Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mart '11

 
Kategori
Edebiyat
 

Erotik Edebiyat'tan tez alamayan marjinal kız

Erotik Edebiyat'tan tez alamayan marjinal kız
 

Hiç beklemediğim bir anda derin bir tartışmanın ortasında bulmuştum kendimi. Etrafta müthiş bir uğultu vardı ve beni de içine dahil eden küçük uğultu kümesi bütün bunların içinde en gürültülü olanıydı. Büyük bir şairin şiirinde de dediği gibi "Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak.. muhabbetin içine sıçıyordu resmen sağnak sağnak".. Hatta bir tanesi bu hırslı hırslı anlatış jest ve mimik silkülasyonunun ortasında az daha gözümü çıkarıyordu.. Allahım nerden düştüm buraya? Sadece dersin hangi katta olduğunu sorup gidecektim. "Lan otur derse girip napacan, bu havada ders mi işlenir? Şu sandalyeyi al bak üzeri ıslak, selpakla sil otur şuraya ne güzel sohbet ediyoruz" gazına nasıl gelmiştim? Nasıl böyle boş bulunabilmiştim? Allahım allahım allahım celle celalihu" diye içten içe serzenişlerim uhrevi boyutlarda gezintiye çıkmıştı bile..

Muhabbete sonradan dahil olmuş ve konuya henüz vakıf olamamış bireyin, ya kenardan kafayı bir ona bir buna çevire çevire mallaşarak söylenenleri anlamaya çalışması, ya da kendini ortama kabullendirme amaçlı ilginç bir şey ortaya atarak tüm dikkatleri üzerine çekmesi ikileminde kalmış, ilkin birinci seçenekte karar kılmış - baktım böyle olmayacak, boyun eksenim yüzeyden 10 cm kayma yaşayacak- sonradan ikinci seçeneği tercih etmiştim. Ancak aklıma bir türlü tüm dikkatleri üzerime çekecek bir fikir ya da olay gelmiyordu..

Bu amaçla gerçekleştirdiğim bir iki kısır atağım rakip savunma tarafından kolayca geçiştirilmiş, kendimde yeni hücum varyasyonları geliştirmek için cesaret bulamamaya başlamıştım.. "Arkadaşlar, Hande Yener’in Çöp şarkısı Shakira’nın Tu’suna çok benziyor. Bi çalıntı ya da özenti olabilir mi? Hande bunu hep yapıyo ya" çıkışıyla sanki müzik dünyasının eli bayraklısıymışım gibi sunduğum popülist bakış, ve "Japonyada tarihi felaket. Libya’da savaş... Bence ABD’yi de bi kasırga vuracak ve al işte sana kıyamet!" teorisiyle de tüm dünya din, siyaset ve bilim insanlarına feyk atarcasına gerçekleştirdiğim iki başarısız hamle, sesimin bozuk ampül gibi parlayıp sönmesinden başka bir işe yaramamıştı..

"Hmm olabilir Naim. Mantıklı gibi.. O değil de Gamze, sen bu konuda kesin kararlı mısın şimdi?" cümlesi son direnişimi de kırmış, mevcut konuyu dağıtmamam ve kuyruğumu toplayıp sesimi de keserek kenarda ya akıllı akıllı onları dinlemem ya da konuyla alakalı -varsa- orijinal bir fikir söylemem, yoksa da ebediyen susmam konusunda son uyarımı da almıştım.. Ama ortada koca bir sorun vardı! Neydi ki bunların derdi?

Biraz daha konuyla ilgilenircesine kulak kabarttım ve sonunda öğrendim ki, sevgili Gamze’nin "bu konuda kesin kararlı mısın şimdi?" sorusuyla ortamı tedirgin eden, kalplerin güp güp atmasına sebep olan fikri "Türk ve Dünya Edebiyatında ki Erotik Unsurların Eser İçeriğine Katkısı Ve Cinsellik Teminin Okur Üzerinde Bıraktığı Çeşitli Reaksiyonlar" konulu bir tez hazırlama isteğiymiş.. Tüm tez isimleri böyle boktan ve artistik olmak zorundadır sevgili dostlarım. Hani tez ya, hani özgün ve farklı bir konudan bahsetmeli ya, adı da böyle başlı başına bir Tanpınar cümlesi olmalı! Kısaca "Erotik Edebiyat" da diyebileceğimiz bu tez, solucan jelibon gibi ağızda uzatıla uzatıla daha da sıkıcı hale getirilir.. Her neyse..

