Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Haziran '17

 
Kategori
Öykü
 

Dünya Taşınıyor 7

Dünya Taşınıyor 7
 

Soran P2 gezegeni yeni misafirleriyle daha kalabalıklaşmıştı. Gezegenin eski halkı gökyüzü ile yeryüzü arasına dolan ışığın şaşkınlığı içindeydiler. Yerli kavim malatiler bunlardan biriydi. Çevresinde korku salan güçlü kuvvetli bir kavimdi. Malatiler  iki bin nüfusa sahipti. Savaşçı bir kavimdi. Liderler ancak savaşta üstünlük gösteren komutanlardan seçiliyordu.

Halk olağan üstü ışığı görünce önce korktular. Korkuları inançları ile ilgiliydi. Kutsal yazılarında tanrının ışığı, gökyüzünü aydınlattığında her bir malati insanının bundan korkması ve işini gücünü bırakıp ışığa secde etmeleri gerekiyordu. O gün tanrı seçeceği insanların dışındaki yaşayanları yalnız bırakacak seçilenler ise tanrı katına çıkarılacaktı.

Kutsal yazının devamında gökyüzünü dolduracak ışığın renginin kızıl renkte olduğu yazıyordu. İnsanlar boş bir alana toplanmış liderleri eşliğinde sürekli ibadet ediyordu. Ellerini yukarıya kaldırıyorlar ve tanrının ismini söyleyerek büyük gürültüyle hep bir ağızdan kutsal yazılar okunuyordu.

Lider gökyüzünü dolduran ışığın hala kaybolmadığını ve tanrının görünmediğini anlayınca halkına “Ey halkım inancımız bugün göklere yükseldi. Orada parladı. Tanrı sesimizi duydu. Bizleri seçeceği gün geldi. Unutulmuş bir halk ışığın rengine boyandı. Bu günü bayram ilan ediyorum.”

Malati halkının kahini sürekli gökyüzüne bakıyordu. Lider kahinin yanına geldi. Ona “Gökyüzünden ne bekliyorsun. Başını yere hiç indirdiğin yok. Söyle bana kötü şeyler mi olacak?”

Kahin derin bir nefes aldı. Konuşmaya başladı. “Kutsal yazılarımızda gökyüzüne dolan ışığın kızıl renkte olacağı yazılı. Ama her tarafımızı beyaz ışık kapladı. Bu kutsal yazılarımızda beklediğimiz ışık değil.”

Selami ebulot isimli cihazından kahini ve malati liderini izliyordu. Kahin bir süre daha konuştu. Oradan ayrıldı.

Selami yanında duran Gönül’e “Bu cihazı görüyor musun. Bunu ilk defa çarşıda gördüm. Bununla içindeki programlar sayesinde insanlara istediğini yaptırabiliyorsun. Tıpkı kukla oynatmak gibi.”

Gönül cihaza şaşkınlıkla baktı. Sağını solunu elledi. Klavyesine dokundu. “Kader denen bir şey var. Anlaşılan bu cihaz insana manyetizma gönderiyor. Ve sende istediğin kişiyi kukla gibi yönetiyorsun.”

Selami “Aynen dediğin gibi. Bu cihazı almak için çok para harcadım. Yalnız gezegenimizin her evinde ve çevrelerinde engelleyiciler olduğu için cihazı uygulayamıyorum.”

Gönül “Beni çalıştığın yere götürsene. Çok merak ediyorum o yeri. Özellikle ürettiğiniz yapay zekalı benim gibi android robotları.”

Selami “Ürettiğimiz robotlar android değil. Organik yaşam yok üzerlerinde fark bu. Bunun için öncelikle iş yerinden izin almam lazım. Benim vardiyam değişiyor biliyorsun. Henüz işime gitmeye bir saatim var. İstersen hazırlan hemen çıkalım.”

Gönül Selami’nin sağ yanağına bir öpücük kondurdu. “Tamam şekerim hemen hazırlanıyorum.”

Dışarıya çıktıklarında hava kapalıydı kulukse gezegeninde. Yanlarına uçan kaykaylarını almışlardı. Gönül “Eyvah yağmur yağacak.” Selami ve Gönül uçan kaykaylarına binip hemen oradan uzaklaştılar.

