Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Kasım '09

 
Kategori
Siyaset
 

Dünden bugüne sözde Kürt sorunu

Dünden bugüne sözde Kürt sorunu
 

Bugünkü Irak’ın kuzeyi ve Osmanlı’daki ismi Musul eyaleti, büyük önder Atatürk liderliğinde Yüce Türk milletinin çizdiği Misak-ı Milli sınırları içerisinde yer almıştır. Kurtuluş Savaşı sonrası komşularımızın bir çoğu ile sınırlarımız çizilmiş, boğazlar ve Musul sorunu ve aynı zamanda İngiliz sömürgesi olan Irak Devleti ile ilgili sınır problemimiz çözülmemişti. O dönemin dünya kaderini belirleyen İngilizler için petrol yatakları bakımından zengin olan Musul eyaleti çok fazla önem arz etmekte idi. Bugün Abd’nin de önem verdiği gibi. 13 Şubat 1925 yılında İngilizlerin maddi ve manevi desteğiyle Diyarbakır’da Şeyh Sait ayaklanması çıkarılmış, Diyarbakır, Elazığ, Muş ve Tunceli bölgelerinde Kürt Devleti kurulması amacıyla Türkiye Cumhuriyetine karşı silahlı bir başkaldırı yaratılmıştır. Bugün kü PKK’nın yaptığı gibi. Atatürk yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti bugünkü gibi açılım yapmayarak bu silahlı hilafetçi-Kürt isyancılarını bastırmış ve İstiklal Mahkemeleri kurarak, isyancıları idama mahkum etmiştir. O günden bugüne Doğudaki Kürt aşiretleri bir daha Devlete karşı isyan edememiştir. Bu süre Sovyetlerin yıkılması yani soğuk savaş bitip sıcak savaşın başlamasıyla, Abd’nin Orta Asya ve Ortadoğu enerji alanlarının ele geçirmek istemesiyle tekrar Kürt isyanları gündeme gelmiştir. 1925 yılındaki Şeyh Sait İsyanı yüzünden Türkiye Cumhuriyeti, 1926 Ankara Anlaşmasını İngiltere ve sömürgesi olan Irak ile imzalayarak Misakı Milli sınırları içinde Musul eyaletini Irak Devletine bırakmak zorunda kalmıştır.

1991 yılında Sovyetlerin yıkılmasıyla başlayan tek kutuplu dünyada Abd, 1.Körfez savaşıyla bu bölgede planlarını ön plana çıkarmıştır. Bu savaş ile birlikte 36 paralel alanı yani Musul eyaleti Saddam iktidarından kurtularak yönetim zafiyetine girmiş bu alandaki yönetimi de PKK doldurmuştur. Saddam’dan kalan silah ve cephanelikler Pkk’nın eline geçmiş 20 bin silahlı haini ile 1993-1996 da Türk Devletine tarihindeki en büyük ayaklanmayı başlatmıştır. Zamanın Cumhurbaşkanı ve Başbakanı Turgut Özal, iktidar süresince sermaye ve Abd’ye tam destek vermesine rağmen bu bölgedeki zafiyeti anlayarak Misak-i Milli sınırları içerisinde olan Musul eyaletinin bizim olduğunu ve bu bölgenin Türkiye Cumhuriyetine ilhak (katılma, bağlanma) olacağını söyleyince esrarengiz bir biçimde ölmüştür. Bu bölgede İsrail ve Abd’nin maşası olacak Kürt Devletinin kurulmasını engelleyen tüm oluşum ve kişiler ve bu planları açıklayan ve engelleyenleri Gladyo denilen kişiler veya oluşum tarafından ortadan kaldırtılmıştır. Bu yapılan planlar hep Abd’nin çıkarı olan Kürt Devletinin kurulması üzerine yapılmıştır. Eşref Bitlis, Uğur Mumcu, Cem Ersever, Necip Hablemitoğlu, Sivas olayları, Gazi olayları ve birçok cinayet ve olaylar hep bu Kürt Devletinin kuruluş amacına yönelik olaylardır.

