- Kategori
- Kitap
Efsane, bir "Barbaros" Romanı
Efsane, kitap kapağı
Kitabın kapağında (BİR “BARBAROS” ROMANI) yazısına, ilk sayfalarında Barbaros Hayrettin Paşa’nın tam sayfa resmi olmasına ve yazarın da İskender Pala olmasına bakınca, milli duyguların doruğa yükseldiği muhteşem bir roman beklentisine girenler için hayal kırıklığı yaratacak bir roman. Eğer milli duyguları şahlandırma gibi bir amacınız yoksa, neden bir "Barbaros" romanı yazarsınız ki, diye merak ediyor insan ?!
İskender Pala’nın; Katre-i Matem, Babil’de Ölüm-İstanbul’da Aşk, Od (Bir Yunus Romanı), Şah ve Sultan romanlarını okuyan biri olarak, aralarında en zayıf eseri olduğunu baştan söylemek lazım. Yazar, sanki olacakları anlamış gibi; kitabın ilk sayfalarındaki “teşekkür” yazısında; romanı deniz tarihi açısından kontrol eden, denizcilik tabirlerini gözden geçiren, kitabın adını ilham eden, Akdeniz seyahatinin Tunus ayağını kolaylaştıran, kapak tasarımını yapan, sayfa tasarımını yapan ... tam 17 kişiye teşekkür etmiş. En az 17 kişinin katkısı ile yazılmış bir romandan daha çok şey bekliyorsunuz doğal olarak. Kitabı sattıran; yazarın ismi, kapağındaki yazı (Bir "Barbaros" Romanı - üstelik "Barbaros" tırnak içine alınmış!), teşekkür yazısı, Barbaros resimleri. Kitabı okuduktan sonra kendimi resmen kandırılmış hissettim !
Yazarın, "gemici dilini" bu kadar sık kullanmaktaki tercihi çok anlamsız olmuş. Bu terimleri kullanan Barbaros Hayrettin Paşa’nın kendisi de değil üstelik, anlatımı yapan Saint Alcala ! Üstelik Saint Alcala'da bir denizci değil, harita da yapabilen biri. Bu gemici dili meselesinin boyutunun anlaşılması için; kitabın sonunda 9 sayfalık “gemici dili” sözlüğü olduğunu söylemek lazım ! Bu kadar gemici terimi kullanılmasını gerektirecek hiçbir anlatım mevcut değil. En azından zorunlu olarak kullanılsa bile bu terimlerin karşılığı, sayfa altlarına dip not olarak koyabilirdi. Roman okuyucuları, bu kitabı okuyup da denizci olacak veya bu terimlere hakim olacak değiller sonuçta. Teknik içerikli bir kitap da değil ! Her terim için kitabın sonuna gidip bakmak, motivasyonu bozacağından, bu seçim çok anlamsız gözüküyor. Kitabın sonundaki sözlüğe bakmadığınızda da, anlatılanı tam olarak anlamıyorsunuz ...
- Kadırgalar küreklerini bir şahin veya kartal kanadı gibi açıp suya daldırmaya başladığında; ister apazlama seyir, ister orsa alabanda besili gövdelerini zor hareket ettiren keklikleri sıkıştırır, mizana kırılır, kanat gabyalanır, av hikayesi daima avcının zaferi olarak anlatılırdı.
- Her oturakta üç veya dört forsa oturduğuna göre bunlar baştarde olmalıydı ve biraz sonra kendi barçalarının sancak bordalarına hızlı birer kama darbesi atmaları ve güvertelerinin ...
- O sırada kadırgaların baş omuzluklarının iskele ve sancak loça ıskarmozlarında birer drabzen ile iki yan topu bulunduğunu gördü.
- Buna karşın sürek oturaklarının arasındaki vardiyan yolu ile iki yandan dışarı çıkma yapan şahnişinlerde hiç muharip levend veya gemici görmemişti.
- Her birini ya bir serene, ya bir direk veya puntele dolandırıyor, ırgat kastanyolasına bile çengel dokunduruyorlardı.
