- Kategori
- Güncel
Dünyada rızkı varsa radyasyonun gözüne koysan yine ölmez!

Akşam haber bülteni başlamıştı. Televizyonun sesini yan odadan duyabileceğim kadar açıp orada yeni aldığım elbise dolabını monte etmekte olan ustanın yanına geçtim. Usta, refleks haline gelmiş bir beceri ve hızla çalışıyordu. Dolabın parçalarını ambalajlarından çıkarıp bağlantı elemanlarını takıyor, birleştirmek üzere yan yana diziyordu. Bir süre hangi elemanı hangi parçaya, ne şekilde taktığını izleyip öğrendikten sonra bir tornavida alıp yardım etmeye başladım. Saat akşamın sekizine geliyordu. Hem iş çabuk bitsin hem de o daha fazla gecikmeden paydos edip evine dönsün istiyordum.
Haberlerde bilinen gündem konuları ardı ardına sıralanıyordu. Orman yangınları, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararları, Ankara’daki Zekai Tahir Burak Hastanesi’nde son günlerde meydana gelen bebek ölümleri vs... Ustamız YAŞ kararları hakkında herhangi bir yorum yapmadı. Sıra orman yangınları ve bebek ölümleri haberlerine geldiğinde konuşmaya başladı. Orman yangınında dikkatini çeken Hükümetin yangında zarar gören köylülere yardım edeceği haberi oldu.
“ - Helal olsun. Abi daha önce hangi Hükümet böyle yardım etti halka?” dedi. O müthiş felaket haberine bile kendince olumlu bir açıdan yaklaşabilmişti. Tanımadığım insanlarla, hele herhangi bir alışveriş ilişkisi içinde bulunduğum kişilerle siyaset tartışmayı pek sevmem. Devletin eskiden beri böyle davrandığını, hatta üstüne vazife olmayan konularda bile popülizm için sadaka babında çeşitli yardımlar yaptığını, bunun da aslında insanlarda risk yönetimi ve sorumluluk bilincinin gelişmesini engellediğini hatırlatmak istedim ama vazgeçtim. Adam söylediğine samimiyetle inanıyordu, o anda onu ikna etmek mümkün değildi.
“ - Elbette, yardım etmesi gerekir” falan diyerek geçiştirdim.
Sıra bebek ölümleri haberine gelmişti. Aslında görünüşe bakıldığında ustamız televizyonla hiç ilgilenmiyor gibiydi. Bütün dikkatini işine vermiş seri hareketlerle çalışıyordu. Birden,
“ - Ne enfeksiyonu abi yav!” diye bağırdı.
Bir vidayı sıkıyordum, dalmıştım, irkildim. Ben de ona bakıp içimden tekrarladım, “ne enfeksiyonu?”
Daha ben içimden geçeni soru haline getirmeden devam etti ustamız:
“ - Abi kaç gündür enfeksiyon enfeksiyon deyip duruyorlar, Cenabı Hak öyle takdir etmiş almış canlarını, canı veren de Allah alan da, ne karışıyorlar işine?”
Usta bu sözleri öyle bir inanç ve kararlılıkla söylemişti ki itiraz edemedim! Ben itiraz etmeyince de sürdürdü:
“ - Eğer bir çocuğun bu dünyada rızkı varsa radyasyonun ta gözüne bıraksan bile hiçbir şey olmaz!”
Enfeksiyondan radyasyona geçmiştik. Hatta “radyasyonun gözü”ne... Bir an radyasyonunun gözünün nasıl bir şey olabileceğini gözümde canlandırmaya çalıştım. Bir yün yumağını andıran atom çekirdeği, arı gibi vızıldayan elektronlar, nötronlar, protonlar, quantum parçacıkları, leptonlar, hadronlar... Bir yandan vidayı sıkarken ustanın sözü beni o sıktığım vidanın ucundaki mikrokozmosun içine göndermişti. Tam oranın derinliklerinde çırpınırken ustanın yeni dehşetengiz yorumuyla ışık hızıyla yüzeye dönmek zorunda kaldım:
“ - Sen Allahtan iyi mi bileceksin? Allah o bebekleri yaşatmadığına göre mutlaka bir bildiği vardır. Nerden biliyorsunuz, belki yaşasaydılar ailesine, topluma bela olacaklardı!”
