Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Şubat '13

 
Kategori
Deneme
 

Eşcinselin günahı ne?

Eşcinselin günahı ne?
 

internet alıntı


Metabolik ve psikolojik somut nedenleri kesinlik kazanmış olmasa da eşcinsellik bazılarına göre bir hastalıktır. Hatta bunu eşcinsellik geninin etkinleşmesine bağlamaktadırlar. Varsayalım öyledir. Peki, insan sahip olduğu bir özelliğin genini taşıdığı için “hasta” sayılabilir mi?

İnsanlar zaten toplamda aynı genetik çözümlemeye sahiptirler. İnsanı doğuştan farklı yapan neredeyse sonsuz biçimlenim sunabilen varoluş genlerinin eytişimli etkinlik özellikleridir. Buna rağmen, tek yumurta ikizleri bile aynı yaşam ortamında tıpkısı davranış biçimi göstermezler. Sanırım bunun nedeni insanın sırf genetik özelliklerine bağımlı yaşayan canlılardan farklı oluşudur. İnsan genetik özellikleriyle duyumsadığı ve sezgilediği gerçeklik algısını aklının düşünme tasında terbiye ederek değiştirebilen tek canlıdır. Dolayısıyla, eşcinsel genin azdırdığı cinsel yönelim arzusunu aklın düşünme duvarına çarparak kırabiliriz miyiz diye soruyorum.

Sorunun yanıtı bilimsel bir ""evet" çıksa bile, eşcinsellik genini baskılayıp normal sayılan cinsellik genini etkinleştirmek eşcinselin özgür seçimine bırakılmalıdır. Eşcinsel eğer genetik cinsel güdüsüyle yaşamayı seçen bir irade göstermişse ben artık bu eşcinselliği “hastalık” olarak nitelemekte zorlanım doğrusu. Çünkü bir hastalık herkesten önce ‘hasta’ diye nitelediğimiz kişinin kendisinde rahatsızlık belirtisi göstermelidir. Ya da insanın kendi duyularıyla hissedemeyeceği bedensel veya ruhsal bir bozukluğun sinsi ilerleyiciliğinin tıbbi yöntemlerle tespit edilmiş olması gerekmez mi? Eşcinsellik geni varsa bile bu geni taşıyor olmak tek başına eşcinselliği bir hastalık olarak nitelemeye yetmez sanıyorum. Bir virüs taşıyıcısını, örneğin HCV (hepatit C) virüsü taşıdığı hâlde hiçbir sağlık sorunu tespit etmeyen tahlil ve biyopsi sonuçlarını almış bir insanı hasta sayabilir miyiz? Bence, hastanın olmadığı vakada hastalık da yoktur. Yani, hastalık nedeninin var olduğu her vakada hastalık ortaya çıkmayabilir. Kaldı ki, genler virüsler gibi dışarıdan bedene musallat olan bozucular değillerdir. Genler yaratılışın yazılım kodlarıdır; canlanma varoluşunun kaderidir. Galiba eşcinselliğin hastalık olması tıbbi tartışmayla sınırlı kalmaktadır.

Tabi ki eşcinselliğin bir hastalık olmadığı varsayımı da bizi eşcinselliğin bir cinsel davranış seçimi olduğu gerçekliğine çıkartmaz. Sıradan bir mantık bile bunu sezinleyebilir; cinsellik kişinin doğduktan sonra seçebileceği bir özellik değildir; öyle olsaydı bu kadar az sayıda eşcinsel olmazdı diye düşünüyorum. Gene de kendi seçimiyle eşcinsel ilişki yaşayan az sayıda heteroseksüel insan varlığını inkâr edemeyiz. Ancak bunları eşcinsel olarak nitelemek de doğru bir ifade durmuyor; ben bunları cinsel sapkın olarak görmekteyim. Bırakın eşcinsel ilişkiyi, hayvanlarla bile cinsel ilişkiye giren insanlar vardır; işte size hastalık…

