğarsanız doğun, ilk nefesinizi aldığınız andan itibaren, sizin için belirlenmiş bir ismin yanında, yeryüzü ile tanıştığınız yıl, ay, gün ve saat kadar kesin bir biçimde, hangi dinden olduğunuz da belirleniyor.

Ya bir hristiyansınız, ya bir müslüman, ya bir yahudi, ya bir hindu veya bir budist; Afrika’nın ya da Avustralya’nın bazı bölgelerinde gözlerinizi gün ışığına açtıysanız eğer, belki bir şamanist veya animistsiniz.

Dininizi her hangi bir sebepten sonradan değiştirmeniz mümkün tabii. Ama o zaman da, örneğin müslüman değil hristiyan veya hristiyan değil budistsiniz.

Bir dine bağlı olmayı tümden reddetmeniz de olanak dahilinde, o zaman da ateist oluyorsunuz. Ateist olarak bir inancınız yok mu demek oluyor bu? Tam değil çünkü o zaman da inanmamaya inanıyor, yani yine de bir inancın sahibi oluyorsunuz.

Dinler tarihi, insanlık tarihi kadar eski, insanlık tarihi kadar karmaşık, insanlık tarihi kadar dünyevi ve yer yer insanlık tarihi kadar kanlı. Hemen hiç bir din, bu kaderden tam kurtulamamış. Tarih din adına yapılan savaşlarla dolu; dinler birbirleriyle, ayni din içindekiler farklı mezhepten olanlarla didişmiş durmuşlar tarih boyunca. Bunların sebeplerini incelemek, bu bloğa sığmayacak kadar geniş ve derin bir konuya dalmak olur elbette. Ama şu kadarı söylenebilir ki, din savaşlarının en önemli nedeni, hiç şüphesiz ki din mensuplarının ve din idarecilerinin etten kemikten yapılmış, insana ait iyi kötü her türlü vasfı kendilerinde barındıran insanlardan oluşmuş olması gerçeğidir. Yani dinler ne zaman ve kimin tarafından getirilmiş olursa olsun, onları tarih boyunca yaşamış olanlar ve yaşayanlar; hırsları, hevesleri, egoları, karakter zayıflıkları veya üstünlükleri olan bildiğimiz normal insanlardır.

Peki dinlere neden gerek duyulmuş? Deniyor ki, ilk insanlar doğa felaketlerinden, fırtınalardan, depremlerden, su baskınlarından, vahşi hayvanlardan vesaire korktular ve bu kudretleri yatıştırabilmek için önce onlara taptılar. Güneşin ısıttığını, geceleri ayın aydınlattığını farkedip, bu kudretleri kendilerine karşı iyi olmaya sevketmek için onlara taptılar. Böylece tapınma, kendinden büyük bir kudrete sığınma, yardım dileme, ona kurban sunma olayı başladı.

Günümüzün bilim adamları başka bir dil konuşuyor, başka bir açıklama getiriyorlar. Son yıllarda Amerikalı ve Kadanalı bilim adamları, beynimizin sol tarafında bulunan ve 9. Bölge olarak adlandırdıkları bir bölümün, elektrodlarla uyarılması sonucu, mistik vizyonlar görebildiğimizi ortaya çıkardılar. Üzerinde böyle deneyler yapılan kişiler, ilahi bir varlıkla karşılaştıklarını, kendilerini tüm evren ile bir hissettiklerini veya doğa kanunlarından kopup uçabildiklerini filan anlatıyorlar. Yani beynimizde bir bölge var ki, bu bölge uyarıldığında biz tanrısal diyebileceğimiz deneyler yaşıyoruz.

Şimdi bu noktada çok önemli bir soru çıkıyor tabii karşımıza:Acaba Tanrı ve din düşünceleri kendi beynimizin bir ürünü mü? Ama tabii soruyu ters çevirip, şöyle de sorabiliriz: Acaba bizi yaratan bizi o şekilde düzenlemiş ki, beynimizde tanrısal düşüncenin girebilmesi, Tanrı ile iletişimde olabilmemiz için bir kapı mı bırakmış?

Bu sorulara kesin olarak, en azından bu blogda bir cevap bulamıyacağımızın bilinciyle, dinlere neden gerek duyulduğu konusunu bir yana bırakıp, dinlerin insanlarla birlikte, hemen hemen ayni zamanlı bu dünyada baş göstermiş olduğu gerçeğine dönüyoruz.

Peki dinler neler getirdi?

Dinlerin insanlara getirdiği başlıca iki tip veri vardır: Maddi veriler ve manevi veriler. Maddi veriler, dine uygun biçimde ne şekilde dua edileceğini, neler söyleneceğini, fiziksel olarak hangi kurallara uyulacağını bildirirler. Manevi veriler ise, dine uygun bir insan olarak nasıl davranılmasını bildiren kurallardır.