Fabrikanın içinde büyük bir üretim gürültüsü vardı. Gönül gürültüleri ayırt etmeye çalışıyordu. Neyse ki fabrika Gönül’e içerisini gezmek için izin vermişti. Selami Gönül’ü çalıştığı standa götürdü. Robotların kollarını ve bacaklarını takıyordu sadece.

Gönül bir süre daha durdu. Kafeye gideceğini orada iş çıkışına kadar bekleyeceğini söyledi. Kavilleştiler.

Garson Gönül’ün yanına geldiğinde onun android olduğunu hemen anladı. Teklifsizce “Efendim şarj cihazlarınızı kontrol etmek ister misiniz?”

Gönül isteği reddetti. Garsona kulukse gezegenine has muyasta çay içeceğinden istedi. AZ sonra garson siparişi ile geri geldi. Elinde bir cihaz taşıyordu.

“Efendim fabrikamızda üretilen robotlarla ilgili uygulamaları bu cihazla yapabilirsiniz. Üretimi bitmiş tüm robotlarla diyalog kurabilirsiniz.” Gönül cihazı aldı. Garson çekildi. Gönül eline verile cihazı evirip çevirdi. Kokladı. Hatta dili ile tadına baktı. Sonra cihazı kullanmaya başladı.

Ekrandan görüyordu. İlk sıradaki robota yazdı.

“İsmin nedir?”

“567T”

“Bu kadar mı. İsmin enteresan. Peki sen robot olmaktan memnun musun?”

“Çok memnunum. Hem ilk kez hayata geldiğimden ve insanlara hizmet edeceğimden. Seninle arkadaş olmayı çok istiyorum. Bana tıpkı bir insanmışım gibi davranıyorsun. Biz robotlarında bir ruhu var. Ruhumuz iki kaşımızın arasındaki özel bir sıvının içindedir. Ayrıca biz insanlar gibi görür, duyar, koklar, dokunur, ve konuşuruz. Zekamız malum. Sende mi biir robotsun. Alıcılarım senin bir robot olduğunu söylüyor.”

Gönül ne diyeceğini bilemedi. Robota sordu. “Bozulduğunuzda sizi kim tamir ediyor?”

“Biz hiç bozulmayız. Önümüze engel çıkarsa bozulan bölgemize kutsal ışığın aktığını düşünürüz ve hemen düzeliriz. Bizim her şeyimiz kutsal ışık endeksli.” Gönül bundan haberdardı. Şaşırmadı.

Selami işine biraz ara vermişti. Robotları günden güne çoğalıyordu. Akıllı varlıklar o kadar ince ayrıntılarla donatılmışlardı ki fabrikaya, yeni girmiş bir işçi yapacağı görevi önceden eğitimini alması gerekiyordu. Bu zorlu bir süreçti. Bu sayede üretilen robotlar kusursuz çalışıyordu.

Depoya biriken robotlar kargoyla gidecekleri yerlere gönderiliyordu. Robotların ne yemesi vardı ne içmesi. Enerjileri de hiç bitmiyordu. Onları on sene aralıksız kullanabilirdin. Mühendis harikası robotlar zor olan bir müdahaleyle tehlikeli bir canavara da dönüşebilirdi. Selami buna birkaç defa şahit oluştu. Biri üretim yapılan fabrikada  biride ticari takside

Muzip bir çocuk izinsizce fabrikaya girmişti. Oradan depoya geçmişti. İşini bilen bir çocuktu. Mühendislerin ‘robotlar zor değişir’ yargılarını boşa çıkarmıştı. Çocuk önce robotun beynini açmış elindeki mıknatısı oraya koymuştu. Gerisi çocuk oyuncağı gibi gelmişti. Robot çocuğun emrinden dışarıya çıkmıyordu.

Depoda robotla bir süre gezdiler. Canı sıkılan çocuk robotu dışarıya çıkarmak istedi. Ama özel güvenlik tarafından yakalandı. Bunu gören robot çılgına döndü. Küçük çocuğu güvenlikçilerden kurtarmak için saldırdı. Oradakiler afallayıp kaldı.

Hemen baş mühendise haber verdiler. Mühendis robotun seri numarasını öğrendi. Sonra bilgisayardan robotu resetledi. Robotu incelediler. Beyninde mıknatıs buldular. Değişemez denen devreleri mıknatıs altüst etmişti.