Doğumsal varoluş nedenlerinden dolayı eşcinsel olmuşluğu kanıtlanmış olsa bile, böyle birini sakınılması gereken “hastalıklı” insanlar arasına koymanın bilimsel bir açıklaması henüz yapılmış değildir. Bu bence, dinsel ve toplumsal ahlâk kültürünün koşullandırılmış bir uyarı algısıdır; asıl tartışılması gereken de sanırım bu olmalıdır. Eşcinselliği hastalık saydığımız gün doğuştan gelen bedensel ve zihinsel engelleri de hastalık saymamız gerekebilir. Kişinin daha doğumdan beri taşıdığı özellikler onda eşcinsel davranış güdüsünü ateşliyorsa, o kişinin bence ruhsal bozukluğundan da söz edemeyiz. Ne de olsa “ruh” insana sonradan eklenmiş bir takı değildir; ruh bence bedenin doğal, yani kendiliğinden ifadesidir. Aşk da böyledir; asla bedenden dışarıda bir ruhun duyumu değildir; aksine, bedenin duyumsadığı zevkle var olabilen bir ruhsal davranıştır. Kimse âşık olduğu için hasta sayılmaz; ancak aşkın ifade biçimi bazı insanlarda hastalıklı olabilmektedir; kara sevda gibi… “ölürüm de kimseye yâr etmem” gibi… Bu bağlamda hastalık cinsel kimlikte değil, kimliğin kendini ifade biçiminde olabilir.

Eşcinsel erkeklere kibar ortamda “gay” diyorlar. Eşcinsel kadınaysa 'lezbiyen' denmekte. Eşcinsellere yönelik korku, kaygı ve nefret duyumuna da 'homofobi' denir.  Nedense lezbiyenlerden çok erkek eşcinsellere karşı homofobi daha yüksek düzeydedir. Her iki cinsiyete cinsel ilgi dduyanlara da (biseksüellere) homofobi düşük düzeydedir. Doğuştan heteroseksüel olduğu kuşku götürmez bir bedenin cinsel davranışı eşcinselliğe meyletmişse, o bedenin ruhsal ifadesinde bir bozukluk anlamında hastalıktan söz edebiliriz. Bunun nedeni kendi cinsel doğasını inkâra götüren ruhsal bir göçüntü darbesi olabileceği gibi, heteroseksüel özelliklerini de koruyan çoklu cinsellik sapkınlığı da olabilir. Cinsel sapkınlığı cinsel sapıklıkla karıştırmamak önemlidir. İkisi de bir bozukluk ve hastalıklı bir cinsellik sayılsa da, sapkınlık toplumsal bilincin ahlâk anlayışına görecelenmiş ayıplı bir cinsel eğilim olmaktan ileri gitmezken, sapıklık zarar verici tehlikeli niteliğiyle suç oluşturan bir cinsel davranış biçimidir. Burada “hastalıklı” sayabileceğimiz sapkın kişi bedensel doğasından dolayı eşcinsel değildir; böylesi sonradan olma, çakma eşcinseldir.

Çakma eşcinsellerin cinsel davranış bozukluklarına bakarak doğal genelliği içinde kalan eşcinselliği bir hastalık gibi göstermeyi doğrulayamayız. Doğumla birlikte kişinin cinsel özelliği olan eşcinsellik bir hastalık sayılmasa bile, bir eşcinsel cinsel davranış bozukluğundan dolayı hasta sayılabilir. Hastalık cinsel kimliğin kendisi değil, cinsel davranışın tıbbi ve toplumsal niteliğidir. Şöyle ki, eşcinsel olduğu gerçekliğini idrak etmiş olmasına rağmen karşı cinsini de becermeye kalkan bir eşcinselin hastalıklı bir cinsel eğilime girdiği söylenebilir. Ya da, bilerek ve isteyerek sübyan sayılan yaştaki cinsleriyle ilişkiye giren eşcinsel de hasta olarak nitelendirilebilir. Ancak bu hastalıklı durumları eşcinseli çok da ötekileştirecek kadar özel değildir; tıpkı heteroseksüel birinin eşcinsel ilişkiye girmesi kadar hastadır; tıpkı sübyancı bir heteroseksüel kadar hastadır. Sonuçta bana göre genetik eşcinsellik, biri siyah biri yeşil olan çift renk gözlü olmak kadar doğal bir çeşitliliktir; hastalıktan söz edilecekse eşcinsel kimliğin kişiliğine bakmadan her eşcinseli ateşe atan zihniyeti sorgulamak kanımca daha iyileştirici bir tutum olacaktır…

