Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Haziran '08

 
Kategori
Güncel
 

Esas hakkında görüş

Esas hakkında görüş
 

Hukukun tokmağı


On günü aşkın bir aradan, ağır ve yorucu bir tebdil-i mekandan sonra bu biçimde başlamak istemezdim. Fakat kendimi, her olayı insanımızın bir kesimini küçümsemeye, dışlamaya vesile yapan, elit ve azınlık bir grubun baskısı altında hissediyorum. Hissetmek değil aslında yaşıyorum.

Öyle ki bazan, bu ülkede doğmamış olmayı dileyesim geliyor. Adam kalkıyor, "Türkiyede müslümanların da sorunu var demenin, yönetimde şeriatı hedeflemek" olduğunu söylüyor. Kısacık ve masum bir cümleden devasa bir olay çıkarıyor. Bu arada konuşmasının arasına, "bir müslüman olarak kendisinin, hiç bir sorunu bulunmadığını" da sokuşturuveriyor.

Çıktığı başka bir proğramda ise, istediği yerde içki içememekten, cami sayısının fazlalığından, türbanın kamusal alana girmesinden, kur'an kurslarının, imam-hatiplerin varlığından şikayet ediyor. Böyle bir müslümanın, müslümanlıkla ilgili nasıl bir sorunu olabilir ki? Esasen, islami müesseselerden ve dindarlığın kişisel hayata yansımasından rahatsızlık duyan bir müminin, diniyle ilgili bir sorunu olabileceğini düşünmek hatadır. Yazık ki bu tipler, kendi durumlarının farkında değildir.

Diğer taraftan, Yargıtay başsavcımız da kapatma davasıyla ilgili olarak Akp'nin savunmasına karşı verdiği mütalayı, bu mealde hazırlıyor. Mecburen ben de kendimi gündemin içine atıp, kulaçlıyorum.


"Cumhuriyetin temel karakteristiği laikliktir. Çünkü ulusal egemenliğin kaynağı ilahi kudret değil, bizzat ulusun kendisidir." (E.H.G.S.5)

Mütalanın 5. sahifesinde, yukarıdaki cümle yer almaktadır. Bu olgu, sanki aksini iddia eden varmış gibi, sistemin tüm bağlılarınca sık sık vurgulanır. Şimdiye kadar hiç bir Allahın kulunun ağzından, ulusal egemenliğin kaynağının, " başka bir şey" olduğuna dair bir beyan çıkmamıştır.

Söylenegelen "Hakimiyet Allah'ındır" deyimi, devlet yönetimini değil, mevcudatın yaratılışını, sevk ve idaresini ifade eder ve doğrudur. Allah'ın hakimiyeti, (onun yokluğu açık ve somut bir biçimde kanıtlanmadığı sürece) inanmayanlara, karşı olanlara, savcılara ve mahkemelere rağmen değişmeyecek ve değiştirilemeyecektir.

Zannımca sn. savcı da diğer düzen koruyucuları gibi gizli bir "Allah korkusu" taşıyor. Kainatın hakimi olan Allah'ın, mevcudatın zerresi bile sayılamayacak bu ülkede, hak iddiasında bulunmasından endişeleniyor. Ülkeyi onunla paylaşmak istemiyor. Ötekiler gibi o da Allah'ın, hudutlarımızın dışında kalmasını istiyor. Fakat bütün gayretlere rağmen bu, bir türlü gerçekleşmiyor. Bu nankör millet, sürekli onu içeriye çağırıyor. Bu düzeni korumak ta ne kadar zormuş ya Rabbim. (ya Rabbim kısmını ben söylüyorum)

İslama göre insan bu dünyada imtihandadır. Zatına bahşedilen iradeyle özgürce egemenlik hakını kullanır ve kendi kendini yönetir. Çünkü sonunda işlediklerininin hesabını verecektir. Bu yüzden tercihlerinde hür bırakılmıştır. İradi serbestlik sorumluluğun gereğidir. Yaratıcı, şahsın seçimine, yapıp etmelerine karışmaz. Çünkü böyle davrandığında günahın, sevabın ve hesap gününün anlamı kalmaz.

Mülk suresinin 2. ayetinde, "Allah ki, hanginizin daha iyi işler yapacağını sınamak için hayatı ve ölümü yarattı" buyrulur. Allah, hem bizim adımıza egemenlik kullanıp, hem de bizi sınamak gibi bir yanlış içinde olamaz. Zira o akıl sahibidir ve böyle yapmanın ancak kendini sınamak olduğunu bilir. Kısacası Allah'ın, bizim düzen anlayışımıza müdahalesi söz konusu değildir.

