- Kategori
- Gündelik Yaşam
Fettah dayının defteri...

Fettah Dayı 90 yaşında. Uzun zamandır hasta. Garip bir hastalığı var. Kışın üşüyor yazın ise sıcaktan bunalıyor. Kolları ve bacakları çok zayıf. Tüm gününü yatakta geçiriyor. Canı çok sıkılıyor doğal olarak. Bizim evin tam karşısındaki bahçenin diğer ucunda kerpiç bir evde eşi yani anneannemin kız kardeşi olan Hanım Nene ile birlikte yaşıyor.
Zaman zaman o kalın sesi, bahçeyi aşıp bize kadar geliyor. Fettah Dayı ya türkü söylüyor ya da kendi kendine birşeyler anlatıyor. Yürek burkan sesi mi yoksa yalnızlığı ve yataktan çıkamaması mı pek karar veremiyorum. Ama onun sesi beni hüzünlendiriyor. Eski zamanlar ve çocukluğumun Fettah Dayısı geliyor aklıma. Gördüğüm en uzun boylu adam. Dağ gibi. Bir tabla üzerinde sokak sokak gezerek sattığı sebze ve meyveler. Bu, çok uzun zaman önceydi elbette. Fettah Dayı o zamanlar sağlıklı bir adamdı. Oysa şimdi onu yatağa bağlayan bir hastalığı var. Zaman zaman ölmek istediğini çünkü çok sıkıldığını söylüyor. Tek söz edemiyoruz.
Anneannem bana onunla ilgili çok ilginç bir şey anlatıyor. Uzun zamandır tuttuğu bir defterden söz ediyor. Bu defter bu küçük mahallenin tüm tarihini içine alan bir deftermiş. İçinde küçük büyük, yaşlı genç, akraba tanıdık demeden herkesle ilgili önemli günlerin tarihleri varmış. Örneğin Bakkal Hasan'ın küçük kızının evlendiği tarihten, Komşu Süleyman'ın büyük oğlunun sünneti, Hacı Dayının ölüm tarihinden, Fettah Dayı'nın ilk torununun doğduğu tarihe kadar herşey not alınmış.
Defteri öyle merak ediyorum ki Fettah Dayı'yı ziyaret etmeye karar veriyorum. Beni görür görmez "Geeel bakayım geeel." diyor. Bana binlerce soru soruyor. Bunca zamandır nerelerde olduğumu, hangi şehirde ne okuduğumu, şimdi çalışıp çalışmadığımı, işimden memnun olup olmadığımı her gittiğimde olduğu gibi yeniden yeniden soruyor. Ona herşeyi tek tek anlatıyorum. Biri ile konuşmak ona iyi geliyor. Bunu görmek hoşuma gidiyor. Anlatıyor da anlatıyorum. Fettah Dayı beni dikkatle dinliyor. Ona defteri soruyorum. Neden ve ne zaman böyle birşeyin aklına geldiğini... "Çoook oldu be kızım" diyor. Kendisinin de anımsayamadığı kadar eskiye dayanıyor defterin tarihi. Bana defteri gösteriyor. Karşıdaki rafta, tam tarif ettiği yerde buluyorum onu. Uçları kırışmış, kırmızı plastik kapaklı küçük bir defter. Eskiliği gözlerimi kamaştırıyor. "Bu, tıpkı tarihe dokunmak gibi..." diye geçiyor aklımdan. İçinde kargacık burgacık bir el yazısı ile yazılmış tarihler, isimler var.
Fettah Dayının yanına gidip oturuyorum.Defteri ona uzatıyorum. Biraz bakıyor, bazı yaprakları okuyor. Gözleri mi bulutlanıyor bana mı öyle geliyor emin olamıyorum. Elinde bu küçük mahallenin tarihini tutan adam bana büyüleyici görünüyor. Uzun ve sıska kolunu gözlerinin üzerinden geçiriyor. "Bu defter" diyor "Herkesi içine alan bir defter. Kim ne yaşadıysa hepsi burda." Defteri pat pat dizine vuruyor. Sessizce oturuyoruz. O deftere, ben ona bakıyorum.
Elini öpüp vedalaşıyorum. Kapıya vardığımda ardımdan sesleniyor: "Bir senin adın yok daha defterde." Dönüp gülümsüyorum. "Sünnet olanları, evlenenleri, doğanları ve ölenleri yazıyorum buna. Evlen de seni de yazayım. Ama ben ölmeden evlen olur mu? Başka kimse yazmaz yoksa bu deftere." Gülümsüyor ve çıkıyorum.
