Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Eylül '13

 
Kategori
Güncel
 

Esma'dan Ahmet'e: Alma mazlumun ahını!

Esma'dan Ahmet'e: Alma mazlumun ahını!
 

Başbakan, gencecik yaşta hedef alınarak öldürülen Ahmet Atakan için de ağlar mı?


12 Eylül darbesinin 33. Yıldönümünü yaşadığımız bugünlerde AKP Hükümeti 11 yılını geride bırakıyor. 12 Eylül darbesinin yarattığı ortamda filizlenen AKP’nin, 12 Eylülcülerin gölgesinde yan gelip yatanlardan devraldığı iktidarında görülen yorulma emareleri, giderek, hepimizin için çekilmez bir hal almış bulunuyor. AKP’nin son icraatlarıyla meselenin “iki ağaç”, ODTÜ’nün yalnız üniversite olmadığı, türbanın inancın, Cemevinin ibadetin ötesinde anlamlar yüklendiği bir dönemi yaşıyoruz. Aklıselim yerini kavgaya, gürültüye bırakmışsa açık ki hükümet, hükümet etmekten yorulmuş demektir. Kanıt mı istiyorsunuz?

Taksim’in kimliğinin bir parçası olan parkı yıkıp yerine AVM, rezidans yapmak istiyorsunuz; karşı çıkanlara, “sen hayatında hiç ağaç dikmedin, ben yeşilin hastasıyım” diye cevap veriyorsunuz. “İyi de ben belediye başkanı mıyım, niye ağaç dikeyim, ben sadece şehrin ortasında bir vaha gibi duran parklarımızı, canınızın istediği gibi yıkıp yerine betondan bir bina dikmenize itiraz ediyorum” diye cevaplayan olursa anasından doğduğuna pişman ediyorsunuz.

 “Parkıma dokunma” dedikleri için insanlara uyguladığınız gazlı-joplu şiddeti protesto edenlerin de şiddete maruz kaldığını, bu vahşetin sonucunda altı gencimizin öldürüldüğünü hatırlıyor musunuz? Bu yazı yazılırken Mehmet Ayvalıtaş’ın ölümünün üzerinden 101, Abdullah Cömert’in 100, Ethem Sarısülük’ün 88, Medeni Yıldırım’ın 76, Ali İsmail Korkmaz’ın 64, Ahmet Atakan’ın ise daha bir gün geçtiğini de hatırlatayım. Bu ölümlere yol açan şiddeti uygulayan polislerin Başbakan tarafından kutlandığını da…

ESMA’YA AĞLANIR DA AHMET’E AĞLANMAZ MI?

Sonra Mısır’da da halk ayaklanmış; halktan rol çalan ABD güdümlü ordu, “danışıklı döğüş”ün bir parçası olarak yönetime el koymuştu. Darbenin protesto edildiği Adeviyye’de açılan ateş sonucu Esma diye genç bir kız katledilmesine ağlayan Başbakan’ın bizim çocuklarımızın başına gelenler için sessiz kalmasına ne demeli? Zira Gezi ile başlayıp bütün Türkiye’ye yayılan protestolar sırasında öldürülen gençlerin en yaşlısı bile daha otuzuna gelmemişti. 20 gün önce Esma için gözyaşı döken Başbakan’ın 20 saat önce hedef gözetilerek öldürülen Ahmet için ne düşündüğünü sorarsanız, en hafifinden azarlanıyorsunuz.

Boğaza 3. Köprü yapmak için belirlendiği iddia edilen güzergahta önce ağaçlar kesiliyor; sonra da ağaçların kesildiği bölge dahil olmak üzere güzergahta değişikliğe gidiliyor. “Dünya çapında bir projenin A4’e çiziktirilmiş eskizlerinden başka projesinin de olması gerekmez mi?” diye sorulduğunda, bir yandan “bunlar birinci köprüye de karşı çıkmışlardı” gibi alakasız bir cevap veriyorsunuz; diğer yandan polis marifetiyle biber gazı ve şiddeti uygun görüyorsunuz.

Yetinmiyor; adın da Alevi kırımıyla bilinen Yavuz Sultan Selim koyuyorsunuz. “Yavuz katilimizdir” diyenlere verdiğiniz “Ama O ülkenin sınırlarını Maşrıktan Mağribe kadar genişletti” cevapla ruhuna sinmiş fetihçi ve emperyalist zihniyetinizi açığa vuruyorsunuz. Muhtemelen bu nedenledir ki “sıfır sorun” diye övündüğünüz, “kardeşim” diye el ele tutuştuğunuz Suriye’de savaş çıkarmak için yanıp tutuşuyorsunuz. Savaşa karşı çıkanları, kimyasal gaz kullanıldığına ilişken dezenformatik bilgi üzerinden mahkum etmeye çalışıyorsunuz. İtiraz eden vicdanlı gençlerin okuduğu okullara polis yerleştirmekle tehdit ediyorsunuz.