Bu arada İran’a karşı yıllardır Saddam’ı destekleyen Abd ve müttefikleri bir çok biyolojik silahı Saddam’a vererek Halepçe’de 5 bin Kürdün hardal gazı ile katledilmesinde rol oynamış ve buradan kaçan 500 bin-1 milyon arası Kürt, Türkiye Cumhuriyetine sığınmıştır. Türkiye Devleti Kürt mültecilerine o dönemde kucak açmış, beslemiş ve her türlü yardımı esirgememiştir. İşte dünyada ilk Kürt meselesi bu şekilde ortaya çıkmış, artık Kürt meselesi 1878 yılında Doğu veya Ermeni sorununda olduğu gibi dünya meselesi haline gelmiştir. Avrupadan bir çok temsilci buraya gelerek sorunun uluslar arası bir sorun haline gelmesini sağlamış ve Çekiç Gücün Türkiye’nin Güneydoğusuna yerleştirmeyi başarmıştır. Bu Abd ve Nato destekli çekiç güç, Kürt Devletinin oluşumunda ve Pkk’ya verilen destek konusunda açık ve net olarak yardım sağlamış ve Türkiye Cumhuriyetine gelen Hükümetler, Atatürk’ün tam bağımsızlık fikrine aykırı olarak çekiç gücü bir türlü sınırlarımızdan dışarı atamamıştır. Meclisin yönetimine ve muhalefetine gelen her parti ve hükümetler çekiç güç kötü demiş , Pkk’ya desteğini tespit etmiş fakat kimse ülkemizden gönderememiştir.Bu Abd ve Nato destekli çekiç güç, 2003 yılındaki 2. körfez harekatının alt yapısını hazırlamış 2003 yılında Abd ve müttefiklerinin Irak’ı işgaliyle ülkemizdeki görevi bitirip ayrılmıştır.

Bu arada teröristbaşı Öcalan’ı, asmamak şartıyla Türkiye ile anlaşarak teslim eden Abd, IMF ile kapılarını kapatan Refah-Yol hükümetini büyük bir düzmece olan post-modern darbe ile iktidardan indirip Ecevit-Bahçeli-Yılmaz koalisyon hükümetini başa getirmiştir. 1996 yılında yayınlanan Aydınlık dergisinde Paul Wolfowitz’in Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin başına getireceğini o tarihte yayınlayarak belirtmişlerdir. Abd’nin planlarını Ecevit Hükümetinin yapamayacağını anlayan Abd ve sermaye grupları 2001 yılında büyük bir kumpas yaparak Türkiye’de büyük ekonomik kriz yaratmış Ecevit Hükümetini ve diğer partileri bitirip 2002 yılında Kürt Devletinin kurulmasını ve büyük sermeye şirketlerin Türkiye’yi tamamen sömürülmesini sağlayacak AKP hükümetinin iktidara gelmesine zemin hazırlamışlardır. 2001 yıllarında Tayyip Erdoğan ve ekibinin İsrail ve Abd yetkililerinle sık sık görüştüğü herkes tarafından bilinmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nde, İncilik üssü gibi stratejik öneme sahip yerlerin olması ve dünyanın en güçlü ordularından birine sahip olması nedeniyle Abd için Türkiye, çok önemli ülke konumundadır. 1 Mart tezkeresinin Meclisten geçememesi nedeniyle Türk-Amerikan ilişkileri son derece gerilmiş hatta ülkemiz, Büyükelçiler vasıtasıyla açıkça tehdit edilir hale gelmiştir. Her ne kadar Abd, kendi istediği hükümeti iktidara getirmişse de Türk Derin Devletini ele geçirememiştir. 2003 yılında İşgal Kuvvetlerinin Irak’a yaptığı operasyonla Irak’ın Kuzeyi yani şimdiki adı Kürdistan’ın temelleri (Kürt Federe Devletinin) atılmıştır. Yıllardan beri hatta Lozan’dan itibaren Kürt Devletini istemeyen Atatürkçü ve Milli Devletçi Türk Yetkilileri , Abd tarafından bir bir tasfiye edilmek için 2003 yılından itibaren operasyonlara başlanacağının sinyalini vermiştir. Uluslar arası hukuka göre 1926 da Ankara Anlaşması ile Irak Devletine verdiğimiz toprakların bir başka devletin eline geçme durumu söz konusu olduğunda önceki egemen Devletin hak talep edeceği aşikardır. İşte Türk Silahlı Kuvvetleri 2003 yılında yayınladığı Doktrinde Irak’ın kuzeyi yani Musul’un Mısakı Milli sınırları içinde yer aldığını Türkiye’ye ait olduğunu ve bunun için PKK ve Barzani ve Talabani’nin hegemonyasına son verilmesi gerektiği açıklayınca buradaki süper güç Abd, Türk Silahlı Kuvvetleri ile derin bir psikolojik savaşın içine girmiştir. Bu savaş Türk Özel Kuvvetlerinin başına ÇUVAL geçirilmesi ile 2003 yılında başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Hükümeti bu olay karşısında Abd’ye NOTA vermediği gibi müzik notası mı diyerek olayla ilgili dalgasını da geçmişlerdir.

