Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mart '12

 
Kategori
Sosyoloji
 

En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir .

En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir .
 

KADIN


Her gün yediveren güllerin fidesini gönlüme eken sevgili eşim, Dünya Kadınlar Gününde gönlündeki kırlardan papatyalar toplar. Ve ben de hergün anımsanmanın mutluluğunu duyumsarım.

İnsanlar eğrisiyle doğrusuyla bir arada yaşarken dümdüz geçmiyor zaman. Bütün mutsuzlukların temelinde ideoloji veya ekonomi de yatmıyor. Tartışmalar sonunda çekirdek aile ve toplumda bölünmeler yaşanıyorsa asıl etgen kültürel nedendir.
İnsanlar arasında eşitlik ve saygınlığın rölatif değerini ele alırsak, altındaki asıl gerçek ilahi varlık ve insan- kişi ve topluluk-seçmen ve devlet-aile ve çocuklar-kadın ve erkek arasındaki ilintilerin temelinde insan kendisini tanımlaması ve bulunduğu alana uyumsallığı için karşıt güçlere gereksinim duyar. Tartışma zemininde asıl aktör kişinin seçtiği düşmandır. Çünkü insan doğası gereği nefret duygusu da gelişmiş bir varlıktır.

Bu nedenledir ki, kimliğinin gözesi olan benliğini, din ve siyasi görüşüyle ortaya koymak ister. İşte heterojen bir kişilik yapısı gözlenen insanın bu kültürel farklılığı kadın-erkek tartışmalarına yansıdığında paranormal boyuta ulaşır. Nihayetinde hastalıklı düşüncelerin açığa çıktığı gözlemlenir. Örneğin; hala eserlerini hayranlıkla okuduğumuz Schopenbauer, “Kadın, saçı uzun, aklı kısa bir varlıktır. “ diye kadını tanımlamasını hiç de sağlıklı bulmuyorum.
Sivil toplum örgütlerinin, aşırı uçlardaki kadın ve erkeklerin, hatta devletin de başta olmak üzere her yıl, bir güne sığdırmaya çalıştıkları, “kadınlar günü” “anneler günü” “babalar günü” “yaşlılar günü”gibi kutlamaların aslında eşitlik ve saygınlığın rölatif değer eksikliğinin en somut belirtisidir.
O günlerde nedense buruk sızı dolar içime. Eksik kalır üşür içim. “Keşke her gün sevilse, sayılsa, farkedilse, unutulmasa o insanlarımız, vb” gibi düşüncelerle hüzünle havalanır, devinir gönül toprağım.
Özellikle her yıl kutlanan günlerden “Dünya Kadınlar Günü”‘nü ele almak istiyorum. Hiç dikkatinizi çekti mi? O gün yaklaşmadan bir hafta önce reklam sektörü başlar çığırtkanlığa. Mağazaların vitrinleri renklenir, fiyatlar alır başı gider ve albeni hevesleri uçuşur kimi erkeklerin gözbebeklerinde. Kimileri de “aman sende eksik etek işte,” der ve omuz silker. Öyle ki, eve eli boş, gönlü boş geldiğinde kadınının gözlerinde buruk hüzünler gölgelenir. Kadın görsel medyanın etkisindedir; güdülenmiş reklamların tesiriyle “bu yıl da unutuldum, vb,” düşünceleri ile geçen zamana iç çeker. Beklentilerin hayal kırıklıklarını yaşatan erkek, kadının yüreğinde nar ekşisi tadında yaşatır o günü. Eksik hisseder kadın o gün kendini…

Bu düşüncelerle eskilere yol aldım. Yazar ve düşünürlerin duygu ve mantık limanlarında soluklandım. Çoğu sözleri duygu eleğimden geçirdim, ama öyle aykırılarına dokundum ki, ister istemez karşı duruşlarım da olacak satır aralarında.
Viktor Hugo’nun “Kadınlar, zayıf ama anneler kuvvetlidir.” sözleriyle Sefiller’in yazarının kadına bakış açısından bakmaya çalıştığımda anne kadın değil miydi? Sorusunu sormama neden oldu. Oysa, anne olana kadar bütün kadınlar güçsüzdür, deseydi daha mı anlamlı olurdu?”

Juvenal “Kadınlar kadar intikam almaktan zevk duyan canlı yoktur. “ derken acaba hangi psikoloji içindeydi? Sınıfsal ve cinsiyet ayrışmasına vardıracak sözleri daha özenli seçmeliydi.