O okulların başında ODTÜ’nün geldiğini biliyoruz. Geleneğini koruyan, toplumun vicdanı olmayı nice “fani makam”a tercih eden o gençleri susturmak için bin bir yola başvuruyorsunuz. ODTÜ’de, stand açıp çocuklarını okula kayıt için getiren anne babalara, “ODTÜ yurtlarında fuhuş yapılıyor, çocuklarınızı bu yurtlara vermeyin; bizim işlettiğimiz yurtlara verin” diyen türbanlılara yönelik sözlü bir protesto gerçekleşince devlet ricali olarak hepinizin hassasiyet katsayı yükseliyor. Başta Başbakan olmak üzere bütün Hükümet üyeleri, tek tek açıklama yapmakla yetinmeyip, hiçbir şiddet barındırmayan protesto hakkını kullanan öğrenci hakkında soruşturma açtırıyorsunuz. Üstelik bu soruşturmayı da bizzat Başbakan takip ediyor. Hükümet hapşırınca nezle olmakta birbiriyle yarışan gazete köşecileri de bu yarıştan geri kalmayıp, “türban karşıtlığı”dan girip “inanç özgürlüğü”nden çıkıyorlar.

BU MUDUR İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ?

Söz inanç özgürlüğüne gelmişken, ihtiyaca binaen yapılan bütün Cemevi başvurularını geri çeviriyorsunuz; ola ki arsası kendilerinden, giderleri kendilerinden bir yer bulup Cemevi inşa etmeye kalkarlarsa inşaatını mühürlüyor; Cemevi yapmak için bir araya gelenler hakkında soruşturma açıyorsunuz. Bir yolunu bulup, bilirkişi olarak Diyanet’ten görüş sorulmasını sağlıyor; Diyanet’in, “ibadet yerimiz Camii ve mescittir” cevabını yargı kararına dönüştürüveriyorsunuz.

Bununla yetinseniz, anlarız;  talep edenlere yaptırmadığınız, yargıya taşıdığınız, “ibadethane değil” diye fetvalar çıkarttığınız Cemevini, Caminin yanına yapmakta hiçbir beis görmüyorsunuz. Hatta ne kadar önemsediğinizi göstermek için Alevi Çalıştaylarından (sahi ne oldu o alınan kararlara?) sorumlu bakanı da açılışa gönderiyorsunuz.

Aynı arsa için daha önce yapılan başvuruyu, uygun arsa olmadığı gerekçesiyle reddettiğinizi biliyoruz; gösterdiğiniz bu ikiyüzlülüğü size hatırlatmak isteyen Tuzluçayırlıların evlerinin içine bile gaz sıktıracak kadar öfkeleniyorsunuz. “Bu ülkeye komünizm lazımsa O’nu da biz getiririz” diyenlere rahmet okutacak tarzda bir söylemle “Cemevi istemiyor muydunuz, alın size Cemevi” diyerek, halkın hissiyatıyla dalga geçiyorsunuz. Öğreniyoruz ki bunlardan beş tane daha yapmaya hazırlanıyormuşsunuz.

Karşı çıkılacak ne var” diye hayret edermiş gibi soruyorsunuz ya inanç özgürlüğü denen şeyin devletin resmi kalıbına sığmadığı gerçeğini hatırlatmakla yetinelim. Devlet, ne zaman, bütün demokratik devletlerde olması gerektiği gibi inanç alanından elini eteğini çeker; Cemevi yapmak isteyene de, Cami yapmak isteyene de aynı mesafede durur; işte o zaman isteyen de Cami ile Cemevini aynı mimarinin içine sığdırmak için geliştirdiği projeyi uygular. Osmanlı’dan devraldığınız Alevileri yok etme, ortadan kaldırma, geri kalanı da asimile etme politikasının tutmayacağını artık görmelisiniz. Örnek mi istiyorsunuz? Hacı Bektaş Dergahı’nın içine yaptırılan caminin haline bakın; Tuzluçayır’a ya da yapılacak diğer yerlere dikilmesi öngörülen Cami-Cemevi projesinin akibetini görün.

Alma mazlumun ahını” diyeceğim ama…

 
Toplam blog
: 102
: 682
Kayıt tarihi
: 06.07.10
 
 

8 Ocak 1961'de doğdu. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Gazetecilik ve Halkla İlişkiler..