Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ekim '07

 
Kategori
Futbol
 

Futbolun üç yüzü!

Futbolun üç yüzü!
 

İşsizsiniz, parasal sıkıntınız var, borçlusunuz, karınızla kavgalı veya ayrısınız, hastasınız hatta ölümcül hasta, başarısızsınız, karne sıfır dolu. Başınızda ailenizin, hatta koca bir kurumun, bazen kentin, hatta ülkenin, ordunun sorumluluğu var. Hatta hatta diktatörsünüz, yaşadığınız coğrafyada tanrıdan sonra en güçlü varlık, (Kenan Evren, Franco) daha ötesi var mı? Her sabah çözümü sizin elinize bakan dev sorunlarla, problemlerle, belki de "kelle koltukta" uyanıyorsunuz.

Fakat tüm bu sorunların gidişatına hiçbir etki etmeyecek olsa da, hoş bir coşku var içinizde; dünkü kazanılmış maçın tuhaf mutluluğu. Bu öyle bir şey ki, size açlığınızı hissettirmez, hayata döndürür, gerçek dünyadan koparır, iktidarları sarsar, kitleleri uyutur.

Heyecanı günler öncesinden başlar, o gün gelip geçince bir iki gün tartışılır, dikkatler bir sonrakine çevrilir. Yahut en mutlu gününüzü kaybedilmiş maçtan dolayı mahveden hüzün hatta öfke yaşatır.

Yoksa İskoç futbol adamı Bill Shankly’nin bir zamanlar söylediği “Futbol bir ölüm kalım meselesi değildir, ondan çok daha önemlidir” sözü doğru mu?

Bu tespitler abartma değildir. Bireylerin kültür, eğitim, servet, sosyal statü, zeka, unvan, ırk, din, uygar olmak, velhasıl hiçbir kalitesiyle ilişkilendirilemez bir biçimde, sandığınızdan çok fazla ve farklı insanın moral durumu ve günlük zihinsel aktivitesi futbol takımı taraftarlığıyla ilişkilidir.

Hal böyleyken Futbol sektöründe dönen toplam para, ülkede üretilen toplam parasal değerin yani milli hasılanın binde biri düzeylerinde seyreder. Bu derece önemli bir fenomen için anlamsızca komik değil mi?

* * * * *

Buraya kadar madalyonun bir tarafıdır, madalyonun öbür tarafına bakalım;

Büyük kulüplerimizde isim yazılı bir formasının fiyatı 80 - 90 YTL.

Pazarlaması güçlü bir kulübün taraftarıysanız, iki çocuğunuz olsa, yılda onlara iki - üç, kendinize bir forma alsanız (çünkü üç değişik forma var, hepsi güzel, çocuk da ister), ayda bir onları maça götürseniz, Digiturk futbol aboneliğiniz falan derken bu tutkunun size yıllık maliyeti binlerce lirayı bulur.

Süper Lig futbol maçlarının yayın hakkı ihalesinde yüzlerce milyon dolarlar uçuşur, ligimizde oynayan star futbolcular yıllık mülti-milyon dolarlık kontratlar imzalar, bunları biz finanse ederiz.

Sonuçta ne olur, kim kazanır, kazanınca ne olur?

Rahmetli annemin dediği gibi; “Fener yenince karnımızı mı doyurur?”

Kazanılmış bir derbinin sabahında içimiz kıpır kıpır uyanırız çoğumuz ama, çocuğun karnesindeki zayıf yine zayıftır; ödenmemiş kira yine ödenmemiş; kesikse telefon yine kesik, varsa kolesterol yine yüksek, düşükse tansiyon yine düşük.

Peki, onca para, onca kelam, zaman, çaba neden harcanır öyleyse?

* * * * *

Madalyonların üçüncü yüzü olmaz ama bizimkinde var. Madalyonun ilk iki yüzü evrenseldi ama bu üçüncüsü bize özgü.