Aslında sisteme müdahele etmesinden korkulması gerekenler din, dindarlar ve Allah değil ülkedeki yerleşik kurumlarla, kendilerini düzenin sahibi sanan kişilerdir. Çünkü bu ülkenin içine edenler, her zaman onu koruyanlar olmuştur.

O zaman, millet egemenliğinin, "kayıtsız şartsız Allah'ın" eline geçeceği vehmiyle hareket etmeye mahal yoktur. Artık toplumun seçtiklerini, yönettikleri devletin ve milletin dinamitleyicileri olarak görmekten vazgeçmelidir. Aksi yapıldığında demokrasiden geçtik, hukukun ve kanunların bile üstüne çıkma ihtiyacı doğuyor. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sn. Abrurrahman Yalçınkaya'nın, Akp'nin savunmasına karşı sunduğu, Esas Hakkındaki Görüş'ünün 20 sahifesindeki cümleleri okuduğunuzda ne demek istediğimi anlayacaksınız.

"Siyasi partilerin kapatılması, bir ceza normunun ihlaline bağlı bir netice değildir. Çoğulcu Demokratik sistemin kendini koruma araçlarındandır. Bu nedenle cezai bir sorumluluk veya cezai bir yaptırım gerektirmeyen fiiller, siyasi partilerin kapatılması arasında yer alabilir." (E.H.G.S.20)

Bir savcılık mütalasında yukarıdaki cümlelerin yer almış olması sizde de benim gibi şaşkınlık, kafa karışıklığı, korku, endişe, hayret, ümitsizlik ve güvensizlik vs. durumları uyandırmıyorsa, kendinize gelmenin bir yolunu mutlaka bulun. Ben arıyorum. "Cezai bir sorumluluk veya cezai bir yaptırım gerektirmeyen fiiller" kapatmada delil olarak kullanılabilecekse, partiyi savcıdan, pardon kapatmadan korumanın yolu nedir? Bence, hukuk devletinde yaşayıp yaşamadığımızı yüksek sesle sorgulamanın zamanıdır.

"Suç olarak düzenlenmeyen eylemler ile suç olmaktan çıkarılan fiiller siyasi partiler için yasak olma niteliğini ve varlığını sürdürebilirler. Bir başka anlatımla ceza normları ile siyasi partilerin kapatılması birbirinden bağımsız, iki ayrı koruma önlemi niteliği taşımaktadır." (E.H.G. S.20)

Görüldüğü üzere sn. savcı mütalaasında, "Suç olarak düzenlenmeyen eylemler ile suç olmaktan çıkarılan fiiller, siyasi partiler için yasak olma niteliğini sürdürebilirler." diyor. Bu durumda partililerin, hangi söylem ve eylemlerin kapatma nedeni sayılacağını bilmeleri imkansızdır. Bu açıklamaya göre, kapatmaya konu edilecekler arasında yasalara göre suç teşkil etmeyen veya suç olmaktan çıkarılan eylemler de bulunabilecektir.

Bir başsavcının, "kanunsuz suç olmaz" prensibini bilmemesi imkansızdır. Parti kapatmanın bir ceza davası olduğunu kabul etmesek bile verilecek kararın, bir mahrumiyet doğurması ihtimali vardır. Yani karar "kapatma" olarak çıktığında, bazı parti üyeleri bir kısım haklarından yoksun kalacaklardır. Acaba kanunen suç sayılmayan iddialarla verilecek bir hükmün dayanağı ne olacaktır? Herhalde Yassıada mahkemesinde olduğu gibi gerekçe, "sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor" şeklinde açıklanacaktır. Yarım asırdan bu yana çok şey değişti ama bazılarının kafası hep aynı kaldı.

Yani bu görüşe göre partiyi kapatmak ve partilileri cezalandırmak için, savcının iddianamesine girecek delillerin suç olduğuna dair bir kanun maddesine gerek yoktur. Davaya konu edilecek söz ve eylemlerin cürüm olup olmadığını savcı takdir edecektir. Burada "hukuk adamının hukuk anlayışına bak" desem hiç ayıp değildir. Bu mütalayı yazan savcının ve onu onaylayanların bir de kalkıp, "Türkiye cumhuriyetinin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti" olduğundan bahsetmesi yok mu? İşte bu beni öldürüyor.

Resim: iletisimhaber.com/files/yargitay-arkadaslik-t..

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..