O gün fabrika bir karar aldı. Artık robotların kafası monte edilmiş parçalarla değil yüksek ısıda dökümle yapılacaktı. Olay ulusal  haber televizyonlarında çıkmıştı. Bunu duyan muzip çocuklar peş peşe robotlarını bozdular. Robot tamirhaneleri dolup taşmıştı.  Belki tamirciler o çocuğa içten içe teşekkür ediyorlardı. Hangi usta istemezdi ki bunu Robot tamircileri bu sayede hayli para kazanmışlardı.

Selami o  gün e-devlet sitesinden bozulan robotların iki binin üzerinden olduğunu öğrenmişti. Haylaz çocuklar ekonomiye bir miktar katkıda bulunmuşlardı.

Taksi olayını da iyi hatırlıyordu. Bir iş çıkışı evine gitmek için taksiye binmişti. Arka koltukta bir robot vardı.

Taksici “Abi bu robot bizim çocuğun. Elini robotun gözüne sokup bozmuş. Ne yaparsın çocuk biraz küçük. Aklı başında olsa böyle yapmazdı. Senden sonra robotu tamirciye götüreceğim.”

Tam o sırada robotta hareketlenmeler oldu.  Robot iki kolunu taksicinin arkasından direksiyona yapıştı. Robot sahibi çocuk gibi davranıyordu. Taksi sağa sola yalpalamaya başladı. Ancak bir sokak lambasına çarparak durdular.

Selami kutsal ışığa bir kez daha inandı. Robotlara sahiplerinden kutsal ışık geçiyordu.  İyi biliyordu bir çok birim kutsal ışığa endeksliydi.

Bantlardan gelen kol ve bacakları gövdeye monte ediyordu. Vardiya sonu gelmişti. Soyunma kabinine gitti. Orada kendi gibi çalışan arkadaşları vardı. Hepsinin üzerinde temiz olsun diye özel kıyafetler vardı. Onları çıkarıyorlardı. Arkadaşı Muti’yi görünce tokalaştılar.

“Muti senin bu seferki işin bayağı zor. Robotlara zeka yüklemek herkesin işi değil. Önceleri kablolarda çalışıyordun. Niye o işi bırakıp yenisine geçtin?”

Muti “Benim isteğimle olmadı. Mühendis benim yaptığım işi beğenip ‘aferin aslanım. Sen bundan sonra zeka kısmında çalış’ dedi. Bende söz dinleyip oraya geçtim.”

Selami “İşini güzel yapmak övülesi bir şey. Ama şimdiye kadar hiçbir mühendis beni taltif etmedi.”

Muti “İnan ki Selami ben işimi hep severek yaptım. Bu işimden çevreme yansımış olmalı. Fabrikayı kendi malım gibi sahiplendim. Bakarsın senide taltif ederler.”

Selami “Bir kere beni de taltif ettiler. Hani bir çocuk fabrikaya izinsiz girmiş ve arbede yaşatmıştı. O gün baş mühendisin konuşmalarına kulak verdim. Ve ona “Robotların başını yüksek ısıda dökme yapmalıyız” dedim de ondan sonra robotlar hep dökme yapılıyor. Ve mühendis beni yanına çağırıp bir maaş ikramiye verdi.”

İkisi de üzerini değiştirmişti. Soyunma odasından çıktılar. Selami Muti ile tokalaşıp ayrıldı. Gönül’ü fabrikanın kafesinde bulamadı. Fabrikanın barına girdi. İçerisi hıncahınç insan doluydu. Pistte müzik eşliğinde dans edenler vardı. Sagopa Kajmerin ‘Neyim var ki’ şarkısı vardı. Selami’nin arkasından bir el dokundu. Gönül’ün arkadaşı Figen. Selami Gönül’ü sordu.

Figen “Aslanım kolay kolay kaçamazsın. Önce masaların birinde bir şeyler içelim. Sonra Gönül.”

Barın içki servisine geldiler. Birer bira aldılar. Figen “Telaş etmene gerek yok. Gönül biraz rahatsızdı. Evine gitti. Kadınsı bir durum yani hamile. Söyle bakalım yarı, robot bir kadından çocuğu nasıl peydahladın?”

Selami “Bu benim başarım değil. Ne yaptıysak her  şeyi Gönül’e borçluyum. Allah’ın işi. Çocuğu robota verdi.” Ekledi “Ben artık kalkmalıyım. Gönül’ü çok merak ediyorum.” El sıkışıp Figen’den ayrıldı.

