Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '22

 
Kategori
Öykü
 

GASP

GASP

O gün saat 16.00 da işe başlayacaktı. Yolu uzundu. Üniversiteyi yeni bitirmiş, önünde askerliği olduğu için, İstanbul’un Avrupa yakasında Elmadağ’ daki o büyük otelde stajer olarak çalışıyordu. Evden saat 13.00 de çıktı. Mart soğuğunu iliklerine kadar hissedince montunun yakasını kaldırıp fermuarını sonuna kadar çekti. Hava dondurucu soğuktu ama yağmur yoktu. Güneş de bulutların arasından ara sıra yer bulursa bir açıyor, bir kapıyordu. Evinin bahçesindeki annesinin ektiği yedi veren güllerinin kokusu her sabah içini açıyor, moral katıyordu Yaşar’a, bir yaşama sevinci, hayat veriyordu... Mutluydu, ama ya bir de nişanlısından uzak olmasaydı…

Aheste adımlarla çocukluğunun geçtiği sokaklardan geçip, gördüğü hemen herkese laf atıp, selam verip arada çok sevdikleriyle de birkaç dakika konuşup otobüs bekleyeceği durağa varıp beklemeye başladı.  Dolmuşa mı binsem, yoksa otobüse mi? diye içinden geçiriyordu. Bulunduğu durakta otobüs bileti satan herhangi bir dükkân yoktu. Ceplerini yokladı, 2 tane biletinin olduğunu görünce rahatladı. Artık isterse dolmuş yerine otobüsle de gidebilirdi. Genellikle önce Kadıköy’e gidiyor, daha sonra Karaköy’e vapurla geçiyor, Karaköy’ den Tünel yoluyla Şişhane çıkıyor, Beyoğlu İstiklal caddesini yürüyerek geçip Taksim’ e, oradan da otele varıyordu…

Durağın tam karşısında da Kartal, Pendik istikametine doğru giden otobüsler için başka bir durak vardı. Durağa geldiğinde karşı durakta kimse olmamasına rağmen, geçen sekiz, on dakika içinde epey insan birikmişti. Yol gidiş geliş asfalt bir yoldu. Meşhur Kadıköy Pendik hattı… Karşı durakta kızlı erkekli birkaç genç, bir orta yaşlı çift, bir de yaşlı çift vardı. Yaşarın bulunduğu durakta ise ondan başka kimse yoktu. Bekle bekle otobüste gelmiyordu, artık sabırsızlanmaya başlamış, dolmuşla mı gitsem acaba diye düşünmeye başlamıştı.  O gün de Kadıköy vapur iskelesinde işyerinden bir arkadaşıyla buluşup karşıya birlikte geçeceklerdi. O yüzden geç kalmak istemiyordu.

O sırada karşı durakta bulunan orta yaşlı adam, durup dururken yanındaki eşini, tekme tokat Allah yarattı demeden dövmeye başladı. Duraktaki gençler ve yaşlı çift hiç karışmıyor, sadece seyir bakıyordu. Kadın adamın elinden bir an kurtulup Kadıköy yönüne doğru asfalt yoldan kaçmaya başladı. Topuklu ayakkabılarıyla kendinden hiç beklenmeyecek bir hızla koşuyordu. Adam da arkasından koşup kadını yakalamaya çalışıyordu.  Diğer yandan da otobüsü gelmişti. Yaşar bir otobüse, bir de ağlaya ağlaya eşinden kaçan (her halde eşiydi, en azından Yaşar öyle umuyordu) kadına baktı… Yapamadı, kadının dayak yemesini umursamayıp, otobüse binmeyi erkeklik gururuna yediremedi. Yaşar’da adamın arkasından koşmaya başladı. Otobüs, durakta inen kimse olmadığı için, durağı es geçip yoluna devam etmiş, yoldan çekilmesi için Yaşar’ın arkasından korna çalıyordu. Yaşar hızla koşmaya devam edip sol elinin işaret parmağını, bir dakika der gibi otobüs şoförüne kaldırdı ve koşmaya devam etti. Kadın önde, eşi olduğunu düşündüğü adam onun arkasında, Yaşar’da adamın arkasında olduğu şekilde yolun ortasında koşuyorlardı. Yaşar adamdan çok daha genç ve atak olduğu için, kısa sürede adamı kabanının kapüşonundan yakalayıp belinden de kavrayıp, yolun sağ tarafında bulunan çok eski bir deponun duvarına yüzükoyun olarak yasladı. Yaslar yaslamaz da adamın üzerinde tabanca veya bıçak gibi silah olup olmadığını anlamak için yapabildiğince üstünü başını yokladı. Adam temizdi. Adamı duvara yaslı bir şekilde sımsıkı tutmaya devam etti. Bu arada eşinin yakalandığını gören kadın da kaçmayı bırakmış, olduğu yerde durmuş, eşiyle Yaşar’ın debelenmesini yaşlı gözlerle seyrediyordu. Adam,

“Bırak beni, eşim o benim!”