Benjamin Franklin, çok beğendiğim bir düşünür aynı zamanda da dünyanın gelmiş geçmiş en sevilen siyasi liderlerden biridir. “Kötü kızdan iyi karı olmaz.” söylemindeki gerçeği de hiç çözmüş değilim. Aklımın ve mantığımın almadığı gerçek şudur ki, hiçbir insanı Tanrı bile ölene kadar yargılamıyorsa, bir insan kötü/iyi diye sıfatlandırılması da bana ters bir düşüncedir. Yaşam penceresi af ve affedilene her zaman açık olmalıdır.

“Kadınların, erkekleri mes’ud etmek için bir tek usulleri vardır; halbuki bedbaht etmenin otuzbin türlü yolunu bilirler. “ bu söze gülmemek için kendimi zor tuttum. Bir Alman olan Hein rich Heine çok absürd bir söylemle aslında kendi bilinçaltını eşelemiştir. Önyargılı penceresinden hastalıklı bakmış, hemde bir kadın değil, tüm kadınları içine alacak bir şekilde…
G.Gardony, “Çiçek, koku vermek, ateş ısıtmak, kadın da mesut etmek için yaratılmıştır.” derken belki felsefi bir açılımla doğa ve kadını zarif bir şekilde resmederken erkeğin tek taraflı haz verme rolüne zorlanmıyor mu?

A. Maurois yaşasaydı, kadına olan bu kinini sorardım.”Kadınlar istedi mi ” sahiden ” hasta olurlar, hatta kibirleri uğruna ölürler bile. “ söylemiyle biraz abartmış ve kadınları tam tanıyamamış olduğunu dünyorum. Kibir duygusu, doğada bir tek kadına mı, has özelliktir?

F. Ferczeg,”Kadınlar, kocalarının, kendilerini tutumlu sunmalarından hoşlanırlar, en israfçı kadınlar bile.” diye kadınları maddesel değerlendirmiştir.
Thomas Fuller “Karı yalnız gözle seçilmez. Onu gözünden çok kulağınla seç .” sözlerine tek tepkim Fuller’in dedikodulara kulak verdiğidir. Oysa kaşlarımızın altında yer alan ruhumuzun o iki penceresinin algısıyla beyne en doğru ışık olabileceğini düşünememiş. Ve o ışığın sol yanımızı ışıtacağını, sevgiyi besleyeceğini nasıl yadsımış, anlamadım gitti!..

“Havayı geldiği gibi, rüzgarı estiği gibi, kadını olduğu gibi kabul edin.” Alfred de Musset, bakmış ki, işin içinden çıkamayacak, usulca tartışma ortamından taraf tutmadan uzaklaşmış. Aslında bu söylem her iki cinsin uygulayacağı bir optimist kural olan,”sen bilirsin,” çözümüdür.

Euripides şu sözleriyle ciddi anlamda iyi bir psikoterapiye gereksinimi olduğunu düşünmekteyim: ”Dünyaya kötü kadından daha kötü bir varlık yoktur. Fakat, iyi bir varlık da yaratılmamıştır.”
Sanki annesi bir kadın değildi. Sanki gökten zembille yeryüzüne indi. Hiç bir insan doğuştan ne iyidir, ne de kötü. Etkenler ve şartların pembe kişilik renklerimizi griye, siyaha çevirmektedir.
Dünyada insanlar için kendini feda eden nadir insanların da gelebileceğini aklına getirmeyen Euripides at gözlüğünü taktığını düşünmekteyim. İyi varlıklardan F.Nightingale, Rahibe Terasa, Eva Peron gibi eylemleriyle, düşünceleriyle topluma öncü ve faydası olmuş kadınlar aklıma gelince yukarıdaki söylemin, mürekkep kirliliğinden başka bir şey değildir.

Tevfik Fikret’in “Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer. “ sözleri kadının asıl değerini ve önemini kısaca açıklamaktadır.