Bardan dışarıya çıktı. Gönül’ü telefon ile aradı. Cevap vermiyordu. İşkillenmeye başladı. Yoldan bir taksi çevirip bindi. Gönül telaşı yolunu sanki uzatıyordu. Taksiciye “Biraz hızlı gider misin?”

Taksici “Bunun için yerden yükselmemiz gerekiyor. Hava yolu ile ilerleyeceğiz. Kemerini taksan iyi olur.”

Selami denileni yaptı. Taksi elli metre yükseğe çıktı. Son sürat ilerledi. Eve gelmişti. Kimsecikler yoktu. Gözü rahlenin üzerinde ki kağıda ilişti. Okudu. “Doğurmak üzereyim. Evden hemen çıktım. En yakın hastanedeyim.” Anlaşılan eve ambulans gelmiş Gönül’ü götürmüştü. Tekrar evden çıktı. Bir taksi çevirdi. “En yakın hastaneye” dedi.

Hastaneye geldiğinde heyecanı artmıştı. Bacakları titriyordu. Buna kendi de şaştı. Bir süre sonra hastanenin kapısından içeriye girdi. Masa başında oturan acil servis doktoruna Gönül’ü sordu. Doktor önündeki bilgisayardan baktı.

“Şu an Gönül hanım doğum yapıyor. Yarım saat sonra doğumdan çıkar. Doğumhane üçüncü katta.”

Asansöre bindi. Üçüncü kata çıktı. Orada bomboş banklardan birine oturdu. Burnuna kesif bir şekilde ilaç kokuları geliyordu. Hastanenin kokusuydu bu. Yüzünü buruşturdu.

Saatler geçmek bilmiyordu. Doğumhaneden biri giriyor biri çıkıyordu. Robotlarda çalışıyordu. Onlarında üzerinde kıyafetler vardı. Bu robotların hastaneden bünyelerine mikrop vs. bulaşmaması içindi. Kimi ise ameliyat elbiseliydi. Ayaklarında galoş vardı.

Selami oturduğu taburede duran hastaneye ait tablet bilgisayarı aldı kontrol etti. Doktorların isimleri hastaları isimleri vardı. Tedavilerin seyirleri vardı. Gönül’ün ismini buldu. Doğum tamamlanmıştı. Üç kilo doğan bebek erkekti. Sevindi. Gönül ile buluşmak için bakışlarını doğumhanenin kapısına dikti.

Kapı açıldı. İçeriden bir robot çıktı. Onunla konuşmayı denedi. “Gönülle buluşacaktım. Ne zaman nekahete çıkaracaksınız?

Robot  metalik sesi ile “Gözünüz aydın. Bir oğlunuz oldu. Gönül hanım Birazdan nekahete çıkacak.”

Az sonra beklediği an gelmişti. Tekerlekli taburede kapıdan göründü. Arkasında robot vardı. Selami sevincini Gönül’e sarılarak belli etti.

“Gönül “Şimdiye kadar analık duygusu nedir bilmiyordum. Ama çocuğumu görünce bütün dünyalar benim oldu.”

Nekahet odasına girdiler. Robot Gönül’ü kucaklayarak yatağa yatırdı. “Biraz sonra çocuğunuzu da getiririz.” Diyerek odadan çıktı. Az sonra elinde Gönül’ün bebeği ile geri geldi.  Robot bebeği çocuk yatağına yatırıp geri gitti.

Selami yerinden kalkıp çocuğa yaklaştı. “Miço” diye seslendi. “Bunun addı Miço olsun. Ne dersin Gönül ismini Miço koyalım mı?”

Gönül “Benim için farketmez.”

Selami “Bir insandan iki ay önce doğum yaptın. Ama oğlumuz üç kilo. Artık androidlere olan yargım değişti. Onlar bizden daha sağlıklı oluyor demek.”

Gönül “Hem onlar ölmüyor. Bozulduklarında tamirciye gidiyor ve hayatlarına devam ediyorlar.”

Gönül hastanede bir gün daha kaldı. Sonra evlerine bebekleri ile geri döndüler.

