- Kategori
- Söyleşi
Emekli öğretmen Hüseyin Başdoğanla bir konuşma (6)
A. GÜLER : Sayın Hocam, sizinle söyleşimiz bir hayli uzun sürdü. Mardin'de, Kızıltepe'de, Gırrharrın Köyün'de, daha sonra Muş'ta, Varto'da epey görev yaptınız. Birçok zorluklar yaşadınız. Birçok dostlarınız da oldu. Eleri ki yıllarda Ege kentlerine Denizli, Acıpayam ve Tavas'a kadar vardıınız. O topraklarda değerli hiciv şair EŞREF'ten de örnekler verdiniz.
Örneğin şu dizelerini etkileyici olarak anımsattınız.
Acıpayam dedikleri, iki dükkan bir fırın,
Peynir ekmek yiye yiyle ne ağız kaldı, ne burun...
***
Bu dizelerden sonra bizlere neler söylemek istersiniz?
H, BAŞDOĞAN;
Her yıl dinlenme tatili öncesinde ve yılsonunda lisede eğlence gecesi düzenlenirdi. Bu gecelerden birini de ben planlamıştım. Cevat Fehmi Başkut ’un Buzlar Çözülmeden’ i sahneleyecektim; fakat 27 Mayıs Devrimi’ne karşı olan bir müdür yardımcısı bunun yanlı bir tiyatro yapıtı olduğunu, ilçede hoş karşılanmayacağını ileri sürdü. Oysa Acıpayam halkı, ileri görüşlü, çağdaş düşünebilen bir halktır.(O yıllarda bazı tiyatro yapıtları tutucu kesimlerce ya da aynı anlayıştaki yöneticilerle sakıncalı bulunur, oynanması yasaklanırdı. Kimi kez de oynanmasına izin çıkmasına karşın çevredeki tutucularla oyuncular rahatsız edilir ya da oyun engellenirdi.)Ben de Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı adlı oyununu sahnelemeye karar verdim.
Hababam Sınıfı adlı oyunda görev alan örgencilerle
Hababam Sınıfı da bozuk eğitim yapısını dile getirir; ama çok kimse oyunun içeriğini ve asıl iletisini anlayamadığından oyuna salt bir komedi gözüyle baktığından herhangi bir sorunla karşılaşmadık. Üstelik 2 Şubat 1970 tarihli Acıpayam Postası’nda da oyunla ilgili şu övgü yer alıyordu. Öğretmen Hüseyin Başdoğan yönetimindeki 5 tabloluk Hababam Sınıfı adlı oyun gösterilirken seyircilerin kahkahaları salondan taşıyor ve halkın alkışları sürekli olarak devam ediyordu. İlçe; Akalın, Kelekçi, Dedebağ, Yazır, Yatağan, Yeşilyuva, Yassıhöyük beldeleriyle 90–100 binlere ulaşır. Bu beldelerin kendilerine özgü özellikleri vardır. Yatağan’da bıçakçılık, halıcılık; Yeşil yuva’da ayakkabıcılık. Yassıhöyük Belediye Başkanı Halil Özonuk’un önderliğinde kurulan Kiraz Tekstil, yöreye canlılık getirmiş.Bu yöre insanı, uyanık, çalışkan ve girişimcidir.
Acıselsan, Acıpayam Selüloz Sanayi ve Ticaret A.Ş. 1973 yılında Denizli’nin Acıpayam ilçesinde bölge halkı tarafından 3710 ortakla kurulmuştur. Acıselsan, 1973 yılında kurulduğunda Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek CMC üretimini ülkemizde başlatmıştır. Şirketin makine parkı Alman malı olup, dünyaca ünlü Alman Wolf- Walsrode firmasından know-how satın alınmış, tesisimiz ise Alarko tarafından yapılmıştır. 1974 yılında bugünkü adıyla Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş. ve Vakıflar Bankası A.Ş. Acıselsan’a ortak olmuştur. Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş. 2010 yılından sonra sahip olduğu %76,8 oranındaki hisseyi Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na devretmiştir. Duygularını “Uman Nine’ye Mektuplar” adıyla bir kitapçığa dönüştüren Öğretmen Mehmet Yılmaz, Acıpayamlıdır. Bu mektupları Özay Gönlüm, yıllarca radyo ve televizyon kanallarından okuyarak türkülerine katık etmiştir.
Acıpayam; parkı, Evkara Çamlığı, Dalaman Çayı Vadisi, Eşler Yaylası’yla bir başkadır. Sıcak yaz günlerinde, Evkara Çamlığı’nda serinler, çeşmelerden akan soğuk sulardan içersiniz. Fısıldayan çamların, uçuşan kuşların, güneşli, parlak gökyüzünün gülümsemesini duyumsarsınız. Yel, dostça eser. Sizi, düşlerinizden uzaklaştırmak istemez. Yeşil çamlarını, billur suyunu, gökyüzünün maviliğini de seversiniz Evkara Çamlığı’nın. Geçmişe dönüp tarihini de araştırıyorum Acıpayam’ın. Yöre Anadolu Selçukluları dönemlinde, Gölhisar olarak adlandırılıyor. Oğuz Türkmenlerince yerleşim yeri seçilmiş 1381’de Devlet Hatun’un çeyizi olarak Germiyanoğulları tarafından Osmanlılara verilmiş. Sürekli ayaklanmalara sahne olan yöre, Aşikaraağaç, sonraları da Garbikaraağaç olarak adlandırılmış. Önceleri, Isparta sancağına bağlı olan Acıpayam, 1888’de Denizli sancağına bağlanmış.
