Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ekim '11

 
Kategori
Kültürler
 

Doğdum, uyumuşum. Uyandığımda büyümüştüm !

Doğdum, uyumuşum. Uyandığımda büyümüştüm !
 

Blog başlığıyla sevgili Şebnem Aybar'ın da kulaklarını çınlatmış olduk! Şu bir gerçek ki bu bedendeki ömrümün artık son bölümündeyim. Yaşadığım kadar daha yaşayamayacağımı biliyorum. Ama yaşamı seviyorum diye çığlıklar attığım da söylenemez. Bana göre şu yaşam bir hamilelik dönemi ve ölüm de yeni bir yaşama doğuş! Ömrümün ilk bölümünde yaptıklarımın üzerinden geçiyorum bir süredir. Dünyanın dört bir köşesine işaretler bırakıyorum. Kitaplar, öyküler, şiirler yazıyorum; fotoğraflar çekiyorum. Olabildiğince çok ben bırakmaya çalışıyorum geleceğe. Nasıl ki bu yaşamımda pırıl pırıl görünür bir insanım, ruhum yeni bir bedene geçtikten sonra da görünür kalmak istiyorum ki zincir rahatça takip edilebilsin, benim izlediğim o zor ve yıpratıcı yola sapılmasın!

Dün yine bir itirafta bulundum kendime. Aslında yeni değildi. Zaman zaman dudaklarımdan dökülen, hep yüreğimi burkan, karnıma sancılar sokan bir itiraftı.

Ben hiç genç olmadım !

Oysa yirmili yaşlarımda da ben hiç çocuk olmadım dediğimi hatırlıyorum. Bir zamanlar Rus sporcuların olimpiyatlara hazırlanışı gibi dayak aromalı askeri rejim altında bir çocukluk geçirdim. Mutlak başarı şarttı. O başarıya ulaşıldı; ama pahası ağırdı. Benim oğlum ise o pahayı ödemek zorunda kalmadan başarılı oldu. Babamla benim aramdaki fark buydu.

Dilerim seksenli yaşlarıma ulaşabilirim. Ben harika yaşlandım diyebilmeyi çok istiyorum.

Demek gençlik böyle bir şeymiş derken aslında tatmadığım duyguları bazen yanı başımda görmenin yarattığı şaşkınlığı dile getiriyorum!
Çünkü benim saçlarım hiç omuzlarımda olmadı.
Jöleleyip, göğe dikmedim.
Küpe de takmadım.
Bağrı açık gezmedim.
Pasaklı olmadım.
Sigara içmedim.
Babamın arabasını kaçırmadım.
Kıraathane köşelerinde bilardo oynamadım.
Sağcı ya da solcu olmadım.
Çete savaşlarına karışmadım.
Mitinglere katılmadım.
Nezarete atılmadım.
Bir futbol takımın peşinden koşmadım.
Orama burama dövme yaptırmadım.
Kara sevda çekmedim.
Sınıfta kalmadım
Okulu asmadım.


Böyle olunca da evde baba baskısı, okulda arkadaş baskısı arasında sıkışıp kaldım! Meğerse o hengâmede geçip giden gençliğimmiş! Peki, özlem mi duyuyorum bunlara, keşke yapsa mıymışım? Değil tabii ki; ama başarılı olmak adına ben birden büyümüşüm! Kızamık, Su Çiçeği, Kabakulak geçirmeden büyümek gibi bir şey bu! Kendimi bulma uğruna torbamı alıp yollara düştüğümde, saçım sakalım birbirine karıştığında ise çoktan otuzlu yaşlarıma veda etmiştim! Ama bugün saçlarım hâlâ kısacık, küpe takmıyorum, siyasi görüş naraları atmıyorum, sigara içmiyorum ve futbol denen acubeden de nefret ediyorum. Tabii ki kara sevda da çekmiyorum!

Son 30 yılda onlarca farklı dünya kültürü yaşadım. İnsanları, alışkanlıklarını, yaşam tarzlarını, ilişkilerini gözlemlemeyi severim. Şuradan-buradan insan manzaraları adı altında sizlerle de paylaşıyorum zaman zaman. Çoğunluğu beyaz tenli olan Avrupa ülkelerinde sarışın, yeşil gözlü bir İngiliz hurisini yanında koca dudaklı, ağır kokulu devasa bir zenciyle görebilirsiniz. Ne boyları boylarına ne renkleri renklerine ne de dudakları dudaklarına uymamaktadır; ama farklılık adına bir araya gelmişlerdir. Birlikte yapmaktan en keyif aldıkları şey ise bellidir. Sarışın güzelimiz akça pakça erkeklerle birlikte olmaktan sıkılmış, kara marsıkta karar kılmıştır. O farklı bir kadındır, diğer renkdaşlarında olmayana sahiptir. Avrupalı erkekler de esmer kadınlardan hoşlanır. Erkeğini elinden kaçırmak istemeyen sarışın hatunlar da saçlarını simsiyah boyar, koyu renk lens takarlar. Komiktir bu görüntü. Aynı komedi bizim ülkemizde de vardır. Çoğunlukla siyah saçlı, esmer olan kızlarımız çakma sarışın olur, mavi lens takarlar; Kıvanç'a da taparlar. Çünkü o, Türkiye'de nadir bulunan bir erkektir. Sarışındır, açık renk gözleri vardır. Oysa Kuzey Avrupa'da metrekareye on Kıvanç düşmektedir. Neden Mısır'da, Ürdün'de, Arabistan'da Kıvanç çığlıkları atılmaktadır da İngiltere'de, Hollanda'da, İsveç'te adı dahi bilinmemektedir? Çok sevdiğim ve doğruluğuna inandığım Latince bir söz vardır;

Beati monoculi in regione caecorum - Körler ülkesinde tek gözlüler kraldır.

