- Kategori
- Kültürler
Düşünceyi yazıya aktarmak

Önce, sağ eldeki bıçak ile kesilir yiyecek, sol eldeki çatal ile tutulup ağza atılır diye başlayan tartışma ile düşündüm. Diyorlardı ki; bu modernleşmenin göstergesidir. Gavur güzel yemek yemenin icadını yapmış. Diğer taraftan, dinin sofu kesimi ise; sol el ile temizlik yapılır, bu alışkanlıkları bize aşılayanlar bizi dinden çıkaracaklar diyorlardı. Bu tartışmayı birkaç kez hep birlikte haber saatinde seyretmiş ve dinlemiş olduk. Önce Arap kültüründen bir şeyler almışız sonra Avrupa kültürünü hepten almaya çalışıyoruz. Acaba biz bu alışkanlığı icat etmeye kalksaydık ve düşünebilseydik yemek yemeyi hangi elimizle yapmayı düşünürdük onu bilemiyorum tabii… İşe bakın şimdi; kendi usulümüze göre bağdaş kurup ta şöyle pilava yuka ekmeği daldıran anamın domatesli lepesine yuka ekmeği manak yapıp daldıran birini köylü gözü ile görüyoruz.
Sonra, hani, başbakan, genel kurmayın bir davetine eşsiz gitmişti de; genelkurmay başkanının eşi ile dansetmesinin akabinde bir gazeteci dansa kaldırmak istemişti ama başbakanın bu isteğe olumsuz cevabı ile düşünmüştüm. Bizim de güzel oyun havalarımız vardır. Veya yiğitlik gösterir kılıç kalkan oyunlarımız vardır. Neden kendi ülkemizde kendimize ait bir oyun gösterisi yapmaz bir başbakan yada genelkurmay başkanı… Salona ilk girişleri neden bir efe oyunu ile başlatmazlar. Yada yerinde durdurmayan bir Karadeniz oyun gösterisi ile başlamazlar. Ama gelin görün ki; (bu konuyu yazan ben bile) rap yapan, dans eden, hatta tango yapan üst düzey yetkili birilerini görsek, çiftetelli oynayan kadar garibimize gitmiyor. Hatta yunanlı bir yetkili ile sirtaki oyununa eşlik eden zamanın dışişleri bakanı İsmail Cem İpek sıra kendisine geldiğinde bir zeybek oyunu patlatsa idi ne kadar garibimize giderdi. Sirtaki oynadı da bari garipsemedik. Alkışladık. Ama Yunanlı yetkili kendi oyunlarını oynadığında, ülkesinde hiçbir kimsenin garipsemesi olmamıştır. Aman aman ne övgüler yağdırılmıştı zamanında…
Bu konularda aktarabilecek bir sürü örnek vardır.
Bu iki düşünceden sonra olması gereken bir yenilik için kendimize bir kültür oluşturamadığımıza, aynen taklit ettiğimize yandım. Elin oğlu bize kendi kültürünü empoze etmiş ve biz kabullenmişiz ama farkında değiliz.
Ve şimdi pusuda beklettiğim hikayeyi anlatayım:
(Hikayenin isimlerinde farklılık olabilir.)
Mustafa Kemal, kurtuluştan sonra ülkeyi gezerken kasabalardan birinde güzel bir ev görür ve kasabalıdan yaşlı birine sorar:
-Bu kimin evidir?
-Yorgo’nundur paşam.
-Ya şu ev?
-Salamon’undur paşam.
-Ya şu yanındaki?
-Kirkor’undur paşam.
-Ya senin evin hangisidir?
Bir tarafı uçuk toprak yapılı bir damı göstererek
-Aha şuda benimdir paşam
Mustafa Kemal, kızar.
-Bunlar bu kadar servet yaparken sen neredeydin? Diye sorar bu seferde alacağı cevabı bilmeden.
Köylü susar başını öne eğer.
Arkasındaki köylüsü cevap verir yerine
-Cephedeydik paşam…
Evet; kılıcından asırlarca kan damlayan, beyni iğdiş edilmiş (Cemil Meriç) Türk milleti devlete asker yetiştirmekten, devlet adına savaşmaktan zengin olamamıştır. Zengin olamamış bir yana kültür de oluşturamamış, başkalarının kültürünü alıp alıp kabullenmişiz neredeyse… Savaşıp toprak alıp vermekten başka bir şey için çalışmamışlar bu ülkede… Zaten tamda Osmanlı’nın 19. yüzyılında milliyetçilik akımıyla uyanması gerektiğini beklediğim Türk milleti hiç o taraklarda bezi olmadan devletin koruyuculuğunu üstlenmiştir. Halende aynıyız diye hadi düşünmeyin bakalım…
Devletleri kılıçla yok eden bu millete demişler ki sonradan zengin olanlar ve kültür oluşturanlar “sen bir az gelişmişsin ve onun için yapacağın her türlü davranışını önceden bilmem gerekir. her şeyde sabrını sonuna kadar kullan ve sabır taşı çatlayınca emrimle hareket et.”
Saygılar