Spor, özellikle takım sporları çocukların sadece vücut gelişmesine ve sıhhatlerine yararlı olmayıp iş bölümü, dayanışma, ekip duygusu ve sorumluluğu da arttıran bir aktivitedir ve her çocuğun spor yapma hakkı ve ihtiyacı vardır.

Çocuğunuzu spor yapması için bir futbol kulübüne götürdüğünüzü düşünün. Eh, her semtte futbol kulübü olmak zorunda değil, bir atletizm, voleybol veya basketbol kulübü de olabilir. O da mı yok? Yok tabi ki, futbol kulübünün dahi olmadığı yerde başka bir spor kulübü mü olurmuş. (üç-beş istisnayı saymıyorum)

Kulübü buldunuz, yolu, masrafı vs göze aldınız, size söylenecek olan çocuğun falanca tarihte yapılacak seçmelere getirmenizdir. Seçmelerde kazanamayan çocuk kabul edilmez. Kabul edilmez çünkü zaten çok kıtipiyoz olan spor sistemimiz, yetenekleri keşfedip allayıp pullayıp sahalara sürerek onların yetiştiricilerine ve kulüplerine sağlayacağı sportif başarıya, prestije ve paraya odaklanmıştır, çocukların spor yapma hakkı ve ihtiyacı kimsenin umurunda değildir.

Diyelim ki çocuğunuzu, yeteneğini ölçme gereği duymadan kabul eden idealist spor kulübünü buldunuz ya da çocuğunuz seçmeleri kazandı. Biri hafta sonu olmak üzere haftada iki gün antreman var, “oh, çok şükür” dediniz ve rahatladınız. Unutmayın ki çocuğunuz bir-iki yıl sonra Anadolu liseleri sınavına girecek. Bu sınav önemli, çünkü devlet okullarındaki eğitim içler acısı. Bu nedenle üniversiteyi ve iyi üniversiteyi kazanmak çocuğunuzun geleceği açısından atacağı en önemli adım.

Çocuğunuzun sıkı ve sistematik bir şekilde bu sınavlara hazırlanmasını sağlamak sizin sorumluluğunuz. Üstelik çocuğunuzun arkadaşlarının büyük çoğunluğu da bu hedeflere odaklanıp bir dershaneye kaydolmuş durumda.

Birkaç bin lira fedakarlığı daha göze alıp çocuğunuzu iyi bir dershaneye ve kayıt ettireceksiniz. Cumartesi antrenman olduğuna göre Pazar sınıfına yazılsa uygun olur değil mi? Yağma yok çocuğunuz kendi düzeyine uygun bir sınıfa gideceğinden Cumartesi sınıfına mı yoksa Pazar sınıfına mı gideceği belli değil. Üstelik bu sınıf, çocuğun performansına göre yıl içinde değişebilir de.

Çocuğunuzu yedinci ve sekizinci sınıflar süresince spor, sanat gibi fuzuli işlerle ilgilenmesi tavsiye edilmez. (Bu kayıt memuresinin sözü, sadece “fuzuli” kısmı bize ait.)

Peki çözüm nedir? Çözüm vazgeçmektir. Ya, sadece ve en iyi çocuklukta yapılabilecek ve yapılması gerekli bazı aktivitelerden vaz geçeceksiniz, ya da yarıştan. Çünkü bizde ne eğitim, eğitim için, ne de spor, spor için yapılır. İkisi de, çocuklarımızın çocukluklarına kıyıp minicikken içine ittiğimiz amansız birer yarıştır. Üstelik bu hatayı en “bilinçli” olanlarımız yapar.

Diğerlerimiz zaten salıyor çayıra, mevlam kayıra.

Zavallı çocuklar, zavallı biz…

 
Toplam blog
: 130
: 2132
Kayıt tarihi
: 28.06.06
 
 

İnsanın kendini anlatması zor, gereksiz de! Yaptığı işlere bakmak yeter, ne gerek var fazla i..