Bir gözüm kırmızı diğeri sarı olsun diyelim; ben bundan dolayı görme bozukluğu çekmiyorsam göz hastası sayılır mıyım? Ancak benim kırmızı-sarı gözüme bakınca rahatsız olan kişiyi hasta sayabiliriz… Genetik özelliğinden dolayı renk körü olduğu için belli ışık ortamında görme bozukluğu çeken insanı hasta değil, olsa olsa düşük düzeyde görme engelli sayabiliriz. Ancak, renk körü olduğu tıbben doğrulanmış kişi bunu inkâr eden bir yaşam tarzı sürdürüyorsa kişinin davranış bozukluğundan söz edilebilir; hatta bunu tedavi edilmesi gerekli bir ruhsal hastalık olarak bile niteleyebiliriz.

**

Aslında karşıcinsellik (heteroseksüellik) kadar doğal sayılması gereken eşcinsellik, ataerkil toplum yapısına karşı en büyük tehditlerden biri görüle gelmiştir. Bu yüzden lanetli bir hastalık sayılması geleneksel bir öğreti yapılmış olabilir. Çünkü insan uygarlığı kadının erkeğe tabi hizmet edici özelliğini yücelten bir aile kurumu tasarlamıştır; Müslüman kültür de kadını erkek egemenliği yönetiminde tutma eğilimi gösterir. Kadın, Allah’ın erkeğe emanetidir; Allah rızası için korunup kollanması gereken zayıf bir insan cinsidir. Baba soyundan yürüyen ataerkil aile kurumu, erkek liderliğinde üremeyi kutsayan nikâhlı cinselliği korumak adına eşcinselliği toplum dışına itelemekte kendisini haklı bulur. Eşcinselliği, üreme amaçlı aile kurumunu temel yapan toplumsal yapıyı yıkabilecek olası bir tehlike sayar. Ataerkil aile geleneği kadın ve erkeğin sadece nikâhlı cinsel birliktelikte tam bir insan olabilecekleri inancını toplumsal bilincin algısına gerçeğin tek doğrusu olarak dayatır. Belki de bu yüzden kadın ve erkeğin birbirinden bağımsız cinsel davranışla da saygın bir kimlik olabileceği gerçekliğini inkâr etmeye meylederiz. Toplumsal bilinç kendi cinsinden olanla seks yapan insanı bence bu yüzden lanetleyip hastalıklı gösterme gayreti içindedir. Aslında hiçbir cinsel kimliği ben bir hastalık olarak niteleyemem; ancak her tür cinsel ilişkide sapkınlık ve sapıklık derecesinde bir bozukluk olabilir…

Eşcinsellik bedenin yapısal bir rahatsızlığı olmayabilir. Ruhsal bir rahatsızlık olabilir mi? Belki bir kadın ruhunun erkek bedeninde olması ya da tersi gibi. Bir tarama yaptım şöyle bir bilgiye ulaştım; doğru mu yanlış mı bilemem; ancak az çok farklı bir bakış açısı gibi göründü.

