Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Aralık '20

 
Kategori
Yılbaşı
 

Geçmiş, Şimdi ve Gelecek

Adet olduğu üzere köşe yazarları, toplumun aydın diye önem verdiği isimler, yeni yıla ilişkin görüşlerini derledikleri yazılar neşrediyorlar. Tabii ki 2020 senesi pek iyi gittiği söylenemez. Salgın bir yandan, öte yandan insanların kendi neden oldukları sorunlar, 2020 yılı için pek umutlu bir dönem geçirmemize vesile olamadı.

Tabii ki ben bu yazıda öyle uzun uzadıya analiz yazacak değilim. Herkesin önceden tahmin edebileceği/ettiği/öngördüğü şeyleri, papağan gibi tekrarlamak durumunda olacağım. Yani, bir bakıma söylenenler tekerrür edecek, tıpkı baskı olacak.

Her şeyden önce, 2021 yılı için tumturaklı kestirimlerde bulunmanın zorluğu ortada. Okuduğum yazılar içinde daha çok olumsuz, umutları sönmüş, yelkenlerin yere indiği bir bakış açısı vardı. Tabii ki insanlar, rakamlara bazen gereğinden fazla ehemmiyet verebilmekte. İşte, yılları simgeleyen rakamlar değiştiğinde, sanki her şeyin bir sihirli değnek misali değişeceğine inanmakta. Daha doğrusu, gönlü, duyguları aklını perdelemekte ve duygularının esiri olabilmekte.

Şunu unutmayalım, yaşamın inkişafının ve doğanın kendine özgü kuralları ve prensipleri var. Bugün, içinde varolduğumuz dünya düzeni, böyle kendi kendine bu hâle gelmedi! Özellikle, çevrenin tahribatı, bizden başka canlıların ekolojik alanlarının kirletilmesi ya da yok edilmeye yüz tutması... Bunlar, pek tabii insanoğlunun doymak bilmeyen beşeriyeti dolayısıyla hâsıl oldu. Bugün, gerçekten de çok farklı noktadayız. Ütopyaların ve distopyaların arasında gidip gelen, eskiden bilimkurgu filmlerinde izlediğimiz sahnelerin, repliklerin artık gündelik yaşamın pratikleri içine girecek kadar “doğal” olduğu bir dönem, bu dönem.

Küresel ısınma ve türevlerinden ötürü dünyamızın ve yaşadığımız habitatın yapısının ve normal tepki verme dengesinin değişime uğraması, gelecekte nasıl bir yaşam havzasının insanlığı beklediği sorunsalının üstesinden gelinememesi... İnsanları doğal olarak endişeye sevk etmekte. Ama, işte belirttiğim gibi bugünlere apansız gelmedik. Her şey; doğa ve insanın etkileşim içinde bulunduğu sahalar, insanların bitmeyen ve doyurulamayan talep ve arzularının izdüşümünde bu serencamına ulaştı. Kapitalizmin tüketmeye ayarlı sistemi ve özellikle 1980 sonrası artan ivmede neoliberal ekonomik ve politik sistemlerin uygulanması, çevreye duyarlı olmayan hatta insan ve doğa dostu olmayan politikalarla yaşam döngümüzün hercümerç edilmesi ve gerileme dönemine erişmemiz... İnsanlığın irkilmesine vesile oldu.

* * *

Acaba, tarih sayfaları yenilenince her şey silbaştan yenilenebilecek midir? Şimdi şöyle düşünmek durumundayız: En basitinden, insanlık, bugünkü konumuna ve hayat seviyesine gelene kadar uzunca bir zaman geçişi yaşanmadı mı? İnsanlık, yüzyılları alan savaşlar ve mücadelelerden sonra, modern toplum aşamasına geçmedi mi? Her şey; yaşam içinde anlam ve varlık bulan her şey, uzunca bir zaman terkibinde ve birikimle vuku bulmadı mı? Demek istediğim, 2020 yılından 2021 yılına zıpladığımızda, her şey şıpından pir-ü pak olmayacak.

Aslında, ben de burada, şeytanın avukatlığını veya kötümserlik edebiyatı yapmaya çalışmıyorum. Ya da bizler; fani insanlar, sade insanlar, ilmi ve bilgisi kısıtlı olan insanlar, geleceği “belirleyemez”. Gelecek açısından öngörüde bulunabilir. Tahminde bulunabilir; eldeki verili bilimsel saiklere ve argümanlara dayanarak. Ama, bu zihinsel faaliyet, her durumda “kahinlik” olarak telakki edilmemelidir. Bazen insanlar, önlerinde duran meseleler ya da görüngüler üzerinde, açık kaynaklardan yararlanmak vasıtasıyla yorum yapmakta zorlanabilir.