Shakspeare ise “Kadınlar güller gibidir, bir defa açıldılar mı, yaprakları hemen dökülmeye başlar.”sözlerine epey kafa yordum. Kadını çiçeklerden güle benzetirken manolyanın varlığını unutmuş olmalı. Dayanıklı papatya ve ıtır içeğini gözardı etmiyor mu?
J. Duhamel ,”Kadınlar, erkeklerden daha çok hikmet sahibidirler, daha az bilir, daha çok anlarlar. “ dediğinde acaba genetik şifreyi çözmüş müdür, diye de düşündüm hani…
Chamfort , “Kadın, gölge gibidir, takip edersen senden kaçar, sen kaçarsın arkandan gelir. “ bu sözlere önce güldüm, sonra da kadının kişilik yapısını değil de insana özgü, yüreğin gel-git duygusal devinimleridir, diye düşündüm. Öyle değil mi, kimi kez adına “gurur” dediğimiz o güçlü negatif enerji oluşumuyla pişmanlıklar yaşamıyor muyuz?
Bir kaç kez evlenerek uzun süreli ilişkileriyle tanıdığımız, kadınların hayranlığını kazanmış olan Balzac,“Kadınlar bizi sevdikleri zaman her suçumuzu bağışlarlar.” sözlerine şiddetle karşıyım. Şahsen tepemde boynuzlar çıkartan diğer yarımı asla affetmem. Bitmişse bitmiştir…
Francis Bacon, “Evli hanımlar genç kocaların sevgilileri, orta yaşlı erkeklerin hayat arkadaşları, yaşlı erkeklerin ise hastabakıcılarıdır. “ sözü tarihin o abuk sabuk labirentinden kadına soylu olmayan basit bakışını kanıtlar gibi. Dünyada bazı şeriat yasalarıyla idare edilen devletlerin günümüzdeki kadına bakış felsefesiyle örtüşmektedir.
De Maistre, “Kadınların en yanıldıkları nokta, erkeklere benzemek istemeleridir. “ Katılıyorum sözlere. Hangi kadın bir erkeğe, hangi erkek de bir kadına benzeyebilir?Duygu pencerelerimizin farklılığı her iki cinsi bütünleştirmektedir. Bu konuda Alman düşünür ve yazar Goethe’nin sözleri “Babamdan cesaretimi, annemden duygularımı aldım.” sözleri mantığıma dar gelmiyor.

Yazar ve düşünürlerin halen günümüze taşınmış sözlerinden bazılarını özellikle seçtim.
“Kadınlar, erkeklere eşit olmak için uğraşırlar, bunu sağladılar mı, o andan sonra erkeğe üstün olurlar. “( Cato )
“İşte kadın! Ne olurdu ellerine düşmeden kollarına düşebilseydik. “( A. Birce )
“Bir kadının sevgilisine söyledikleri, rüzgarların ve hızla akan suların üzerine yazılmalıdır.” ( Catuli )
“Değeri, güzelliğinden uzun süren pek az kadın vardır. “( La Rocbefoucauld )
“Karı-koca arasındaki ilişkiler güzellikten ziyade doğruluğa dayanır. “(Balzac )
“Bir karı-kocanın tartıştıklarını görürseniz, kadını savununuz, çünkü kocanın savunmaya ihtiyacı yoktur, o her zaman haklıdır. “( Faye Walker )
“Bir erkeği terbiye ediniz, bir insanı terbiye etmiş olursunuz. Bir kadını terbiye ediniz, bir aileyi terbiye etmiş olursunuz.” ( Fannie Hurst )

Dünya insanına geleceğimize, yukarıdaki aykırı sözleri miras bırakan, ayrımcılığa neden olacak sözlere imza atmış dünya yazarlarımıza kırgınlığımız ve karşıt düşüncelerimizle tepkilerimiz hep sürecektir.
Cinslerin ayrışmasını engelleyecek, sağlıklı kişilik özellikleri olmalı, kadın ve erkek, diye ayrıştırırsak; İslam ülkelerindeki gibi endemik/epidemik düşünce haremlerinden asla kurtulamayız. Adil olmak isteyen insanların, aslında tüm korkularının adaletsizlik bir yargıdan kaynaklandığı kesindir. Böyle gelmiş böyle giderse gücü olumsuz kullanan egemen cinsler de kendi topluluklarını oluşturup, düşünce savaşıyla hep özgür olma hayallerine tutunacaklardır.
Aksi halde insancıl olmadıkça, adil olmayan bir millet asla özgürlüğüne kavuşamayacaktır. Hastalık başlamaya görsün, en başta önlem alınmazsa tüm bedene yayılır ve teslim alır. Daha sonra ne yapsan faydasızdır.
Hadi gelin diğer yarımızla uzlaşalım, gönüllü aptallıklarımıza ve kadın erkek çatışmasına bir son verelim. Kırılan gönüllere her mevsim açan yediveren gülleri dikelim. Üç günlük dünyadan öte dünyaya ne götüreceğiz ki, acı ve pişmanlıktan başka…
Bu konuda sağlıklı düşünen Cicero’ ya kulak verelim mi, ne dersiniz?
“En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir.”

Sevgi ve Saygıyla

Emine PİŞİREN

 

 
Toplam blog
: 141
: 1282
Kayıt tarihi
: 02.11.08
 
 

Kayseri- Develi doğumluyum. İlk- orta- lise ve üniversiteyi istanbul'da bitirdim. Kültür Bakanlığ..