Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Temmuz '17

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

DOĞUM GÜNÜ

DOĞUM GÜNÜ
 

Ne zaman doğduğunu ilk annesi söylemişti O'na. Yok, öyle hasat sonu ya da ekinlerin sarardığı zamanlar dememiş, tamı tamına ay, gün, yıl ve hatta saati saatine söylemişti. Ne eksik, ne fazlaydı.  Bu bilgilerle isterse yükselen burcunu dahi bulabilirdi.

İstisnasız her doğum gününde doğduğu gün, ailesinde yaşananları, ülkesinde ve Dünya’da olanları defalarca ve keyifle dinlemişti onlardan. Hep birlikte tebessümlerle, güzel ve iyi niyetli dileklerle ve her yıl biraz daha uzakta kalan o anı, her yılın şimdiki zamanından defalarca izlemişlerdi.

Doğum günü ne demekti? Ailesinin ve dostlarının güzel dilekleriyle kutlanmalı mıydı mutlaka? Kocaman bir pasta, aldığı yaş kadar mum, birkaç hediye olmazsa olmaz mıydı ki? Ya gözlerinden, gülümseyen yüzünden ve yüreğinden geçen ve kimsenin bilmediği ve bir nefeste üfleniveren bir kaç masum dilek, olmasa ne olurdu?

Şüphesiz hepsi de son derece özeldi aslında ve hepsi de O'ndan ve hayatından anlamlı birer parça taşıyordu. Doğum günü, yalnızca nüfus cüzdanında, sosyal medya hesaplarında, resmi belgelerde bir gün ya da telefonun diğer ucundaki mekanikleşmiş görevli sesin ifadesiyle “doğum tarihiniz lütfen; ay, gün ve yıl olarak,”  bu kadar da değildi elbette. Ömrü kaç yılsa artık, her yıl artan bir mum ilavesiyle kaç yaşına girdiğini hesaplamaksa hiç  olamazdı.

Başka bir anlamı da olmalıydı bugünün. O’na yaşamının her anının, hayatına giren ve dokunan her insanın değerini, dönüşen yaşamına her birinin ayrı ayrı katkısını anımsatan bir anlamı. Bu açıdan bakınca; doğduğu günden başka bir günde, anda ya da başka birilerinden ya da tekrar tekrar kendisinden, hatta belki de küllerinden yeniden yeniden, doğamaz mıydı ki insan? Her defasında biraz daha kendisi, her defasında biraz daha özü olduğunu duyumsadığı o anlar da, doğduğundaki an kadar kutlanmaya değmez miydi ki? O halde her an doğum günüydü ve kutlanmalıydı en güzel şekilde ve kendi içinde.

Doğuyoruz aslında her dem; biraz kendimizden, biraz da başkalarından. Anamızdan doğduğumuz ilk günkü gibi değiliz hiç birimiz. Dünyaya geldiğimiz o saf halin etkisini derunumuzda bir yerlerde taşısak da çoğu kez farkında olmuyoruz. Ve ruhumuz, hayat yolunda yoruldukça, yıprandıkça daha da özlemle  arıyoruz kendimizi. Hep o saf, o tertemiz halimize doğru akmak istediğimiz içindir belki de şiirler okuyuşumuz, şarkılar söyleyişimiz. Belki de gerçekten şarkılarda, şiirlerde bize söylendiği gibidir hayat, kim bilir?

Belki de Sabahattin Ali’nin dediği gibidir öncemiz. “Göklerin yüzü gülmüş, azgın sular durulmuştur Dünya’ya geldiğimiz zaman.”  Belki de sonradan “kirlenmiştir Dünya,” Murathan Mungan’ nın dediği gibi “biz büyüdükçe,” kim bilir?

Belki de  Can Yücel haklıdır gerçekten. Eğer O’na inanır da “Bugün, Dünya’yı istediğim bir renge boyar, rengârenk batan günü karşıma alır, bir renk de kendimden katarsam, gözlerimi kapatarak çocuklar gibi saf, temiz ve berrak,  hikâyemi yeni baştan yaratırsam ve asla vazgeçmezsem yaşayarak yaratmaktan ve kalbimdeki elleri bırakmamacasına sıkıca tutarsam, varlığın sevgiye en güzel kanıt olduğunu bilir,” yokluğu da kanıt edebilirsem sevgiye, “yalnızlığın saltanatını sürerken  birikmiş sevgimden de herkese bir parça vererek,” çoğullaşabilirsem, hepsi hepsi budur belki de hayat. Anbean tüm umutlara, tüm güzel insanlara ve tüm güzel anlara; yazılmakta olan bir şiir, yakılmakta olan bir türküdür belki de.

ESRA KARA 10.07.2017

 
Toplam blog
: 35
: 330
Kayıt tarihi
: 27.02.14
 
 

“Hikayeler hep aynı hikaye” diyorsan ve değiştirmek istiyorsan… 1969 yılında Ayvalık'ta doğdu..