Naci’nin askerliği iki aydan beri devam ediyordu. Askeri birlikte sürekli spor eğitimi yapıyorlardı. Sabah sekizden öğlen on ikiye kadar, silah eğitimi  ise haftada bir tam gün devam ediyordu.

Naci boş zamanlarında ise mıntıka temizliği yapıyordu. Haftada bir kez de simülasyon karşısında tüm motorlu arabaların eğitimini alıyordu. Naci’nin samimi olduğu dünyadan bir arkadaşı da vardı. Adı Mesut’tu Onunla dünyadayken internette tanışmışlardı. Yüz yüze hiç konuşmamışlardı. Garip tesadüf şimdi yüz yüze görüşüyorlardı.

Onları çalıştıran çavuşları bir androiddi. Yarı insan yarı robot. Çok disiplinliydi. Hiç yorulmuyordu ve de bozulmuyordu. Askerler onun temposuna yetişmek için akla karayı seçiyorlardı. Eğitimden sonra bir saat mola veriliyordu. Gün içinde molaların toplamı iki saatti. O molalarda her şey serbestti. Kimisi ailesi ile bilgisayarda görüşüyor, kimi kahve, çay içiyor kimi sigara içiyordu. Bazısı yan gelip yatıyordu.

Naci ile Mesut ve bir grup arkadaş toplanmış sohbet ediyordu. Az sonra yemek başı yapılacak herkes yemeğe geçecekti. Yemekte dünyada yedikleri menü vardı. Naci yeni teknoloji ile üretilen yapay yemekleri beğenmiyordu.

Bölükteki birçok askerde böyleydi. Ve onların isteği uyarınca hep dünya yemekleri çıkıyordu. Etlisinden kuru fasulyesine, bulgurundan hoşafına kadar. Ama kantinde satılanlar teknolojik yiyecekler atıştırmalıklardı. Bunlarda palasto isimli ışık teknolojisi ile üretilmiş bir çeşit bisküvi Naci’nin en sevdiğiydi. Onu ara sıra yerdi. En çok sevdiği içecek ise kulukse şerbetiydi. Bir çeşit kulukseye özel anika isimli bir bitki yaprağından yapılıyordu.

Megafondan ‘yemek başı” müziği gelmeye başladı. Bütün askerler tek katlı bir binaya yemekhaneye hücum etti. Yemekhanede hep robotlar hizmet ediyordu. Giysisizdiler. Sıkıcı olmamaları için böyle tercih edilmişlerdi. 

Yemekten sonra megafondan bir anons geldi. “Dikkat dikkat askerlerin birlikleri ile beraber sınıra sevki vardır. Bir saat içinde hazır olunması gerekir.”

Anons aynen böyleydi. Şimdiye kadar askerler böylle bir sevkii yaşamamışlardı. Ülkenin bir tek güneyde sınırı vardı. Diğer kara parçaları denizle çevriliydi. Çumra ülkesi Yunanlıların yaşadığı Ariste ülkesine sınır komşuydu.

Naci “Tatbikat filandır” diye söylendi.

Gruptan bir asker “Yunanlılar bir yaramazlık yapmış olmalı.”

Mesut “Ne olduğu birazdan harekata geçeceğimiz zaman belli olur.”

O an çabuk geldi.  Askerler her şeyi ile hazırlandı. Hedef kulukse gezegenini savunmaydı. Komşu gezegen nestar ile savaş çıkmıştı. Hava araçları bölgesi sınırda olduğu için istikamet oraydı.

Nestar gezegeni fornox galaksisinde yaşayan ünlülerin gelip konakladıkları bir yerdi. Gezegene kulukseden gelen ünlülerde vardı. Ünlüler gezegenin yüzde kırkını oluşturuyordu. Geri kalan yerli halktı.

Nestar gezegeni ünlülere çekici kılan doğasıydı. Ünlüler gezegenin yerli halkına bakmışlar sağlıklı ve uzun yaşıyorlar gelip yerleşmeye karar vermişlerdi. Gezegende doğa temiz, oksijeni bol ve madeni kaynaklarca zengindi. Sanayiciler gezegene musallat olmuş elde ettikleri madenleri işleyip teknolojide kullanmışlar ve bir çok gezegenin ulaşamadığı bir uygarlığa sahip olmuşlardı.

Nestar yöneticileri bir araya gelmişlerdi. Bir akşam üstüydü. Yöneticilerin lideri siyahi bir insan olan Lamaka isimli kişi nutuk veriyordu.