Cinsel Tıp Enstitüsü Genel Başkanı Dr. A. Cem Keçe, “Eşcinsellik ruhsal bir bozukluk mudur?” sorusunun genel hekimlik uygulamasında önemli bir sorun olduğunun altını çizip devam ediyor: “çünkü, ruhsal bozukluk veya anormal davranış göreceli kavramlardır. Öncelikle normalin tarifindeki gerçekliğe muhtacız. Yaşadığı toplumdaki kişilerin çoğunluğunun değer yargılarını benimseyen ve toplumun geneline uygun davranan birey ‘normal’, aykırı hareket eden birey ise ‘anormal’ olarak adlandırılabilir. Bu açıdan bakıldığında eşcinsellik anormal bir davranış olarak görülebilir. Ancak ruhsal bozukluk olup olmadığını belirleyen en önemli etken, kişinin kendini nasıl hissettiğidir. Eşcinsellerin kendilerini suçlu, huzursuz, yalnız, depresif, sıkıntılı ve gergin hissetmeleri sık rastlanan bir durumdur. Bu açıdan baktığımızda eşcinsellik ruhsal bir bozukluktur, bir cinsel kimlik bozukluğudur”  diyor.

Eşcinselin ruh hâllerine baktığımızda eşcinsellik bir ruhsal bozukluk gibi görünebilmekte; ancak bunun bir cinsel eğilim sapkınlığından dolayı yaşanan bir cinsel kimlik bozukluğu mu; toplumsal baskının cinsel kimliğe binen dayanılmaz yükü mü; ve bu yükün altında ezilen eşcinselin kendini ifade edemeyişindeki ruhsal tepinmesi mi olduğunu kesinleştirmeden, ‘ruhsal hastalık’ sayılabilecek bozukluğun doğrudan eşcinsel kimlikten oluştuğu kanısı bir önyargıdan ileri geçmez…

**

Eşcinselin de mutlu olması aslında sağlıklı bir toplum yapısının ihtiyacından sayılmalıdır. Bunun olabilmesi için eşcinsel bireyin öncelikle kendisiyle, çevresiyle ve tanrısıyla barışık yaşaması gerekir. Bunlar aynı zamanda ruh sağlığının da temel unsurlarını oluşturur. Kendisiyle ve özelinde tanrısıyla barışık olmasını eşcinselin içsel hesaplaşmasına bırakabilsek de, çevresiyle barışık olmasına yardımcı olmak tüm toplum üyelerine yüklenmiş bir sorumluluk olmalıdır.

Sanırım her eşcinsel, ailesinden ve çevresinden insanı cennete veya cehenneme gönderen sevap ve günahların bilgisini alarak cinsel erginliğe büyümüştür. Hemen her din ve kutsal inanç eşcinselliği büyük günahtan sayar. Bu öğretiyle eğitilen kişi ergenlik dönemini geçerken eşcinsel olduğunu, yani lanetli bir cehennemlik olduğunu keşfeder. Zaten eşcinselliğini fark etmesiyle ahlâk bataklığında çırpınan genç eşcinsel daha ölmeden cehenneme atılarak toplumdan en kahredici darbeyi almış olur. Bence bu darbe bile tek başına hastalık yapıcı bir ruhsal göçük oluşturmaya yeterli güçte duygusal sarsıntı nedeni olur.

Peki, bu ruhsal göçüğe bakarak eşcinsel kimliği bir hastalık sayabilir miyiz? Ben sayamam, çünkü hastalık olan aslında göçüğün nedenidir. Zina yapan, hayvanlarla bile cinsel ilişkiye giren, cinayetler işleyen, insan emeğini ve cinselliği köleleştiren, haram yiyen, dinin hemen hiçbir emrine uymayan heteroseksüel insanlar dinin dışına atılmıyorken, sırf eşcinsel diye gencecik birisi neden ve hangi hakla cehenneme atılıyor?