Anlatım Midili adasından başlıyor ama romanı anlatacak kişi hemen 5.sayfada şunları söylüyor; Ben, Sidi Alkala, nam-ı diğer Seyyid Muradi, yıllarca ve yıllarca sonra, her şeyi gördükten, görmediklerimi de görmüş gibi dinledikten sonra onun hikayesini bütün ayrıntısıyla anlatabileceğim günler geldiğinde yine böyle bir teşrin akşamıydı ve haşmetli sultan Grand Seignior Kanuni Sultan Süleyman Han hazretleri –Allah mülkünü ebedi kılsın- Hızır Reis’i huzuruna çağırıp, “Bak a Hayreddin Lala’m” demişti, “Yaz!.. Evvelce olan işler, eski tarih kitaplarında nasıl yazıldı ise sen de öylece yaz... Böylece benim zamanımda denizlerde ve karalarda nler olmuşsa, eksiksiz ve fazlasız, yalansız ve hatasız ortaya çıksın!” ... Hayreddin Paşa o vakit, “Sultanımın kutlu fermanı başım üzeredir; illa ki bu kulunuz nerede, bir tarih kitabı yazmak nerede!.. Bu sebeple eğer izin verirseniz bizim bir Seyyid Muradi katibimiz vardır, benim her şeyimi bilen, sırdaşım; kardeşlerimi kaybettikten sonra kardeşim... müsade buyrulursa haşmetli hünkarımız, benim yerime o yazsın; saklamadan, yanıltmadan, abartmadan...” Kanuni Sultan Süleyman'ın tek diyalogu da bu, başka yok !
Midilli adasında İlyas, Oruç ve Hızır kardeşlerle başlayan, daha sonra Kanuni Sultan Süleyman’dan “Yaz” hükmüne istinaden başlayan anlatım, bu andan itibaren alakasız bir şekilde Saint Alcala’nın (Seyyid Muradi) kendi hayat hikayesini anlatıma dönüşüyor ! Yani beklendiği gibi Barbaros, romanın ana teması değil hatta bir aşk hikayesinde ara sıra ortaya çıkıp kaybolan biri. Saint Alcala’nın yaşadığı aşka efsanevi demek ne kadar mümkün, orası da tartışılır. Yazar, bir nevi Leyla ile Mecnun karakterleri yaratmak istemiş ama çok başarılı olduğu söylenemez.
Bazı sözlerin dizim hatası mı yoksa bilerek mi yazıldığı, anlaşılmıyor !
- “Adım, efendimiz, Sidi Alcala’dır.”, 61.sayfada “Hatta bir keresinde bana, ‘Bak Alkala,’ demişti”... s.52. (Anlatımı yapan kişinin adı Alcala mı Alkala mı, anlaşılmıyor !)
- “Üç yıl sonra” olarak koyu harflerle belirtilen bölüm başlığı şu cümleyl başlıyor: “Üç yıl önceydi...” ! s.257 (Madem anlatım üç yıl öncesinden başlayacak, neden üç yıl sonra balığı konulur ki ?!)
-
“Mateo bir Yahudi çocuğuydu, koyu bir Hıristiyan biliniyordu ama Müslüman idi.“
“Billure’nin zıddı desene? O da Müslüman çocuğu iken Hıristiyan bilinmiyor mu ?” s.297. (Burada bir zıtlık yok, iki kişi için de aynı ifade kullanılıyor ?!)
Saint Alcala yıllarca aradıktan sonra aşığını bulduğu halde, aşık olduğu Billure kendisini iki kere garip sebeplerle reddediyor ! Birinci seferinde hiç görüşmeyerek bir şey anlatmaya çalışıyor, ikinci seferinde “Kurtul, öyle gel!” diyor. Yalnız Saint Alcala bu iki olayda da sevgilisinin ne demek istediği anlamak için uzun süre düşünmesi ve birçok olayın gelişmesi gerekiyor !!! Bunca yıl kavuşmak için eziyet çek, sonra bilmece gibi bir şeyler ima ederek, karşı tarafın bunu kendi kendine anlamasını bekle !!! Ne aşk ama ! Üstelik romanın baş kahramanı olan Sait Alcala'nın 21.cinayetini işleyen biri olduğu ancak 21.cinayetini işledikten sonra ortaya çıkıyor !
Sorun sadece bu tür anlatım ve yazım hataları da değil. Barbaros Hayreddin Paşa'nın hayatındaki en önemli olay kuşkusuz Andrea Dorya arasındaki mücadele ve Preveze deniz savaşı. Buna rağmen savaşın anlatımına sadece birkaç sayfa ayrılmış ! Anlatımın sürükleyici ve araya sıkıştırılmış aşk hikayesinin etkileyici olmaması, Barbaros Hayreddin Paşa ile geçen diyalogların zayıflığı... . kitabın amacını ve kimin-neyin hikayesi olduğu anlaşılmayan bir hale sokmuş.Barbaros'un 5.sayfadan sonraki ilk diyalogu 144. sayfada !
Birinci baskısı 100 bin, ikinci baskısı 150 bin olduğuna bakıp aldanmayın. Büyük bir ihtimalle daha fazla baskı yapmaz bu roman.
Hızlı kitap okuyan biri değilseniz, zamanınızı boşuna harcamayın, derim. Her şeye rağmen merak edenlere ise sadece karşılaştırma ve yorum yapabilmeleri için okumalarını tavsiye ederim.
Efsane (Bir “Barbaros” Romanı”, İskender Pala, Kapı Yayınları, 2013