Konu, her normal erkek gibi içinde barındırdığı hissi ve cinsi kelimelerle benim de kulaklarımı dikmemi sağlamış, istemdışı daha da ilgilenir ve sorular sorar olmuştum.. Gerçekten de iddialı bir çıkıştı bu. Hele ki okuduğunuz üniversitenin siyasi bir duruşu ve üzerinde bıraktığı sosyolojik bir kisve varsa ve bu kisvenin adı da muhafazakarlıksa, çıkış daha da bir iddialı hal alıyordu. Bu bakımdan Gamze içinde barındırdığı küçük "breaveheart" (cesur yürek)’le fazlasıyla takdire şayan bir bayan olmuştu gözümde.. Her babayiğidin harcı değildi böyle bir ortamda, belki de okul tarihine kara(!) bir leke(!) olarak düşecek, toplumda derin ve travmatik(!) yaralar(!) açacak kararlar almak.. "Aslanım benim be. İşte benim çevremde böyle insanlar olmalı, benim arkadaşlarım böyle olmalı" diye içimden geçirdim ve Gamze’yi savaşçı prenses Zeyna kostümüyle hayal ettim. Sonra hemen vazgeçtim. Hiç de yakışmamıştı. Biraz kilo alsa hoş ve sexy durabilirdi, ancak Gamze, Zeyna’ya göre daha zayıf, yüzü de biraz daha bebeksi göründüğünden üzerinde emanet gibi durabilirdi, ve Zeyna (Lucy Lawless) hafif basenli ve kemikli, sert bir yüze sahip olduğundan o kostüm oturuyordu..

Bir an silkindim ve kendime geldim. Nasıl kaotik ve kompleks bir düşünce dünyam vardı öyle. İki dakika önce Cemal Süreya’yı, Attila İlhan’ı kıskandıracak bir sanat kaygısıyla düşünürken, bu edebi kaygım iki dakika sonra Cemil İpekçi’ye, Yıldırım Mayruk’a nispet yaparcasına moda-tasarım kaygısına dönüşmüştü. Kendime sinirlendim ve iki kelam adam gibi bir şeyler söyleyip dinlenilme ciddiyetiyle kaykıldığım sandalyeden doğruldum.. "Çok geniş bir konu Gamzecim. Bence zorlanmazsın. Boccacio’nun Decameron’undan çıkarsın abi, Madam Bovary, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Yalnızız, şuydu buydu derken bir dolu malzeme bulursun. Hem Orhan Veli’nin bir çok şiiri ve Yahya Kemal’in özellikle Vuslat’ı cinsellik konusunu fazlasıyla işlemekte. Olmadı Karacaoğlan falan var. Herif anadoluda çıkmadık kız bırakmamış. Yediği naneleri de hep anlatmış. Bul onları yapıştır tezi" diyerek hem bu davada sonuna kadar arkasında olduğumu belirtmek, hem de fikir beyan etmek amaçlı, mağrur entelektüel çakması çıkışımı yaptım..

Kolay değildi. Ortada yıkılması pek de mümkün olmayan koca bir tabu vardı. Toplum henüz buna hazır sayılmazdı. Yıllarca hep iç dünyaların ana başlığını oluşturduğu halde, dışa vurumunda ötekilenen, konuşulması hoş karşılanmayan, yadırganan, "hadi lan ne de olsa biz enteliz, konuşalım böyle şeyleri, irdeleyelim" dendiğinde bile ayarı bir türlü tutturulamayan ve sonunda mutlaka boku çıkarılan bir kavramdı cinsellik. Onu salt kavram olarak bile tartışmayı beceremezken, hayatının çok önemli bir kısmını buna harcamak, hele ki büyük yazar ve şairlerin eserleri üzerinden yorumlamak çok güç bir işti.

Benim ve birkaç arkadaşının daha desteğini arkasına alarak alanlarında kariyer zirvesine(!) ulaşmış bütün hocalarıyla görüştü Gamze. İlki –ki okulda geniş ve özgürlükçü fikirleriyle bilinen genç bir bayan hoca- bu tezi dolaylama bahanelerle ama kibarca reddetti. Gamze ilk ve yıptarıcı darbeyi almıştı. "Olsun" dedik, "başka bir hocayla görüşürsün." Biraz kendine geldi ve öyle de yaptı. Son bir umutla kapısını çaldığı –kendisi aynı zamanda şair de olan, aydın duruşlu, bilgi deposu ve çağdaş fikirli zannettiğimiz- ikinci hoca da Gamze’nin bu çırpınışlarını tamamen batılılaşma özentiliği ve yozlaşma belirtileri olarak görmüş, ve diğer hocasının tavrının aksine kabaca, sert ve kararlı bir şekilde reddetmişti..