Acıpayamlılar’ ın kendilerine özgü yöresel ağızla konuşurlar. Genellikle, “i” ve “e” durum eklerini karıştırırlar. “Gelip ba, gidip ba… Beni bir kahve yap. Babam, bene atı bindirdi”.Acıpayam Lisesi Fizik Öğretmeni Ahmet Gök’le Acıpayam Park’ında oturuyoruz. Ahmet Bey, garsona sesleniyor:” Beni bir kahve yap.”Ahmet Bey, cezveye sığmazsın”,deyince durumu fark edip gülüyor. Yurdumuzun birçok yöresi gibi buranın da zengin bir kültürel yapısı vardır. Sözgelimi, “Ayağı yere yakından kork. El adama arpa ekiverir, döner de sarpa ekiverir. Sonraki yamalık, yamalık olmak. Karıdır erkeği şişiren, yağdır yemeği pişiren. Kuru üzümden pekmez sıkılmaz. Ortak inekten, başına buzağı iyidir. Gecenin işi gündüze maskaradır. Tatlı dil, yerden mal kaldırır. Tarlada biter ayrık, koçta olur kuyruk…”[3] Atasözleri bu yöreden derlenmiştir. Acıpayam’dan, 1974 Eylülü’nde ayrılarak Ankara’ya geliyorum. Acıpayamlı yazar şair Tahir Kutsi Makal’ ın dizeleriyle avunuyorum
Yalnızlık, beklemeler, buluşma ümitleri
Don vurmuş bir tutam çiçeğin hatırana da olsa
Bir fincan acı kahvenin hatırına…
Beklemeler artı sonsuz genişliğinde
Buluşmanın başka çaresi varsa söyle.
Ben de bir daha Acıpayam’la, Acıpayamlılar ’la buluşmak ümidiyle Acıpayam’dan ayrılıyorum.
BAKLAN:
1966’da Baklan Ortaokulu Edebiyat Grubu Öğretmenliği’ne atanıyorum. Okul, halkın desteğiyle yapılmış; ancak sınıfların yapımı tamamlanmamış. O yıllarda Baklan, bucak. Yeterince gelişmemiş. Bir iki dükkân, küçük bir hükümet konağı ve belediye binası, ilk anda göze çarpıyor. Biraz ileride, beldenin kuzeyinde yan yana ilkokul ve ortaokul. Ortaokula uzak köylerden de gelen çocuklar, Cahit Külebi’nin “Köy Öğretmenleri” şiirinde sözünü ettiği çocuklara benziyorlardı. Şiirin bir dörtlüğü şöyle:
Uzak köylerimizde kuşlar gibi
Her sabah çocuklar size uçar.
Ama küçük, ama büyük, ama güleç…
Alın benim gönlümden de o kadar.
Bu çocuklar, gerçekten de benim gönlümü aldılar. Bizleri, okullarını çok sevdiler. Okullarının bahçesini, Sait Faik Abasıyanık’ın “Karanfiller ve Domates Suyu” adlı öyküsündeki Kör Mustafa, denize diklemesine inen çalılığı nasıl karanfil ve domates bahçesi durumuna getirdiyse, elleri kabara kabara düzeltiler. Sınıflardaki sıralarına kalemle bir çizik bile atmadılar.
Okul bir türlü tamamlanmıyordu. Dışarılarda ders yapıyorduk. Havalar soğuyunca artık dışarıda ders yapamaz olduk. Bir gün arkadaşlara, Denizli’ye gidip durumu, yetkililere anlatalım, dedim. O gün okulu kapatıp Denizli’ye gittik. Okulu kapatmanın yanlış ve suç olduğunu anlayınca yetkililerle görüşmeden döndük. Baklanlılar, öğretmenlikten ayrılacağımızı sanarak kaygılanmışlar; döndüğümüzde “Ortaokulu Yaptırma ve Yaşatma Derneği” yetkilileriyle ustaları işin başında bulduk. Böylece okul da birkaç gün içinde tamamlandı. Okulumuzda, beden eğitimi öğretmeni yoktu. Zaten, topu topu üç öğretmendik. Hangi ders boşsa ona giriyorduk. Bana da Türkçe, sosyal bilgilerin yanında beden eğitimi düşmüştü. Baklan’da ilk kez 19 Mayıs gösterileri yapılacaktı. 19 Mayıs gösterilerini ben planladım ve uyguladım. Baklanlılar ve öğrencilerim ne kadar mutlu olmuşlardı.
