Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '14

 
Kategori
Blog
 

Duygusuz muyum?

Son yazdığım yazılarıma bakıyorum da, tıpkı bir Hollandalı gibi, hava raporu vermeden yazıma başlayamıyorum. Hollanda’da havanın her gün konuşulmasının sebebi, güneşin gün içerisinde kaç sularında kendini göstereceğiyle ilgilidir. Ve işin komik kısmı, her öğlen yemek saatinde kendini gösterir ve yemek yerken moral de bulursun bu sayede. Tabii şunu da belirtmeliyim; Hollanda’da öğle yemeğini ya evden getirirsin, ya da dışarıda yersin. Bizden farklı olarak, servis, öğle yemeği ilave ücrete tabidir!

Uzun zamandır size yazmıyor olsam dahi, kafamda çok değişik bloglar yazıyorum. Ama yazma hızımı düşürdüğüm ve tarzımı artık için tüm bu kafamdaki blogları sizlerle hemen paylaşamıyorum. Ve İnanın bana, bu blokların hiçbiri de kişisel günce şeklinde de değil!

 Duygusal blog yazmak istiyorum. Fakat sorun şu ki böyle blog yazacak duygu bulamıyorum. Güz Özlemi ile çokça tartıştığımız üzere, gençken ne kadar duygusalsak ya da duygusal salaksak, şimdi o kadar duygu yoksunu olduğumuzu fark ediyoruz. Bazen aynaya baktığım vakit kendimi fiziksel bir yaratıktan çok Lucy filmindeki düşünce ve hafıza birimi olarak, yani safi bir beyin olarak görüyorum ve bunun dışındaki görüntüm kesinlikle ilgimi çekmiyor. Karımın da üzerine vurgu yaptığı konu bu: Sen heyecansız ve duygusuzsun! Galiba öyleyim!

Öte yandan canı yanmış bir çocuk, suiistimale uğramış bir kadın ya da yoktan var edilen bir başarı hikayesi beni son derece duygulandırabiliyor! Ya da ülkenin geleceği ile ilgili tartışma programları, bir Hollywood filminden daha çok etki ediyor. Ne bileyim, bir yerlerde bir hata var ve ben bunun farkında olmama rağmen, hiç de önemsemiyorum. Yani mevcut halimden son derece memnunum. Nasıl desem, bir çeşit arsızlık içerisindeyim!

Şayet insan kendisi ile ilgili bir karara varmışsa, açıkçası, başkalarının ne düşündüğüyle çok da fazla ilgilenmiyor, ya da ben öyleyim! Buna şahsiyet deyin, kişilik deyin, ya da bireysellik deyin, ne derseniz deyin!

Bir insanın kim olduğu sorusu, yarattığı kişilikle doğru orantılıdır. Ben böyle bir kişiliğim. Yani yazarken her zaman sizler için yazmak zorunda hissetmem gerekmez. Ve hatta, bazen sırf kendim için bile yazma özgürlüğüm olmalıdır. Oysa böyle bir blog yazıp sizlerle paylaşmak, zihinde ne kadar parlak fikir olarak gözükürse gözüksün, hemen aklıma Mevlana’nın ünlü tümcesini getirir; “Ne kadar bilirsen bil, bildiklerin karşıdakinin anlayabileceği kadardır”.

Evet, itiraf ediyorum, son derece ilmi bir insan olmama karşın, size blog yazarken bilimden neredeyse hiç faydalanmadım. Bu da kesinlikle benim egoistliğimden kaynaklı! Çünkü iş hayatında o kadar çok haşır neşir olduğum bilimin, yazarken hayatımdan çıkmasını, özellikle ben istedim. Bunun çok basit bir sebebi var; kesinlikle edebi dille, ilmi bir metin yazamıyorsunuz. Mesela şu ana kadar 400 kelime yazmış olmama karşın hislerim ile ilgili hiçbir şey ifade etmemeyi başarmış durumdayım. Yazma biçemim o kadar sıradan ki siz okurken hiçbirinizde bir kıvılcım uyandırmıyorum. Türkçesi böylesi yazarak sizlerle herhangi bir duygusal bağ kurmuyorum.

Oysa yazma güdüm birçok bloğumda duygudaşlık üzerineydi, ya da sizlere hiç bilmediğiniz veya haberiniz olduğu halde hiç yaşamadığınız duyguları yaşatmak üzere yazıyordum. Bunu bazen bir şiirsel anlatımla, bazen ağıtla, bazen bir aşk hikayesiyle anlatıyordum ve bence beni ben yapan en büyük özelliğimdi.

Şimdi daha çok veri almak, daha fazla insanla konuşmak ve başkalarının hikayelerini üçüncü tekil şahıs olarak anlatmak zorundayım. Ve inanın bana yazacağım hiçbir bilimsel blog ya da hikaye, duygularım kadar etkileyemeyecek sizleri, bunu da net biliyorum!

Düşünmeyi hep sevdim. Hayatım boyunca gözlem yapıp gözlemlerimi konuşarak anlattım insanlara. Fakat şimdi onları da yazmak durumunda kaldığımı görüyorum. Ben, Ataol Behramoğlu’na çok kızan hayranlarındanım ancak anlıyorum ki bir gün geliyor ve sen de yazdıklarından daha sıradan hale geliyorsun. Tıpkı bugünkü ben gibi!

Umarım anlatmak istediğim ayrıntıları doğru aktarabilmişimdir. Çünkü blog yazmak, halen bile çok keyifli bir şey!

Tekrar görüşmek üzere…

Saygılarımla,

 
Toplam blog
: 631
: 293
Kayıt tarihi
: 10.04.11
 
 

Eric'i külden yarattım. Tamamıyla benim eserim. Söyleyeceği çok sözü, söylemek istediği az sözü. ..