Türk Derin devleti ve Abd derin devleti arasında olan psikolojik savaş, Şemdinli olayları, Atabeyler çetesi davası , Genel Kurmayın ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin dinlenmesi ve Askeri önemli kişilerin üstü kapalı bir şekilde tehdit edilmesi gibi olaylar taraflar arasındaki gerilimi attırmış ve bununla birlikte Ümraniye (Ergenekon) davası ile birlikte had safhaya çıkmıştır. Atatürkçü olan ve Kürt Devletinin kurulmasını kabul etmeyen Silahlı Kuvvet Komutanları içeri alınmıştır. Tarihte ilk kez Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kuvvet Komutanları terör örgütünden yargılanmaya başlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Hükümet yetkilileri Abd ile birlikte dirsek temas halinde hareket etmiş, uluslar arası hukuka göre suçluların iadesi anlaşmasına aykırı bir şekilde teröristbaşı Öcalan’ın kardeşini iade etmeyen Talabani’nin Türkiye Cumhuriyeti Devletine “size Kürt kedi bile vermem” sözlerine tepki dahi göstermemişlerdir. Son dönemde yaşanan Deniz Kuvvetlerinden Amiralin zimmetten yargılanıp içeri alınması , Genel Kurmay Başkanının usülsüz ve hukuksuz bir şekilde iddiaanamelerde yer alması ve yine Ergenekondaki darbe günlükleri ve son günlerdeki ıslak imza tartışmaları taraflar arasındaki psikolojik savaşın aynı şekilde devam ettiği açıkça anlaşılmaktadır. Türk Derin Devleti, Irak'ın Kuzeyinde Kürt Devletinin kurulmasına ve Demokratik açılım ile birlikte Milli Devletten Federasyon Devletine geçme ilk aşamasını ola Federalizmi kabul etmeyip Abd'nin planlarına karşı direniş göstermektedir.

Hükümet ise Kürdistan bölgesinin başkenti Erbil’de konsolosluk açarak Kürdistan Devletini resmen tanıma aşamasına gelmiştir. Bu durum 1926 Ankara Anlaşmasının son bulmasının ardından bölgenin Türk Cumhuriyetine ait olacağı tezinden uzaklaşan Abd’nin büyük Kürdistan projesinin en büyük ve ilk aşaması olan Kürdistan’ın kurulmasının yolunu açacaktır. İktidarın Kürt açılımı diye uydurduğu savsata ise Abd tarafından dikte edilen Pkk’nın tasfiyesi ve legalleşmesi süreci olup planların 2. aşaması olan Büyük Kürdistan’ın kuzey bölgesinin fiili olarak kurulmasını sağlayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi ellerinle kendi kuyusunu kazmakta bölünmezliğini, gaflet veya dalalet içinde olan yöneticiler tarafından kendi kendine bitirmektedir.

Sonuç olarak 31 Temmuz 1920 de Atatürk’ün subaylara yaptığı konuşmasında şöyle der (kısaltılmıştır) ; Millet, bağımsızlığını ordudan bekler’<ı> Dünyada hayat için, insanca yaşamak için, bağımsızlık lâzımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için, kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder. <ı>Kuvvet ordudur <ı>Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de, izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla, milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar. Her halde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. <ı>Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta, engeller ve müşkülat kalmaz <ı>Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; “ordunun ruhu subaylardadır.” <ı>Şahsi ve özel hayatları itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler.
<ı>Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürür.
<ı>Onları aşağılar ve hor görürler.
<ı>Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz.
<ı>Onun yaşamak için bir çaresi vardır. Şerefini korumak!
<ı>Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına atmaktır.
<ı>Dolayısıyla subay için “ya istiklâl, ya ölüm” vardır. MUSTAFA KEMAL

 
Toplam blog
: 80
: 9564
Kayıt tarihi
: 05.07.09
 
 

1978 Lüleburgaz doğumluyum. İlk, orta ve lise eğitimimi Lüleburgaz'da tamamladım. İstanbul Üniver..