Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ağustos '08

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Ezel bahar olmayınca...

Ezel bahar olmayınca...
 

(Bu bloğu özellikle zaman ayırıp sonuna kadar okumanızı istirham ediyorum, lütfen!")

Ah sevda şiirleri…

“Seni ben…” diye başlarlar ya hep… “Seni ben başka sevdim….”

Bir öğrencimin MSN iletisini gördüm bugün… “Sana” diyordu, “Dünyaları veremem. Bir kuru sevgiyle yetineceksen gel. Sevmekten daha değerli duygu var mı ki?”

Yani diyor ki delikanlı, ben seversem, adam gibi severim…

Şiirler dedik, demeye devam edelim…

“Nereden bileceksin” diye başlayan bir şiirimiz vardı (Hâlâ var gerçi).

Tema ne kadar da aynı! Yani demişiz ki, sen beni anlamadın, anlayamadın, e sen bilirsin o zaman! Kaybeden ben değilim ki!

Anlamak bir güzellik, anlaşılmak ihtiyaç. Sevmek bir güzel şey, sevilmek ölümcül ihtiyaç!

Ama serde mertlik de var, anlayamadın mı, yürrüüüü!

Bugün üslubum çok alışıldık değil, farkındayım. Aşağıda okuyacaklarınızla bana hak vereceksiniz belki, izninizle böyle devam edeyim..

Birden aklınıza gelen ve gelince de ne çok özlediğinizi fark ettiğiniz tanıdıklarınız var mıdır?

Her yaştan, renkten, cinsiyetten ve cibilliyetten?

Dost bile değilsinizdir onlarla belki.. Belki varlığınızın önemsiz olduğu biridir o.

Ama özlersiniz işte!

Söyleyin, var mı öyle birileri?

Daha cins bir soru şimdi: Varsa eğer, onları özlemeniz bir tür sevda mıdır?

Birden kafanız dikleşti, şaşırdınız, oooooooo dediniz muhtemelen. “Ne alakası var?”

Sevda dediğin nedir ki? (İlla bir cinsiyet sokuşturmak lazım sanki).

MSN iletisi ile girdik, öyle de çıkalım… (Çıkamayacağız "bence".)

Bir diğer güzel insanın iletisinde şu var: “Ruhumun nefes aldığı memleket, O'nun yüreği!!!”

Başka birinde de şu: “Ulu çınarlar fırtınalı diyarlarda yetişir…”

Dostum ve kardeşim bir yiğit insanın iletisi: “Ezel bahar olmayınca...”

Ve bir başka dost: “Mazi kalbimde bir yaradır; Bahtım saçlarımdan karadır…”

Bir meslektaş da şöyle yazmış: “Hayat neden bu kadar et obur??”

Bir öğretmenimizin iletisi: “Uçurtmalar rüzgâr estiği için değil, rüzgara karşı geldiği için yükselir.”

Bu da bir öğrencimden: “Ölüm dediğin dönüşü olmayan sonsuz tatil; aşk dediğin gençliği öldüren katil…”

Yine bir öğrencim: “Yiğit yiğidin gölgesinde barınır, namerdin dalı yoktur ki gölgesi olsun.”

Ve bir dosttan: “Seydunayım gebermişsem kıyında, sana olan sevdamdandır bilesin ay şahrud!”

Öğrencim yine: “Doğruluk sonsuzluğun güneşidir. Nasıl olsa doğar.”

Başka bir dostun alıntı iletisi: "Basit yaşa ki başkaları da var olabilsin."(Gandhi)

Öğrencilere devam: “Sen unut geçmişini ben aklımda tutarım..”

Bir yoldaş da şöyle demiş: “Körlerin ülkesinde tek gözlüler kraldır.”

Bir meslektaşın (ve dostun) yorumu daha da başka: “Zaman yaşlanır, umutları eskitir...”

Tam bir dana olan eski öğrencilerimizden birinin iletisi: “Can't you see my baby..”

Hele şu danaya bakınız: “Yanlışın en tehlikelisi doğruya en yakın olanıdır...”

Ve bir can dostun alıntısı: “Arının dilinden anlamayan/Ne bilir balın kıymetini. (Y.Emre)”

Bu da bir meslektaştan: “Kem Alat ile Kemalat Olmaz.”

Öğrencilerimizden biri daha: “Dün geçti, bugünü düşünüyorum, yarın var mı? Gençliğine güvenme, ölenler hep ihtiyar mı?”

Trabzonlu bir öğrencimizin iletisi: “Allahım gönlümde olanı hakkımda hayırlı eyle, hakkımda hayırlı olana gönlümü razı eyle.”

Bir de şuna bakınız, öğrencim bu da: “Mutluluk sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir…” "Efsaneler Ölmez, İmaj Değiştirir..!"

Bir hanımefendinin iletisi: “Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür.”