“Eşinse sokaklarda niye dövüyorsun? Utanmıyor musun kadını dövmeye!”

“Bırak dedim! Bırak beni!”

O sırada kısa bir siren ile, çok sert bir şekilde dört adet araba kapısının açılıp kapandığını duydu Yaşar.  Adamı arkasından kıskıvrak tutmaya devam edip, kafasını yana çevirdiğinde, ellerinde dört adet akrep silahlı sivil polislerin, yine sivil plakalı beyaz renkli Renault marka binek arabadan indiklerini ve silahları kendisine doğrulttuklarını gördü.

“Bırak adamı gasp etmeyi, kaldır ellerini!”

Yaşar ne diyeceğini, ne yapacağını şaşırdı. İşte yine başını yok yere belaya sokmuştu. Kadını kurtarmaya çalışayım derken, gaspçı olmuştu. Şimdi emniyete götürülecek, belki bir ton dayak yiyecek, gasp konusunda ifadesi alınacak… Yoksa, yoksa bir tuzağa mı düşürülmüştü? Aklından saniyelerle bir sürü şey geçti. Arkadaşına da yetişemeyecek, işe de gidemeyecekti.  Adamı bırakıp ellerini havaya kaldırdı.

“Ben adamı gasp etmiyorum, kadını kurtarıyorum.”

“Ne kadını, hangi kadını?”

Kadın ileride ağlamaya devam ediyordu. Yaşar adamı bıraktı ve kadını işaret etti,

“İşte şu elli metre ilerdeki ağlayan kadını… Beni alacağınıza bu adamı alın.”

Polis ikisini de yakalamış, bırakmıyordu. Artık adamın dayak atamayacağından emin olan kadın da yaşlı gözlerle polislere yaklaşmaya başladı. Bu arada Yaşar,

“ Memur bey benim bir kabahatim yok, Durakta işe gitmek için otobüs bekliyordum,”

“Bu saatte işe mi gidilir! Sen kimi kandırıyorsun!”

“Memur bey ben otelde çalışıyorum. Otel yirmi dört saat açık. Siz nasıl vardiya yapıyorsanız, otellerde de işin durumuna göre değişik zamanlarda çalışılıyor. İnanmıyorsanız telefon açıp sorarsınız otelde çalışıp çalışmadığımı, bu gün hangi saatte işe başlayacağımı.”

Ağlamaklı kadın, Polislere yaklaştığında Yaşar,

“Abla lütfen doğruyu söyle, ben senin eşini gasp mı ediyordum, yoksa seni dövmesin diye mi yakalayıp tuttum?”

Kadın bir an durdu. Dudağı patlamış kan sızıyordu. Sol gözünün altı da hafif morarmıştı. Gözyaşlarını sildi ve yine ağlamaklı bir şekilde polislere, “Bu gencin bir kabahati yok, eşim beni otobüs durağında, dövmeye başladı, elinden kurtulup bu yana doğru kaçmaya başlayınca, bu genç de arkamızdan koşup eşimi yakaladı ve beni dayaktan kurtardı. Bu gencin kabahati yok, eşim kabahatli, ben de eşimden şikâyetçiyim. Götürecekseniz bizi götürün, bu genci bırakın.”

Sivil polisler artık emin olmuştu Yaşar’ ın adamı gasp etmediğine. Onu bıraktılar. Bu arada iki otobüs daha geçmişti. Sonunda otobüs beklemekten vazgeçip dolmuşa bindi ve Müslüm babayı dinleyerek Kadıköy’e vardı. Arkadaşı Vapur iskelesinde sabırsızlanmaya başlamıştı,

“Nerde kaldın o’lum ya, beklemekten ağaç oldum, çiçek açtım.”

“Sorma başıma gelenleri”

“N’oldu hayırdır.”

“Boş ver başka bir gün anlatırım. Çok bekledin mi?”

“Valla gelmeseydin bu vapura binip gidecektim.”

“Neyse, hadi içeri geçip kitaplara bakalım vapur gelinceye kadar.”

Kitapları incelerken,  Yaşar kendi kendine şöyle diyordu; “İlla başını belaya sokacak bir şeyler buluyorsun,  Sana ne adam karısını dövüyorsa sokak ortasında, Sana mı düştü o kadını kurtarmak?” diye aklından geçirdi ama yine kendisi cevaplamadan edemedi; “Sokak ortasında karısını dövüp de benim huzurumu kaçırmaya hakkı var mı o adamın? Yok. O zaman ben karışırım abicim. Başım da bu yüzden belaya girecekse girsin!”

 

12.06.2013, 14.00

Adnan Şişman

 
Toplam blog
: 177
: 9
Kayıt tarihi
: 21.08.15
 
 

1961 yılının sıcacık Temmuz ayının 12. Günü sabah serinliğinde, Üsküdar Zeynep Kamil doğum hastan..