Namazı kılma biçimi, hac ziyareti ve şekli, abdest alma yöntemi; her pazar kiliseye gidip ayine katılmak, ayinin hangi bölümlerden oluşacağı, mum dikmek, papazdan hostie (mukaddes ekmek) almak, giyilecek kıyafetler, Budizm’de hangi dua değirmenlerinin çevrileceği gibi şeyler işin maddi, şekil yönüdür. Her dinde belli merasim kuralları vardır.

Manevi veriler ise, „komşunu kendin gibi sev“, „öldürme“, „haram yeme“, „fakirlere yardım et“ „iyi insan ol“ gibi, karakter ve davranış olarak nasıl bir insan olmak gereğini belirtensöylemlerdir.

Her din, ortaya çıkışından bugüne kadarki uzun yaşamı içerisinde, bu maddi ve manevi kurallara az veya çok bağlı kalmıştır. Bazı dinler ve onların çeşitli mezhepleri, bazen maddi kurallara, manevi olanlarından daha fazla değer vermiş, bazen de manevi olanlarını tamamen unutup, içinde yaşadıkları dini, maddi kurallardan ibaret bir şekil merasimi silsilesi haline getirmişlerdir.

Buna kısaca dinin içini boşaltmış olmak da diyebiliriz.

Bu konuda; günde beş vakit yatıp kalkıp namaz kılarken, sattığı mala hile karıştıran veya başkalarının haklarından çalıp çırpan ve yalnızca eksiksiz namaz kıldığı için Allah’a yarandığını sanıp cennete gitmeyi bekleyen kişinin yanılgısıyla; her pazar kilisede kutsal ekmek ağzına alıp İsa’ya bağlılığını ifade ederken, başka bir ülkede insanların ölümüne yol açan kaçak silahlardan trilyonlar kazanıp, dindar olduğunu sanarak cennete gitmeyi bekleyen kişinin yanılgısı arasında bir fark yoktur.

Eğer dine inanıyorsanız, onun bir kısım şekli hükmünü yerine getirip, ahlaki yönüne boş verdiğinizde, hala dindar olduğunuzu sanmak; inandığınız Allah’ı aldatamıyacağınıza göre, başka insanları ve kendi kendinizi aldatmaktan başka bir şey değildir.

Dine inanmamaya inanıyor iseniz, yaşamınızda iki yol vardır: Ya herşeyi maddiyattan ibaret gördüğünüz için, başkalarını hiçe sayan ve yalnızca kendi çıkarları için yaşayan kötü bir insansınız veya herşeyi maddiyattan ibaret saydığınız halde, başka insanlara, hatta başka mahlukata kimse emretmediği halde saygınız olduğundan belli kurallara uygun yaşıyorsunuz. Başkalarının haklarını çiğnemiyorsunuz, gasp etmiyorsunuz, kimseye kast etmiyorsunuz, hakkınızdan fazlasını almaya çalışmıyorsunuz, bilerek kötülük etmiyorsunuz, herkese yaşam hakkı tanıyorsunuz. Yani ahlakınız ve vicdanınız var.

Açık olalım: Size din ille de gerekmiyor. Dinin manevi getirilerini zaten yaşıyorsunuz, şekil kısmını yapmasanız da olur. Şekil kısmı, sizi manevi kısmına götürmek için vardır. Herşeyi yaratmış bir kudrete inanıp inanmamak ise, sizinle o kudretin arasında olan birşey, sizinle onun arasındaki bir hesaptır o.

Demek ki, açıktan bir dine dahil olmasa da, manevi yönü olan, vicdanına göre hareket eden, belli ahlak kurallarına uyan bir insan, toplumu ve diğer insanları tehlikeye sokma olasılığı az olan bir insandır.

Dine dahil olmayan bir insan bile, topluma yararlı bir insan olabiliyorsa, demek ki dinlerin manevi getirileri, maddi ve şekilde olan getirilerinden daha önemlidir.

Dinler maddi ve manevi getiriyle bir bütün olarak kalıp tatbik edildikçe, insanlara faydalı olmakta devam ederler. Manevi yönü terkedilmiş, içi boşaltılmış, şekilden ibaret kalmış bir din, hangi din olursa olsun, insana ve bugünün insanına yarardan çok zarar getirir. Böyle olduğunu da her gün örnekleriyle görmekteyiz.

İster din adı altında, ister vicdan adı altında olsun, insanlara gerekli olan şey en başta manevi sorumluluktur. Dinler insanlara bunu öğretmeye çalışmış, ama çoğu insanlar işin kolayına kaçarak, manevi sorumluluğu dışlamış, şekilde asılı kalmış, sırf şekil ile dindar olduklarını sanmışlardır.

Yalnızca şekilde tatbik edilen dinlerin bugün insanlığa ve insanlara bir yararı ve gereği yoktur. Sonuçta ya dinleri bu durumdan kurtarmanın veya yeni şeyler söylemenin gerekli olduğu ortadadır.

 

 
Toplam blog
: 165
: 1414
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Uzun yıllardır yurt dışında yaşıyor. İsviçre'de Adalet Bakanlığı'ndaki mesleği yanında tiyatro ya..