Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ocak '09

 
Kategori
Güncel
 

Ergenekon derinliği ve dalga frekansı

Ergenekon derinliği ve dalga frekansı
 

Gündem çok kalabalık… Bu sıralar herkes en popüler konuyu; en baba gündemli; berdevam gündem maddesi olan Ergenekon hakkında yazıyor. “Benim başım kel mi?” sorusunu ben kendime dahi sormamışken zevcemden gelen yoğun istek ve tezahüratlar neticesinde kucağımda daha doğmamış bir Ergenekon bebeği buluyorum; “yahu ben nasıl doğum yaptırayım şimdi buna?” demeye kalmıyor; ‘pırt’ diye ellerime doğuveriyor… Adını da “BARBİbekon” koyuyorum…

Efendim “yahu sen manyak mısın?, madem nasıl doğurtacağını bilmiyorsun da ne diye kaleme sarılıp yazıyorsun?” diye hiddet gösterebilir ve şahsımı tenkit edebilirsiniz. Lakin benim başım azıcık kel olduğundan mıdır nedir bilmiyorum, “başım kel mi” sorusunu ihtiva eden her türlü yazılı/sözlü/mülakatımsı sorular yumağı içinde kendimi birdenbire kaybedip; deli cesaretimi bir güzel kuşanıp; hiç üşenmeyip; oturuyorum masamın başına, döktürüveriyorum… [Sanırım savunma mekanizması, yokmuş gibi davranma içgüdüsü]

Şimdi bu ahval içinde “ulen ben ne yazacağım şimdi?” sorusunu kendime sormazdan evvel; nerede ne kadar gazete varsa toparlayıp bilgileri yumak halinde mideye indirivereyim diye düşündüğümden; elimin gözümün mürekkep karasına boyanmasına aldırmaksızın; “okuyup da alim mi olacan?” klişesinin boyunduruğu ve baskısı altında haberleri hatmederken buluyorum kendimi… [Aslında bana her gün bayram, anladınız siz onu:)]

Şimdi buradan kalkıp da ahkam kesecek değilim haliyle. Nitekim kerli-ferli; okumuş-güngörmüş; yalamış-yutmuş zevat arasında sözümün ehemmiyetinin pek de olmayacağından ümitle, rahatlıkla verip veriştirebilirim düşüncesinin konforuyla yazıyorum…

Şimdi bir kısım zevat anladığım kadarıyla sulu sepken iklimlere alışkınlığından olsa gerek, sulandırma maharetlerini sergilemeye tevessül etmekte ve buna istinaden muhteşem kelime oyunlarına sarkmaktalar. Misal; Ergenekon isminden kafiyeli çeşitli kelimelerle “halk ozanı” ustalığında destanlar husule getirmekteler: Ergenekon/Her yere kon; Ergenekon Mestanı; Gergenekon Destanı; Ergenekon/Mergenekon; Ergenekon/Sergen’e kon vs vs… [buradaki Sergen bildiğimiz Sergen değildir herhalde]

Aksi cenahtaki bir kısım zevat ise, fanatik taraftardan hallice ses tonuyla “ölmeye ölmeye geldik” nidaları eşliğinde savaş tam-tamları çalarcasına yangına körükle gitmekte beis görmemekte, yaftalama başmüdürü edasıyla gelene gidene mühürlerini zamk etmekteler…

İşte ben bu iki cenah arasıda mekik dokurken, kendimi tenis maçındaymış gibi hissederek, sürekli tenis topunu takip etmeye gayret ediyor fakat her ne hikmetse her defasında gözden kaçırıyorum…

Bir yanda ortalığa saçılıp dökülen cephaneler aklımı, gümüş bir kaşığın akşam beş vaktinde tavşan kanı bir bardak çayın şekerini karıştırması gibi şangır-şıngır karıştırırken; öte yanda bir zaman en yüksek makamların kapısından kasım kasım girebilen zevatın bu destanı yazanlar/yönetenler tayfasından addedilerek soruşturulmasına/kovuşturulmasına hayretten küçük dilimi ve dahi gırtlağımı yutacak raddeye geliyorum…