Bazı ilahiyatçılar camide cemaatle namaz kılma esnasında erkeklerin, hünsaların (çift cinsiyetlilerin, erdişilerin), çocukların ve kadınların peş peşe sıralanmaları gerektiğini söyler. Sıralamanın hangi dini gerekçelere göre yapıldığını bilemiyorum. Eğer biçimsel cinsellik esasına göreyse, cinsellikte bir olanların aynı safta namaza durmasını sorgulamayı çok da anlamlı bulmam. Ancak bu sıralama, başka bir cinsel kimlikle neredeyse temas yakınlığından dolayı cinsel nefsin uyarılmasını önleyici bir tedbir olarak sunulmuşsa, bazı kuşkulu yanlarını sorgulamadan geçemem. Her şeyden önce kadının cinsel nefsinin önündeki hünsanın erlik kimliğiyle uyarılma olasılığını def etmek için araya çocuk sıralamak her zaman yapılabilir bir şey değildir. Yeteri kadar çocuk bulunmayabilir. Ayrıca o anlıkta erdişilerden (hünsalardan) hangisinin kadın ve hangisinin erkek eğilimli olduğu belirginleştirilmeden hepsinin aynı safa yerleştirilmesi maksada uygun durmuyor. Aslında bu sıralamanın doğruluğunu tartışmak ayrı bir konudur. Burada önemli olan erdişilere (çift cinsiyetlilere) namaz safında yer açılarak onların Müslümanlar arasına yerleştirilmiş olmasıdır.

Hünsa olarak adlandırılan bu erdişiler gibi eşcinsellere de Müslüman saflarında bir yer açmaya hâli hazırdaki toplumsal ahlâkın, din bilgisi ve inanç kültürünün yeterli hoşgörüye ulaştığı kanısında değilim. Bence, erkekler, hünsalar, kadınlar, çocuklar ve eşcinseller aynı mekânda fakat ayrı alan bölümlerinde saf tutarak da pek âlâ toplu ibadet gereğini yerine getirebilirler. Tabi ki bunun olabilmesi eşcinsel kimliği ayıplamayı ve taşlamayı kınayabilen bireysel bilincin toplumsal bilinç düzeyinde benimsenmiş olmasına bağlıdır.

Fiziksel görünümde eşcinseller heteroseksüeller gibi tam bir erkek veya kadının biyolojik yapısına sahip olsalar bile, cinselliğin ruhsal kimliğe bürünüşü noktasında ayrılırlar; biçimin varsayılan ruhsal davranışıyla örtüşmezler. Bu cinsel duyu kimliğindeki ayrışmanın doğuştan gelen yaratım özellikleri nedeniyle olduğu varsayımıyla eşcinseller de hünsalar kadar Tanrı kulu kabul edilebilmeli değil midir? Onlara da dini cemaatlerin içinde yer açılmalıdır. Her şeye rağmen eşcinselleri aramıza almayı dinen sakıncalı buluyorsak, hiç olmazsa onlara kendi ibadethanelerinde toplu hâlde tanrılarıyla yüzleşme fırsatını verebilmeliyiz.

Hiçbir eşcinsele "sen neden eşcinselsin?" diye soramayız. Bunu sorabilmek için neden heteroseksüel olduğumuzu bilmiş olmamız gerekir. Benzer biçimde, iki eşcinsel bireye " siz neden birbirinizi seviyorsunuz" diye de hesap soramayız. Fakat, "Ben tam bir erkeğim; rakı masamdan meze diye kadını, yatağımdan ibneyi eksik etmem" diyen cinsel kimlik kırığı insanın ve cinsel kimliği saklı tutmak için takınılan ikinci yüzün davranış temelinde hastalık sayılabilecek bir bozukluk arayabiliriz. Cinsel kimlikleri değil, olsa olsa cinsel davranışları, yani cinselliğin nasıl yaşandığını sorgulayabilir, cinsel eğilimde bir bozukluktan söz edebiliriz; ve ancak tıp bilimi bu bozukluğu bir hastalık olarak niteleme yetkisine sahiptir.

