- Kategori
- Müzik
Doğru notalara basa basa

Emmanuel Pahud
Bir kurumun davetlisi olarak İş Sanat’taydım bir iki hafta önce. Franz Liszt Oda Orkestrası’nın bir konseri vardı, flütte Emmanuel Pahud ile. 16 yaylı çalgıdan oluşan topluluğa bu akşam flüte ek olarak klavsen de eşlik etti. Son zamanlarda gerçekten başından sonuna keyif alarak izlediğim bir konser oldu. Yaylı çalgıları, kemanı, viyolayı ve çelloyu, hepsini severim. Flüt dinlemek için özellikle aradığım bir enstrüman olmadı hiç, ama o akşam hem seçilen parçalar hem de flütist Emmanuel Pahud dinlerken beni hem hayal dünyalarına götürdü, hem de yaşamın gündelik konularına.
Öncelikle konser Johann Sebastian Bach’ın “Brandenburg Konçertoları”ndan No.3 ve No.6 başladı. Carl Philip Emmanuel Bach’ın bir konçertosu, ve Joseph Haydn ve Leopold Hoffman’dan hangisine ait olduğu müzik otoritelerinde halen tartışılan “Flüt ve Orkestra İçin Re Majör Konçertı, Hob. VII: D.1” ile devam etti. Konser Antonin Dvorak’ın “Yaylı Çalgılar İçin Mi Majör Serenat, Op.22” ile tamamlandı.
Oda orkestralarını dinlemeyi severim. Çok büyük olmayan bu topluluklarda her çalgı aletinin sesini ayrı ayrı duymak, fark etmek mümkündür. J.S.Bach’ın konçertolarında kemanlar ile viyolalar arasındaki konuşmayı, basın ve çelloların sohbete eşliklerini. Her çalgının kendi özgün sesini ve notalarının duyuruşunu ve aynı zamanda hepsinin uyumunu.
Orkestraları dinlemek bana hem uyumu düşündürür. Kendi özgün sesi ile bütüne hizmet ederken bütünü yükseltecek şekilde bütünün parçası olmayı. O akşam ki topluluk bir şef olmadan çalan bir orkestraydı. Yani çalınacak parçaya göre belki grubun o an için bir başı vardı, ama grup esas olarak bir bütün olarak, bir bütünün görevini tam yerine getiren parçaları olarak çalıyordu.
Seyrederken sahnede sayıları 18 olan sanatçıların kendi seslerini hiç duymayacağımı düşündüm bir an. Adeta konuşuyorlardı, ama onların yerine çalgı aletleri konuşuyordu. Öyle ki konuşmadıklarını unutuyordu insan.
Dudaklarından dökülen bir kelimeyi duymadığım yüzlerce müzisyeni seyretme şansım oldu yıllar içinde. Seslerini hiç duymadığım bale ve dans sanatçılarını da. Müzik o kadar evrensel ki sözcüklerin üzerine çıkabiliyor notaların yarattığı ezgiler. Yüzyıllar sonra bir Salı akşamında İstanbul’da Bach’ın kim bilir hangi duygu ve düşüncelere ile bestelediği konçertosuna hafif hafif tempo tutuyordum.
Yüreğim uyum istiyor ve diliyor.
Ülkemde, şehirlerimde ve bedenimde.
Yüreğim kendim olmak istiyor keyifle ve doğru notalara basa basa.
Ve bu seslerin ülkemin şarkısında yeri olsun istiyor.
Seslerimizin ayrı notaları ile hepimizin seveceği bir şarkı olmasını.
Yüreğim en çok da uyumun verdiği mutluluğu istiyor, farklılıklarımızı özgünce yaşarken.