Sabiha Gökçen'de maviye uçmak için bekliyorum. Karşıdan gelen çifte takıldı gözüm. Erkeğin dağınık sarı saçları omuzlarına değmek üzereydi. Uzun boylu, yapılı bir gençti. Yabancı olduğu anlaşılıyordu. Üzerinde safari pantolon ve ayaklarında da postala benzer bir şey vardı. Sırtında da büyükçe bir çanta taşıyordu. Masmavi gözleri gülüyordu. Belki de yanındaki kara gözlü esmer kız o mavi gülüşü gri sanıyordu. Kızın sırtındaki çanta ise ondan büyük görünüyordu! Üzerinde yakasız bir tişört, hırka ve altında da şort, kalın çoraplar ve trekking botu vardı. Yani, altı kaval üstü şeşhâne'ydi. Cak cak çiğnediği sakız da görüntüsünü tamamlıyordu. Ama belli ki o bizim kızımızdı. Biri esmer, diğeri de sarışın özlemiyle birbirlerini bulmuşlardı. Belki de bir emesen-feysbuk arkadaşlığıydı. Arzulanan sinerji yaratılmış, görsel komediye seyirci aranıyordu! Yirmili yaşlarında olmalıydılar. Hemen yanı başıma geldiler. Oğlan sırtındaki çantayı tek hamlede çıkarıp yere attı. Kızımız da mı çantasını yere atacaktı yoksa çanta mı kızımızı, ben anlamaya çalışırken centilmen arkadaşı çıkarmasına yardım etti. Oğlan Alman İngilizcesi, kızımız da Türk İngilizcesi konuşuyordu. Alanya'da bir pansiyona gidiyorlardı ve oğlanın arkadaşlarıyla orada buluşacaklardı. Onca koltuk boşken, delikanlı yere oturdu ve sırtını çantasına dayadı. Kızımız da durur mu, hırkasını çıkarıp yere serdi ve erkeğin yanına uzandı !!

Demek ki gençlik böyle bir şeydi. Aykırı olmaktı; toplum kurallarına karşı gelmek, ben sizin dünyanızda yaşamıyorum mesajı vermekti. Bir de sarışın Avrupalıya şirin görünmek için ben de sendenim telaşı vardı ki kızımızın, en çok da buna üzüldüm! Oysa o -hırkasını serdiği- yere az önce tuvaletten çıkan ve ayakkabılarına idrar bulaşan Ahmet Amca basmıştı. Ondan önce de dışarıdaki kedi mokuna basan Ayşe Teyze!

Delikanlı, kahve alacağım diyerek uzaklaştı. Kızımız da etrafa bakınmaya başladı. O sırada telefonu çaldı. "Merhaba anniş! Havaalanına geldik. İyiyim, merak etme. Burcu da kahve almaya gitti. Tamam, kendime dikkat edeceğim ve her gün arayacağım seni." dedi, uzandığı yerde dikilerek!!

Hemen önümde sahnelenen yapmacık tiyatroya daha fazla dayanamayacaktım! Aslında umrumda olan gizli kaçamağı değildi.

"Benim de ömrümün yarısı yurt dışında geçti ve hâlâ da çoğunlukla orada yaşıyorum. Biliyor musunuz, aslında medeni olan bizleriz. Arkadaşınıza modern dünyada insanların yere değil, koltuğa oturduğunu, medeniyetin pis ayakkabılarla evin içine girmek olmadığını, giysilerin yere atılmadığını anlatabilirsiniz! Neden onun gibi olmaya çalışmaktansa onu bizim gibi davranmaya teşvik etmiyorsunuz? Eminim ki sokak kapınızın önüne hırkanızı serip oturmuyorsunuzdur!"

Bu konuşmamı ona bakmadan yaptım; ama bakışlarını üzerimde hissediyordum. O'na döndüm. Kor halini almış gözlerini benden ayırmadan bir süre sessiz kaldı ve sahnelediği dramanın beşinci perdesine yakışır tondaki cevabını patlattı !

"Sen kendi işine baksana!"

Haklıydı ve cümlesinin sonuna moruk kelimesini eklemediği için de şanslıydım! Annesinin cici kızı gerçek yüzünün beklenmedik sobelenişine içerlemişti. Oysa, canım gibi sevdiğim iki insan da onun yaşlarındaydı ve onlar da ben gibi birden büyümüşlerdi !!

Tencere yuvarlanır her zaman kapağını bulurdu !

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..