Size insanlardan bir demet sundum. Biraz seçerek, ayıklayarak ama öze dokunmadan. Sevdaya dair bir iki laf ve bu arada biraz da düşünerek…

Sevgili editörüm, "kendi düşüncelerinizle genişletiniz" dedi yazıyı. Nasılsa henüz bilmiyor serde eşkiyalık olduğunu!

Yahu, bunca cümleyi özene bezene ne diye aldık da yazdık? Arzuhalci (herhalde arz-ı hal olacak) denenlerden miyiz sanırsınız? Bizim derdimiz halimizi arz etmek de olsa, okuyucuyu kendi yerimize koymaya çalışmaktayız. Bunu neden anlamaz veya anlamamayı yeğlersiniz?

Şimdi de, editöre hitaben yazdıklarımı kaldırmamı istemeyiniz benden!

Bu yazı her şeyi ile özgün, itiraz istemiyorum. ve aynen de böyle girecek yayına... Yani lütfen! Lütfeder misiniz? Ha, sevgili editörüm? Bakın okumuş editör olmuşsunuz, maşallah... Şimdi bir de gölge oluyorsunuz. Bunu istemedim ki ben!
Bu kadar yeter sanırım, editörüm, okuyucu ile beni başbaşa bırakmak için başkaca şartlar sürmeyecek yine...

Peki... Şimdi demir alma zamanı. Sözü yine o güzel dosta bırakalım:

“Ezel bahar olmayınca...”

Not: Az kalsın unutuyordum! (Çıkamayacağız demiştim :)) ) Aklınız Seyduna ve Şahrud’da kaldı sizin. Pekâla, biraz da ordan dem vuralım:

Seyduna türküleri diye bir albüm serisi de varmış bu arada. Aşağıda buna dair bazı şiirler bulacak ve TUNAY BOZYİĞİT’le tanışacaksınız… (Özellikle tanıştırmak istediğimi düşünmeyiniz ha!)

(Yitik öyküdür)
Tarihten iki ayrı coğrafyaya damlayan
İki ayrı yürekte durmadan kanayan
Seyduna’yla Şahrud
Yüreklerin akarken bıraktığı izi
Birbirlerinin gözlerinde aradılar.
Yoktu.
İki iklim farkıydılar
Ne zaman göz göze değseler
Yangın çıkmayacak denli uzaktılar.
......

"İki ayrı baharın dalıydılar; biri ilk, diğeri sondu ve kan ter içinde bir yaz aralarında duruyordu. Bahara yenildiler. Şahrud taptazeydi. Filizdi. Yüreği güneşi içecek denli kar yangınıydı. Her ucu ayrı bir yeşile sevdalı .. Cemreler yaşamla arasında ana sütüydü. Toprak var gücüyle ayakta tutuyor kendini ve doğurganlığını ona sunuyordu.

Şahrud ise her dal yeşile bir tomurcukla karşılık veriyordu. İçtiği her damla güneşle çiçekleri çıtlıyordu. Sanırsın rengarenk gülümseyen yeryüzüydü... Seyduna ölüme ölümüne yakındı. Çınardı. Şahrud'un giyindiğini soyunuyordu ve gelinsi dalları soyundukça çıplaklığından utanıyordu. Solan yüreğiyle her seher güne biraz daha sarı duruyor ve biliyordu; ten soğuması çoğu kez elinde ak keteniyle vaktinden önce geliyordu. Seyduna'yla Şahrud'un tek ve bütün bağları ayrılıkları da olan mevsimin en uzak uçlarında tutunmalarıydı. Mevsim haziran sonunda kendini yakınca koptular... Artık birbirlerinin kışında bile yoktular..."

SEYDUNA ve ŞAHRUD

(Kavuşamayan İki Irmağın Öyküsü ve Bunun İçin Yazılan Güzel Bir Türkü)

Öpüyorsam ayrılığı gözünden
Söküyorsam yüreğimi göğsümden
Geçiyorsam gözlerinin içinden
Sana olan sevdamdandır bilesin

Meğer ne yalnızız insan olmuşsak
Yaprak gibi dalda sessiz solmuşsak
Yeri gelmiş acıya da gülmüşsek
Sana olan sevdamdandır bilesin

........
Ah Şahrud!
her yerimiz nasıl da şaşırıp kalmaya istekli.

.....
Seyduna'yım gebermişsem kıyında
Sana olan sevdamdandır bilesin.

(Tunay BOZYİĞİT)

Eveeeeeeeeeeeeeeeet. İşte böyle...

Yine biz aynı söze dönelim…

“Ezel bahar olmayınca...” Eyvallah!

 
Toplam blog
: 84
: 1808
Kayıt tarihi
: 28.04.08
 
 

Elektrik mühendisi, "öğretimci", 2 çocuk babası, aslen Kuzey Kafkasyalı, Türk ve Türk'e dair olan..