Gamze müthiş bir çöküntü yaşıyordu. Çaldığı tüm kapılar yüzüne çeşitli sertlikte ama aynı şekillerde kapanmış, üzerine bir ömür harcamak istediği ve öğrenme merakıyla anlatma kaygısını harmanlayarak kafasında kurguladığı tüm bu edebi düşünceleri mürekkebi bitmiş pilot kalemle silinip atılmıştı. Kalem bitmiş olduğundan karalanmamış, ama fikirleri bu sivri uçla bastırılarak resmen yırtılmıştı.. O, bu durumu bir türlü kabullenmek istemiyor, kafasındaki düşünce balonlarında içinde bulunduğu ironik durumu sorguluyordu. "Ya hu arkadaş, eğer red sebebin muhafazakarlıksa, senden 40 kere daha muhafazakar Necip Fazıl’ın bu konuyu dibine kadar işlediği Kadın Bacakları şiiri var, divanda molla denilen, dini imanı senden daha iyi içselleştirmiş bir çok şairin böyle eserleri var. Hatta Mevlana'nın Mesnevisinde bile geçiyo lan. Niye niye niye?" diye günden güne kendini bitiriyordu.
Artık yemeden içmeden bile kesilmiş, kilo kaybetmeye başlamıştı. Zaten bir lokma bir şeydi, böyle olunca da teni sert bir kemik tabakası gibi görünüyordu. Sararmış benziyle içinde kopan fırtınaları bizlere tercüme edercesine ortalıkta Şişli-Etfal morgundan firar etmiş ceset gibi dolaşıyordu. Son zamanlarda tek kelime konuştuğunu duymamıştık. Ve en sonunda hiç ama hiç haber alamamaya başladık. Kimse, nerde olduğunu, nasıl olduğunu, ne yaptığını bilmiyordu. Telefonları kapalıydı. Kaldığı yurda da hiç uğramamıştı. Ailesinden de kimseye ulaşacak imkanımız yoktu. Lakin bir gün yakın bir arkadaşı tarafından, hayatta olduğu ve durumunun da hiç de iyi olmadığı haberini aldık. Ancak yanına kimseyi istemiyor, tek bir insanla dahi görüşmeyi kabul etmiyormuş.. Zamanla biz de okul, iş, güç, hayat meşgalesi derken kendimizi Gamze’nin iyi olduğuna inandırarak, onu yavaş yavaş unutmaya başladık.

***

Bugün bu olayın üzerinden tam 8 sene geçti. Ve ben hala yaşanılanların etkisinden kurtulamadım. Bilmiyorum, Gamze öldü mü hayatta mı, ama onun başlattığı bu misyonu geliştirmek için çok önemli çalışmalar yaptım. İlk önce böyle bir tez konusu almaya hocalarımı ikna ederek akademik dünyaya ilk adımımı attım. Baktım çok fazla baskıcı ve sınırlayıcı bir ortamdayım, hemen istifamı verdim ve bağımsız bir şekilde çalışmalarıma devam ettim. Öncelikle halen hayatta olan Paulo Coelho, Ahmet Altan gibi erotizm temini rahatça işleyen yazarlarla bir araya geldik. Oluşturduğumuz dernekle dünya çapında bu türün gelişimi ve toplum tarafından edepsizlik etiketinin sökülüp, bilinçaltına biyolojik ve fizyolojik bir olgu olarak yerleştirilmesi üzerine aktivitelerde bulunduk.

Sonrasında Dünyaca ünlü yazar ve şairlere, hatta erotik film yıldızlarına, yönetmenlerine kadar bir çok uzman isme konferanslar verdirdik. Tamam tamam kızmayın, biraz abartmış olabiliriz ama bu sayede hem kitap okuma rakamını yukarı çektik, hem de toplumdaki gizeme yöneliş, korunana sahip olma güdüsünü, sabırsızlık ve tahammülsüzlüğün nasıl kötü sonuçlara sebebiyet verdiğini pozitif yönde dayatarak tecavüz vak’alarında müthiş bir azalma sağladık.

Bir saniye dostlarım devam edeceğim. Yanıma küçük, pasaklı bir çocuk geldi de. Cebimde hiç bozuk para da yok. Bırakmaz bu şimdi peşimi bir şeyler koparmadan..
- Buyur yavrucuğum ne istiyorsun bakalım benden?
- Amca senin adın Naim mi?
- A aa evet. Nerden biliyorsun adımı?
- Hiiççç. Annem söyledi de. Sormamı istedi, "şu kel amcaya bi git de de bakem adı Naim miymiş diye"
- Annen mi?
- Hee annem. Aha bak orda!

Gözlerim bozuk olduğundan çocuğun küçük parmaklarıyla gösterdiği yere baktığımda, Gülhane Parkı'nın yıllanmış ağaçlarından sarkan yaşlı yaprakların arasında sadece sisli bir surat görebiliyorum. Biraz daha kısıyorum gözlerimi. Yok lan bozuk olduğundan benzetiyorum heralde. Dur bakalım geliyor bu tarafa doğru.. Fakat.. fakat bu seke seke koşuş.. bu kıkırdayış.. bu panikatak hal.. Evet evet bu Gamze’den başkası olamaz! Tanrımm… Biraz kilo mu almış ne?

NAİM KAYA

 

 
Toplam blog
: 16
: 419
Kayıt tarihi
: 11.12.10
 
 

13 Şubat'ı Sevgililer Günü'ne bağlayan gece Adana'da Dünya'ya burnumu soktum. 2008'den itibaren S..