Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Haziran '07

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Ey aşk, gel bizi yeni vakitlere çıkar!

Ey aşk, gel bizi yeni vakitlere çıkar!
 

Sen varken kötü diye birşey bilmiyorduk
Mutsuzluklar, bu karalar yaşamada yoktu
Sensiz karanlığın çizgisine koymuşlar umudu
Sensiz esenliğimizin üstünü çizmişler
Nicedir bir pencereden deniz güzel değil
Nicedir ışımayan insanlığımız sensizliğimizden.

Sen gel bizi yeni vakitlere çıkar [1]

Uzun sürmüş bir akşamın sonunda, bir Dut ağacına ve onun dalına yapılan salıncağa bakıyorsanız, çocukluğunuzu özlersiniz...

O çocukluk akşamlarında anneizin sizi çağıran sesi, gaz lambalarıyla aydınlanan bir sofada, mutlu bir yemeği de haber vermektedir.

Beraber içinlen çayın, yapılan sohbetlerin, oynanan oyunların, anlatılan hikâyelerin, anıların ve okunan şiirlerin sonu yoktur o sofrada.

Bir zekeriya sofrası gibidir çocukluğunuz orada...

Sonra gece uzar, sabah girer ve içinizi aydınlatan kuş sesleri, işlenmiş toprağın kokusu yerine bir metropolde uyanırsınız.

Bazen kornalarla, bazen sokakta kavgayla...

Ne kuş sesi kalmıştır duyulacak, ne de bir avuç toprak bırakılmıştır koklanacak...

Kent beton üstüne beton, insan üstüne insan koymuş, bunlkardan öyle bir duvar örmüştür ki önünüze,
anneannezin tatlı dizini özleyiverirsiniz ansızın.

Onun ballandıra ballandıra anlattığı hikâyleri, dedinizi ilk görüşünü, ata atlayıp onu ilk kaçırışını, ilk gençlik aşkını dinlemeyi özlersiniz.

Kendileri gibi aşkları da doğal, samimi ve sıcak olan o hislerleri de...

Âşık olduğunuz, karşışık beklemeden sevdiğiniz ama her zaman daha fazlasını vermeye, daha çok parlamaya çalıştığınız aşkınız gelir aklınıza.

Bir andan burnunuzda tüter onun kokusu, o zekeriya sofrasındaki en doğal ürünlerle yapılan yemekler gibi.

Ne olmuştur da, kendinizden bu denli uzaklaşmış, sitemin çarkları arasında ezilen ufacık bir dişliye dönmüşsünüzdür?

Zordur yanıt bulmak, zordur yanıt olmak...

Aşkı ve doğallığı nerede kaybetmişsinizdir ki, kendinizi şimdi betonarme bir çölün ortasında, kapı komşunuzdan bir haber, en ufak hissinizi asamimiyetle anlatacak, onu dinleyecek doğal, saf bir insan kalmamıştır?

Nerede bitmiştir doğa ve aşk ki, bir andan mutsuzluğun, doyumsuzluğun kapılarından içeri girmişsinizdir?

Oysa bilirsiniz, aşk varken kötü bir şey bilmiyordunuz...

Mutsuzlukları, hainlikleri, sırtınızdan bıçaklanmaları daha tatmamıştınız...

Aşk gidince, her lşey gibi Güneş de kararmış, kent bir anda yabancı bir karanlığa bürünmüş, umudu götürüp karanlığın ufkuna yerleştirmişlerdir.

Huzurunuz kalmamış, esenliğinizin üstünü çizmişlerdir...

Maviye boyalı, her meltemde fesleğen kokusu yayılan saksıların durduğu pencerenizi açmak istemezsiniz. Oradan gözüken deniz bile gözünüze güzel gözükmez, iyot kokusu genzinizi yakmaz...

İşte o an anlarsınız ki, kendi doğallığınızı yitirip, sizi sürekli başka biri haline geirmeye çalışan bir sistemler dünyasında, yağmalanmış, bir yerlerde yolu ve ışığı kaybetmişsinizdir.

Bazen sokakta, çiseleyen yağmur altında şemsiyenizi açmış, su birikintilerine basmamaya dikkat ederek, tek başınıza yürümeye çalışırken fark edersiniz.

Bazen uzun sürmüş bir akşamın sonunda, adeta ruhunuza dokunan bir yazıyı okurken...

Ne zaman olduğu fark etmez... Fark eden şey, aşkın ve kendiniz olduğunuz vakitlerin sizi yıldızlar gibi parıldattığı anlardır...

İşte o zaman durup göğe bakarsınız... Çırılçıplak ıslak çimenlerin üstünde yürüyüp, kentin ortasında kahkaha atarsınız...

... Ve dersiniz ki: "Ey aşk, gel bizi yeni vakitlere çıkar!"...


[1] İlhan Berk, "Toplu Şiirler", Delta, YKY, Mart 2003.
 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..