Ola ki eşcinsellik bir hastalıktır. Hastalıklar tedavi edilir ve yaygın bulaşıcı olmaları durumunda iyileştirilinceye kadar tecrit edilirler. Peki, eşcinsellik bulaşıcı mıdır? Bildiğim kadarıyla değildir. Kendi varlık doğasından dolayı eşcinsel olan birisi tedaviyle heteroseksüel yapılabilmiş mi? Varsayalım eşcinsellik tedavi edilebilir bir hastalıktır; böyle olması durumunda tedavi olmak istemeyen eşcinsele her hangi bir hastanın haklarından ileri bir ayrıcalık tanınmış olmaz. O zaman, eşcinselleri toplumsal yaşamın dışına atmanın gerekçesi ne ola ki? Bunun yanıtı ne eşcinsellikte ne eşcinselin cinsel kimliğinde bulunabilir. Geleneksel ahlâkın eşcinselliğe ve eşcinsele bakan dar açısında sıkışıp kalmış yanıtsa, ataerkil cinselliğin savunma güdülü sözünden ileri bir anlam içermez

Sorunun genel anlamıyla lanet bir hastalık değil de toplumsal bilincin hastalıklı bir gerçeklik dayatması olduğunu anlamış olan eşcinsel kendisini arınmış hissedebilir; bu güzel bir şey; ancak bu anlayışa uygun toplumsal sorumluluk yükünü taşımaktan kaçınan eşcinseller huzurlu bir cinsel yaşam sürdürme umudu taşımaktan da vazgeçmeliler. Eşcinsel olanlar ezilmekten, saklanmaktan ve dışlanmışlıktan kurtulmak için örgütlenip toplumsal varoluşta güçlü bir unsur olabilmeliler… Değişmez varsayılan heteroseksist toplumsal yapı ancak bu şekilde yeniden bilinçlenerek, cinsel hoşlanımın sadece kadın ve erkek arasında olabileceği yargısını tabulaştıran cinsel ideolojiyi aşabilir; gelecekteki cinsellik bu sayede “helal-haram, sağlam-hasta, sevap-günah” ikilemli sıfatlardan sıyrılıp insan ruhunun bedensel doğasındaki özgür ifadesi olarak saygı görebilir. Tabi ki her ifade tarzı gibi cinsel duyum ifadesi de bireysel ve toplumsal varoluş özgürlüğünü koruyan sınırları aşamayacaktır. Elbette ki bu sınırlar örgütlenmiş insan topluluklarının etkileşimiyle oluşan toplumsal bilincin uyarı çizgileridir…

Eşcinsellerin sahnede alkışlanıp sokakta taşlandığı bir toplum olmayalım. Çoğumuz eşcinsellere ‘sapık’ gözüyle bakıyor, onlardan korkuyor ve aramızda özgür kimlikleriyle bulunmalarını istemiyoruz. Her ne kadar eşcinsel üçüncü bir insan cinsi değilse de, eşcinselliği bir cinsel yönelim azınlığı olarak içimize sindirebilecek kadar demokrat olabilmeliyiz.

Önüne çıkarılan tüm toplumsal engellere karşın kendi doğal cinsellik gerçeğiyle yüzleşebilmiş eşcinselin açık cinsel kimliğiyle yaşama isteği her zaman saygıya değer bir seçimdir. Bu insanları ister sevelim ister sevmeyelim, onların aramızdaki varlığını saygıyla ağırlamak bence yüksek bir insanlık değeridir.  Ancak bu insanlık değeri eşcinselin de her cinsel kimlik gibi toplumun cinsel ahlâk ve davranış hukukuna uygun yaşamasını talep eder. Eşcinsel vatandaşın cinsel ahlâk ve cinsel suç hukuku içerisinde hiçbir ayrıcalığı yoktur. Yani iki eşcinselin ortalık yerde sevişmesi, ortalık yerde sevişen kadın ve erkek kadar ayıplanabilir.  Bir eşcinselin bir başka eşcinselin ırzına geçmesi, bir heteroseksüelin ırza geçme eylemi kadar suçtur.

Bence, cinsel kimliği onurlandıracak ve toplumsal yaşama katacak en etkin güç, özgürlüğün sorumluluğuyla var olmayı seçen kişilerin örgütlü dayanışmasıdır… Özgürlüğünün sorumlu yüklenicisi olabilen bir kişilik eşcinsel olsa bile toplumsal yaşamı yozlaştıracak bir tehdit olmaktan çıkar.

Muharrem Soyek

 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..