1966-1967 öğretim yılı, Baklan Ortaokullu’nda 19 Mayıs etkinlikleri ilk kez yapılmıştır. (O yıllarda okulda üç öğretmendik. Beden eğitimi derslerine ben girdiğim için etkinlikleri de ben düzenlemiştim). O yıllarda, 27 Mayıs, bayram olarak kutlanıyordu. Kutlamayı da o yerdeki en yüksek rütbeli subay yapardı. Baklan, o yıllarda bucak olduğu için bucak müdürü, bir de uzatmalı çavuş vardı. Biz, çavuşa bayramı kutlatmayız deyip ayrı tören yapmıştık.
Baklan, Beşparmak Dağı’nın eteğinde; Ege Bölgesi’nden çok İç Anadolu Bölgesi’ni andıran bir bitki örtüsüyle kaplıdır. Beşparmak Dağı’nda; çalılıklar, ahlâtlar, alıçlar, meşelikler… Başka bir şey yoktu. Çıplak mı çıplaktı. Eteklerindeki bağlarda tek tük kiraz, elma, armut… Ağaçları. Su olmadığı için pek sebze de yetişmez. İçme suyunu da beldedeki bir iki çeşmeden sağlamaya çalışırdık. Bu sular da alabildiğine kireçliydi. En iyi içme suyu “Gökpınar”ındı. Elde ya da hayvan sırtında toprak testilerle Gökpınar’dan getirilirdi.
Baklan’ın genel görünüşü( İnternet’ten )
Baklan, kışın çoğu kez rüzgârlıdır. Rüzgâr beklenmeyen yönden eserse sobalar yanmaz; isi, kurumu evin içine doldururdu. Ev deyince de öyle planlı, mutfağı, banyosu, salonu olan bir ev değil. Buzdolabımız yoktu, tel dolabımız merdiven başındaydı. Banyoyu, teşt denilen çamaşır leğeninde yapardık. Elektrik olmadığı için lüks lâmbası kullanırdık. Onun da sık sık tülü dökülür; petrol lâmbasına kalırdık. Baklan’da bağıcılık gelişmiştir. Mevsiminde üzüm satılmazdı. Hangi bağın yanından geçseniz, üzüm ikram edilir; hatta sepetlerle eve gönderilirdi. Üzümleri yiyemeyince ne yapacağımızı şaşırmıştık. Herkes damlarda, tarlalarda üzüm kurutuyordu. Eşim de kurutulmasını öğrendi, kilolarca üzüm kuruttuk. Baklanlılar, yabancıya saygı duyan, candan insanlardı.
Şinasi Özdenoğlu’nun Baklan’daki yaşantımıza uyan dizeleri şöyle:
Ben ki çilesini katık yapıp ekmeğime
Anamın sütü kadar helâl
Ben ki kağnısının, steplerinin macerasını
Katmışım gençliğime
Ötesi masal.
Baklanda çalıştığım yıllarda Buldan Kestane Deresine bir gezi yapmıştık. Kestane Deresi, Buldan’a 1,5 km. uzaklıkta bir mesirelik. Çam ağaçlarının gölgelediği, bülbüllerin ötüştüğü bir yer. Burada en güzel yeşili bulur, doyumsuz manzaraları izlersiniz. Soğuk su akan çeşmelerinden kana kana içer, yöre mânilerinin ezgisiyle dinlenirsiniz.
Hey gül dibi gül dibi
Gül dibi kazılmış gibi
İnce bele şal kuşak
Haktan yazılmış gibi
Al giydim alsın diye
Mor giydim sarsın diye
Çeşme başına gittim
Nişanlım görsün diye
Işıklı’ya 1966’da, o yıllarda Baklan’da çalışan öğretmen ve memurlarla gittik. Menderes Nehri’nin ikinci büyük kaynağı Akgöz buradan çıkmaktadır.Akgöz’ün çıktığı bu yer, Işıklı’dadır. Atalarımız; suyu kaynağından içeceksin, demişler. Suyun kaynağından çıkan balık da bir başka oluyor. Suyun kaynağında bir göl oluşturulmuş, yanında da bir balıkçı lokantası. Gözünüzün önünde tutulan balıklar, tavada ya da ızgarada pişirilerek mevsimine göre salatayla konuklara sunuluyor. Dişli balık denilen “turna” yörenin gözde balığı.Hiç unutmam, o yıllarda 17 kişi bu balıktan doyana kadar yemiş, toplam 70 lira ödemiştik. Yemekte Çivril zeybeğini oynayanlar, oyunda gezinme sırasında şu türküyü söylediler:
Al yazmam dalda kaldı
Aman gözlerim yolda kaldı.
Yıkılası meyhane
Aman sarhoşum nerde kaldı.
Al yazmamı düreyim
Aman aç koynunu gireyim
Uyu uyan sar beni
Aman yâr olduğun bileyim.
A. GÜLER - Teşekkürler Değerlie Hocam.
H,BAŞDOĞAN. Bana eski günlerimi yaşattığınız için ben de teşekkür ediyorum Abdülkadir Bey.
..................................Devam edecek.