Müthişti!
Ustam her şeyi bir çırpıda, çok derin ama aynı zamanda basit bir çözümlemeyle halletmişti. Anlaşılan bütün sorulara aynı netlikte yanıtlar üretmişti kafasında. Bu anlayış benim için çok tanıdıktı, tartışmaya girmenin pek de anlamı yoktu. Yine “haklısın” falan deyip geçiştirecektim ama son anda şeytan dürttü:
“ - Allah öyle düşünüp daha baştan tedbir alıyorsa, dünyadaki bu kadar kötülük ve kötü insan nerden çıkıyor peki?”
Kısa bir şaşkınlıktan sonra hemen kafasındaki o hazır cevaplardan birini yapıştırıverdi:
“ - Abi bak şimdi; Allah her şeyi bilir. Eğer bazılarını yaşatıp kötülük yapmasına izin veriyorsa o da insanların iyilik ve kötülüğü görüp ibret alması içindir!”
Ne denir?
Ustam kafasında her şeyi çözmüştü. Onun zihni öyle benimki gibi kuşkularla, olasılıklarla, “acaba”larla bulanmış değildi.
“ - Haklısın. Bak bunu düşünememiştim!” dedim ben de... Ustamla tartışmaya girmektense soru sorup cevaplarını dinlemek daha eğlenceli ve daha yararlı olacaktı. Çünkü ustamın çenesi çalışmaya başlayınca elleri duruyor bu da gecikmemize yol açıyordu.
Nasıl karşılık verirsem vereyim bir yanıtı olduğu belliydi. O kainatta olan biten her şeyi “Allah” diye bir öznenin eylemlerine bağlayıp rahatlamıştı. Bu da onu mutlu etmeye yetmişti. Aslında hayatı bu biçimde yorumlamasında fazla yadırganacak bir hal de yoktu. O ilkokul mezunu bir işçiydi. Hayatın karmaşasından bu yolla sıyrılmaya çalışması onun ruh sağlığını koruma açısından belki daha da iyiydi. Dünyadaki eşitsizliğin, adaletsizliğin, kötülüğün sebeplerini başka yerlerde aramaya çalışması zaten çok zor olan hayatını daha da çekilmez hale getirmekten başka bir işe yaramayacaktı. Hem sadece okuma şansı bulamamış bu emekçi mi öyle yorumluyordu ki hayatı? Okumuş yazmış, üniversiteler bitirmiş sayısız insan da onun gibi bakmıyor muydu? Aradaki tek fark bizim ustanın olan biten her şeyi Allahın iradesine bağlaması, ötekilerin ise aynı işlevi Yahudi komplolarına, Amerikan oyunlarına, emperyalizmin planlarına ya da küreselleşmeye yüklemiş olmalarıydı.
O dolabın parçalarını arabadan eve taşırken ben de ocağa çay koymuştum. Biz bunları konuşurken çayımız da demlendi. İşi bırakıp biraz dinlenmesini söyledim. Lafı başka konulara getirdim. Çalışma koşullarını, aldığı ücreti falan sordum. İki yüz yirmi lira haftalıkla günde en az on iki saat çalışıyordu. İşten kaçta çıkarsa çıksın ek mesai ücreti vermiyorlardı. Belli bir iş tanımı yoktu; hem şoförlük hem hamallık hem marangozluk yapıyor, icabında çalıştığı mağazayı bile temizletiyorlardı.
Tam o sırada telefonu çaldı. Patronu işini bitirip depoya dönmesini, içeri taşınacak mallar olduğunu söylüyordu. Saat dokuza yaklaşmıştı. O saatte, o yorgunlukla bir de yük taşıyacaktı.
“ - Bu şartlarda çalışılmaz, niye itiraz etmiyorsunuz?” dedim.
“ - Ne yapalım abi, itiraz etsek işten çıkarırlar. Çoluk çocuk ekmek bekler, kiracıyım, borcum var, mecburum.” dedi.
“ - Peki Allah bu haksızlığa izin vermekle nasıl bir şey amaçlamış olabilir?” diyecektim, vazgeçtim; sustum. Öncekiler gibi inançlı ve kararlı biçimde, iyimser bir cevap veremeyeceğini biliyordum...
......
Resim: http://farm1.static.flickr.com/232/522563155_73757af6e4.jpg