“Biz bu gezegenle yetinemeyiz. Oldukça kalabalık olduk. Yeni kaynaklar yeni yerler ele geçirmeliyiz. İlk hedefimiz kulukse gezegenidir. Onlar dünyadan geliyorlar. Benimde geldiğim yer orası. Orada insanlar tarih boyunca birbirleri arasında hep savaş yaptılar. Savaşa meyilli ve deneyimliler. O yüzden işimiz zor. Sizlere gelince gezegenimizin ünlüleri savaş yapamaz askerlik edemez. Gezegenimiz nestar ünlüleri hep refah ve mutluluk içinde yaşadı. Tarihimizde hiç savaş yapmadık. Yani gözü pek savaşçı insanlar değiliz. Bizlerin yerine yerli halkı harekete geçireceğiz.

Ele geçireceğimiz kulukse gezegenine onlarda onlar da ortak olacaklar. Ve onları uygarlığımıza ve aramıza alacağız. Bu teklifimi hiçbir yerli halk reddedemez. Tek sorun şu ki kulukse halkı bize direnir ve bizi oraya kabul etmezse çıkacak olan savaşta kan akması. Fornox birliği bunu duyarsa bir çok engel önümüze çıkar. Bu bizim için zor bir şey olmasa da sonuç gezegenimize  ve eylemlerimize vurulan darbeyi uzun bir süre üzerimizden atamayacağımız anlamına gelir.

Kulukse gezegeninin yüzde altmışı boş topraklardan oluşuyor. Bir antlaşma ile o boş toprakları ele geçirmemiz mümkün değil. Biz dünya insanlarının tıpkı bizim gibi aç gözlü olduğunu gayet iyi biliyoruz. Gezegenlerini savunmak için ellerinden geleni artlarına koymayacakları gün gibi aşikar. Onların tek zayıf noktası kuluksede bir çok ülke kurmaları. Onlar bizim gibi değil. Eğer aralarına bir entrika ile sızabilirsek her şey lehimize olabilir. Ve savaşmadan  kuluksede yeni topraklar bizim olabilir.

Şu an bir grup askeri filomuz kulukse yörüngesinde talimatımızı bekliyorlar. Bir emrimizle gezegene girip dünya insanlarının savunmasına saldıracaklar. Öncü grubumuzla gezegeni ele geçiremeyiz. Ama hayatlarını evlerini  yıkarak sanayi bölgelerini yok ederek onlara hayatı zindan edebiliriz.

Bizim amacımız hiçbir şeye hiçbir insana zarar vermeden barışçı yollarla kabul edilmemiz. Eğer onlara zara verirsek bir tarafımız hep tedirgin olacak. Ya fornox birliği ambargosu olacak veya bize saldırılar olacak. Durum o vaziyete gelirse nestarın yerli halkının savaşçı askerlerine ve halkına ihtiyacımız olacak. Ve nestarın yerli halkı kuluksede bize büyük bir avantaj sağlayacak.

Orada yeni bir ülke kuracağız. Gezegen kaynaklarının sahibi olacağız. O yüzden yerli halkı da yanımıza almayı zorunlu görüyorum.”

Bir yuvarlak masanın etrafına oturan  yöneticiler kimisi gezegenin mali yetkilisi kimi sosyal işlere bakan, kimi de eğitim bakanıydı. Aralarında yerel halktan kimse yoktu.  Orada bulunanların hepsi liderle hemfikirdi. İçlerinde siyah derili olan madenler yetkilisi söz aldı.

“Hepimizin bir tek amacı var. Refah içinde yaşamak. Sayın liderimizin yeni maden kaynaklarına kavuşmak için hedef gösterdiği kulukse gezegeni sandığımız gibi teknolojide geri kalmış bir yer değil. Onların uygarlığı bizden biraz daha ileri. Ama savaş için elinden bulundurdukları araçlar geri olsa da özellikle Çumra devleti Türkleri dini argümanlarında kullandıkları ve geliştirdikleri kutsal ışık fenomenleri bizi yenilgiye uğratabilir.