Bahçeye geçtiğimde, pencereden hala deftere baktığını görüyorum. Burnunu çekiyor. Elinde tarih tutan bu adam beni büyülüyor...
Fotoğraf: http://www.deviantart.com/print/618291/
Zaman zaman o kalın sesi, bahçeyi aşıp bize kadar geliyor. Fettah Dayı ya türkü söylüyor ya da kendi kendine birşeyler anlatıyor. Yürek burkan sesi mi yoksa yalnızlığı ve yataktan çıkamaması mı pek karar veremiyorum. Ama onun sesi beni hüzünlendiriyor. Eski zamanlar ve çocukluğumun Fettah Dayısı geliyor aklıma. Gördüğüm en uzun boylu adam. Dağ gibi. Bir tabla üzerinde sokak sokak gezerek sattığı sebze ve meyveler. Bu, çok uzun zaman önceydi elbette. Fettah Dayı o zamanlar sağlıklı bir adamdı. Oysa şimdi onu yatağa bağlayan bir hastalığı var. Zaman zaman ölmek istediğini çünkü çok sıkıldığını söylüyor. Tek söz edemiyoruz.
Anneannem bana onunla ilgili çok ilginç bir şey anlatıyor. Uzun zamandır tuttuğu bir defterden söz ediyor. Bu defter bu küçük mahallenin tüm tarihini içine alan bir deftermiş. İçinde küçük büyük, yaşlı genç, akraba tanıdık demeden herkesle ilgili önemli günlerin tarihleri varmış. Örneğin Bakkal Hasan'ın küçük kızının evlendiği tarihten, Komşu Süleyman'ın büyük oğlunun sünneti, Hacı Dayının ölüm tarihinden, Fettah Dayı'nın ilk torununun doğduğu tarihe kadar herşey not alınmış.
Defteri öyle merak ediyorum ki Fettah Dayı'yı ziyaret etmeye karar veriyorum. Beni görür görmez "Geeel bakayım geeel." diyor. Bana binlerce soru soruyor. Bunca zamandır nerelerde olduğumu, hangi şehirde ne okuduğumu, şimdi çalışıp çalışmadığımı, işimden memnun olup olmadığımı her gittiğimde olduğu gibi yeniden yeniden soruyor. Ona herşeyi tek tek anlatıyorum. Biri ile konuşmak ona iyi geliyor. Bunu görmek hoşuma gidiyor. Anlatıyor da anlatıyorum. Fettah Dayı beni dikkatle dinliyor. Ona defteri soruyorum. Neden ve ne zaman böyle birşeyin aklına geldiğini... "Çoook oldu be kızım" diyor. Kendisinin de anımsayamadığı kadar eskiye dayanıyor defterin tarihi. Bana defteri gösteriyor. Karşıdaki rafta, tam tarif ettiği yerde buluyorum onu. Uçları kırışmış, kırmızı plastik kapaklı küçük bir defter. Eskiliği gözlerimi kamaştırıyor. "Bu, tıpkı tarihe dokunmak gibi..." diye geçiyor aklımdan. İçinde kargacık burgacık bir el yazısı ile yazılmış tarihler, isimler var.
Fettah Dayının yanına gidip oturuyorum.Defteri ona uzatıyorum. Biraz bakıyor, bazı yaprakları okuyor. Gözleri mi bulutlanıyor bana mı öyle geliyor emin olamıyorum. Elinde bu küçük mahallenin tarihini tutan adam bana büyüleyici görünüyor. Uzun ve sıska kolunu gözlerinin üzerinden geçiriyor. "Bu defter" diyor "Herkesi içine alan bir defter. Kim ne yaşadıysa hepsi burda." Defteri pat pat dizine vuruyor. Sessizce oturuyoruz. O deftere, ben ona bakıyorum.
Elini öpüp vedalaşıyorum. Kapıya vardığımda ardımdan sesleniyor: "Bir senin adın yok daha defterde." Dönüp gülümsüyorum. "Sünnet olanları, evlenenleri, doğanları ve ölenleri yazıyorum buna. Evlen de seni de yazayım. Ama ben ölmeden evlen olur mu? Başka kimse yazmaz yoksa bu deftere." Gülümsüyor ve çıkıyorum.
Bahçeye geçtiğimde, pencereden hala deftere baktığını görüyorum. Burnunu çekiyor. Elinde tarih tutan bu adam beni büyülüyor...
Fotoğraf: http://www.deviantart.com/print/618291/