Öyle ki yuttuğum küçük dilim mideme iner inmez “bir lisan bir insan” düsturunu benimseyerek “vantrologca” konuşmayı söküyor; gırtlağım ise mide ve barsak anatomisi üzerinde ihtisas eyleyerek özel bir hastaneye cerrah olarak tayin ediliyor…

Kişi dilinin altında gizlidir özdeyişinden hareketle buradan da ilan ediyorum ki; sağda solda abuk-sabuk konuşan bir küçük dil görürseniz bilin ki o benim küçük dilimdir. Lakin dediklerini anlayamazsanız da hiç eziklenmeyin çünkü kendisi “vantrologca” öğrendiği için hava atmaya çalışmaktadır. Görenler insaniyet namına bana bir mektup yazıverirse pek bir sevinir, zil takıp oynayıveririm… [Bu arada büyük dil de pabuç gibi oldu, o ayrı mesele]

Ne diyordum, Ergenekon davası ile ilgili kısa ve hatta öz değerlendirmelerimden bahsediyorduk… (Burada ciddiyet isimli elbiselerimi giymem gerekiyor, zira hassas iklimlere kulaç atıyoruz)

Milletçe var olan bir şeyi ya yerin dibine batıran ya da göklerin en tepesine taşıyan abartı/kabartı huyumuz yok mu; işte bu patolojik bir şey…

Hani “su akar, yolunu bulur” diyen atalarımızı da dinlemiyoruz ki. Azıcık sessizlik eylesek, o sessizlik içinde malum dava kendi halince akıp gitse de, en nihayet bir neticeye varsa daha iyi değil mi? Arada olan usul hataları, davranış bozuklukları, kişisel yanlışlıklar için de edeplice ikaz edebilsek…

Örneğin; (isimler tamamen uydurmadır, gerçek kişilerle ilişkisini bırak selamı sabahı dahi bulunmaz)

“Ahmet’i tanırım, bilirim, o kesinlikle böyle bir şey yapmaz”;

“Mehmet yüksek duyarlılık ve hassas koruyuculuk eğitimi almıştır, böyle işlere kalkışmaz”;

“Süleyman kesin suçludur, bakın işte gözleri söylüyor, gözler yalan söylemez”;

“Zühtü sıranın kendisine geleceğinden korktu zahir, bakın tepinip duruyor”;

“Falanca zamanında filan-fişman başkanıydı, devletin tepesindeki adam bunu yapar mı?”;

“Bilmem kim ülkenin barsaklarına otağ kurmuş habire pisletiyor, onunla beraber tayfası da temizlenecek” türünden açıklamalar bize yakışıyor mu allasen…

Bırakalım işin ehli işini yapsın, fikri olan fikrini kibarca neşretsin, ihbarı gelen ihbarını güzelce etsin, itirazı tutan itirazını gerekli mercilere iletsin…

Bakalım neler neler göreceğiz; neler öğreneceğiz; nelere üzüleceğiz; nelere sevineceğiz. Karmaşık bir durum söz konusu. Gerçeklerin bir an önce açığa çıkmasını beklemekten ziyade yapacak bir şeyin olmadığı; doğal sürecine bırakılması gereken bir konu kanımca. Ortaya çıkarılan bunca malzeme/bilgi/teferruat; uydurma ve komplo olamazmış gibi geliyor insana. Kurunun yanında yaş da yanmasın hassasiyetinin de gözetilmesi gereken durum varmış gibi sanki. Hani bir nevi bulanık suda balık avlamak gibi bir şey…

Bulanık suda balık avlamaya çalışmak gibi bir niyetim olmadığından bu konuda daha fazla bir şey söylemek gelmiyor içimden…

[Kendime dip not: Demek ki her zaman mavra yapılmazmış]

Murat HACIOĞLU
13 Ocak 2009 Salı

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..