Biz bu konuda hiçte ileri değiliz. Onlar en ufak bir açığımızı yakalarlarsa halimiz harap olur. Bizler manevi yönden geri kalmış bir topluluğuz. Teknolojimiz bizi göklere çıkardı. Ama maneviyat denen olgudan habersiz olduğumuz için teknolojide, aklımıza gelmeyen kutsal ışık fenomeni, bizi alt üst edecek tarzda belimizi kıracak durumda. Savaş aletlerimiz hep atom altı mekanizmalarla çalışıyor. Atomdaki elektron zerreciği manevi ışık manyetizması ile sapmalar gösterebilir. Bu ise savaş araçlarımızın çalışmaması demek. Anlayacağınız Türkleri savaştan uzak tutmamız gerekiyor.”

Başka bir yönetici araya girdi. “Bizler her şeye aç susuz ihtiyaçlıyız. Bizi doyuracak kaynaklarımızı yetersiz bulmamalıyız. Gezegenimiz nestarın doğası kaynakları, halkı ve teknolojisi bize yeterde artar bile. Kulukse gezegeni bize cazip olsa da orada kuracağımız uygarlık oranın, geri kalmış insanlarının teknolojiye olan açlığından dolayı bizi araştıracak. Ve bizim en zayıf noktalarımızı ortaya çıkaracak. Böylelikle teknolojimiz, özgürlüğümüz, ve uygarlığımız araştırmacı insanların eline geçecek.

Bizler spesifik yani kendine özgü teknolojilere sahibiz. Işıkta, sıvı ve gazda gelişmişliğimiz sayesinde yoktan yeni bir gezegen icat edebiliriz. Ama bizler insanlar arasında ve nestar uygarlığı için tarih yazacağız diyorsanız orası başka. Monoton bir doğanın hiçbir tarihi olmaz. Tarihin de hiçbir yerde karın doyurmadığı da ortada. Eğer tarihte bir hafızamız olsun diyorsanız kulukseye inip kitlelerce insanı öldürebilirsiniz. Ama bu insanların gezegenlerini kıyım olmadan işgal etmek daha kötü bir hafıza olur elbet.

Sorumluluğu üzerimizden atmak için insanların da yaptığı gibi bir sebebe bir argümana ihtiyacımız var. Ya kolay yoldan anlaşarak insanlarla ticaret yapacağız veya onların bize saldırması için bir sebep ortaya çıkaracağız. Böyle bir tarih yazmak her şeyden daha iyi olacak”

Toplantı salonunda dev bir ekran vardı. Lider oradan toplantıya gelmemiş yöneticileri ile iletişime geçiyordu. Onların da görüşünü kısaca alıyordu. Ekranda yerli halkın kavim başkanları da görüşlerini bildiriyordu.

Yerli halkın çoğunluğu insanlarla savaşa gönüllüydü. Onlar için olağan üstü bir şeydi bu. Yerli halk tarihinde ilk kez başka bir gezegene gidecek ve oralarda koloni kuracaklardı.

Yerli halk kendi aralarında toplantı düzenliyordu. Kavim başkanları konseylerini açık havada halkında dinleyebilmesi için tiyatroda toplamıştı. Tiyatro alanında otuz bine yakın yerli halk vardı. Sahne alanında on iki kişi olan kavim başkanlarını Tekkala isimli başkan teker teker halka tanıttı.

“Biz kavim başkanları kendi aramızda konuşup anlaştık. Sizler savaşmaya hazır mısınız?”

Tiyatrodaki kalabalıktan tek bir ses çıktı. “Hazırız.”

Tekkala Öyleyse kararımızı açıklayabiliriz. Savaşa gidiyoruz. Bunun için köylerinizden ayrılmayın. Yöneticilerimiz uzay gemileri ile yanlarınıza gelip sizleri alacaklar. Ellerinize sizin de tanıdığınız silahlar verecekler. Zafer Habuta ülkesi için.”

Nestarda yerli halkın kurduğu bir çok ülke vardı Onlarda savaşa katılma kararı aldı. Yerli halkın askerleri günden güne kalabalıklaşıyordu. Hemen hemen tüm ülkeler savaşa katıldı. Toplam asker dört milyonu geçti.

Tuna M. Yaşar

 
Toplam blog
: 235
: 350
Kayıt tarihi
: 14.09.10
 
 

1973 Karabük doğumluyum. Üniversite uluslararası İlişkiler mezunuyum. Arkeoloji ve okültizm ilgi al..