Hayatın eskisi gibi olmayacağını söyleyenlerden kalkarak burada tekrara düştüğümüzde büyük bir iş kotarmıyoruz evet; ama burnumuzun dibinde cereyan eden gelişmelere de bigâne kalmamak gerekiyor. Aslında, 2021 yılı, 2020 yılının bakiyesi sorunların ağırlığıyla geçecek. Dijitalleşen dünyada, artık yaşam kodlarımız da dijitalleşecek. Belki, siz de fark etmişsinizdir yapmış olduğunuz okumalarda, iş hayatından tutun, devletin de içinde olduğu resmi iş ve işlemlere kadar dijitalleşmenin verdiği kolaylıklarla yaşamlarımızı koordine edeceğiz. Belki, 2021 yılı milat yılı olmak kaydıyla fiziki ortamlara bağlı çalışma alışkanlıkları, yerini sosyal ortamlardan bağlanılan platformlara terkedecek. Ticaret alışkanlıklarımız artık zaten e-ticaret üzerinden sürdürülür oldu. Demem o ki, bildiğimiz şeyleri gelecek bağlamında tecrübe edeceğiz ve sakınmaya çalışacağız. Şöyle yazılan-çizilenlere baktığımızda, evet hemen hemen hepsi oturaklı, ayakları yere basan değerlendirmeler. Ne ki bu değerlendirmelerin bir “giriş” gelişme” bölümleri olurken, son tahlilde sonuç, yani ne yapmak bölümü eksik kalıyor. Sanırım, bu bölümünü daha çok yaşayarak öğreneceğiz. Karanlıkta yol almak gibi. El yordamıyla tünelin ucundaki ışığı görmeye çalışacağız.

Aslında, bu bir yeni yıl yazısı olsun istedim ama meramımı da tam olarak dile getiremedim. En azından ülkemiz açısından iki üç kelam etmek gerekir diye, düşünüyorum. Türkiye’mizin bence en büyük açmazı, işsizlik olarak temerküz edecek gelecek dönemde. İşsizlik ve istihdama bağlı sorunlar, diğer alanlarda da belirleyici olabilmekte. Türkiye’de işsizlik artık bir istihdam sorunu olduğundan, özellikle yapay istihdam türünden ötürü “gizli işsizliğin” verimliliği düşürücü etkisi, makroekonomik olarak ülkemizin masada bekleyen öncelikli sorunu olmalıdır.

* * *

Alışkanlıklar değişmekte. İş yapış biçimleri de haliyle değişmekte. Bundan 10-15 yıl önceki iş yapış şekilleri, iş tanımları, emek yoğun teknolojiden sermaye yoğun teknolojiye geçiş, üretim teknikleriyle, işgören profillerinin değişime uğraması; tüm bunlar insanın odağında olduğu alanları rüzgâr etkisi gibi değiştirmekte ve geriye ise bir toz bulutu yani muğlaklık kalmaktadır. Özellikle, bu değişime uğrayacak dönemde sendikal faaliyetlerin akıbeti ne olacak? Sendikalar, iş dünyasında acaba bundan sonra tabela örgütü mü olacaklar? Düşünsenize, yaşamın dört dörtlük bir dönüşümden geçeceğinin ikrar edildiği bir dönemeçte, sendikaların, sivil toplum örgütlerinin, demokratik oluşumların, eski normalde olduğu gibi “tepkiler” vermesi olası mıdır? Hani dijitalleşmeden bahsettik ya, fiziki mesafeden bahsettik ya... Dört duvar içine hapsediliyoruz ya... Farkındalık... Onun için diyorum.

Bu bağlamda, önümüzdeki dönemde, hem iç siyasetimizde hem de dış politik aksiyomlarımızda da değişimler olmasını beklemek durumundayız. Ben kendimce, artık şu tatsız tuzsuz birbirimizi suçlayan siyaset dilinden vazgeçmemizi umuyorum. Hep der dururuz; siyasi partiler “demokrasinin vazgeçilmez kurumlarıdır” diye. Siyaset de bu açıdan yönetme sanatıdır, en öz tanımıyla. Bizde senelerdir siyaset daha çok kısır çekişmeler ve rövanş maksatlı işletildiğinden ya yıllarımızı kaybettik ya da toplumca birbirimizden uzaklaştık: Hani şu “kutuplaşma”, “saflaşma”, “yabancılaşma” dedikleri mefhum! Artık uzun dönemde siyasetimizi sorun çözmek için işletmemiz elzem gelmektedir. Fasit bir dairenin içine hapsolup kendi kendimize “düşmanlar”, “sakıncalı siyasi alanlar” üretiyoruz ve sonrada enerjimizi birbirimizi saf dışı bırakmak için harcıyoruz: Ne mi? İşte laiklik, cumhuriyet rejimi, irtica, Siyasal İslam, faşizm, tek adam idaresi... Vehim, vehim, vehim... Kaygı, kuşku, zan altında bırakma vb... Umuyorum, biran önce başımızı kaldırıp büyük resme odaklanırız: Yani dünyaya.

“Çok uzun zaman önceydi. O kadar zaman önceydi ki zaman diye bir şey yoktu. İnsanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı. Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı. Derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan. Bir parçasına dün dedi, diğerine bugün, ötekineyse yarın. Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu. Dünü düşünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşa kapıldı. İşin ilginç yanı tüm telaşları ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşadı. Farkında olmadan rezil etti bugününü. Dün de bugün için yarın diyordu. Bir türlü beceremedi, bir eliyle yarına diğer eliyle düne yapıştı. Bugünü eline yüzüne bulaştırdı. Mutsuz oldu insan. Ne gariptir ki yarının telaşını da, dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı. Ama bugününü hiç yaşayamadı.”

(Oğuz Saygın, SEN düşünceden ibaretsin, Mevlana ışığında düşünce yönetimi, sf. 51, 2012)

Yazımı, yukarıdaki alıntıyla bitirmek istiyorum. Yukarıdaki pasaj, aslında deminden beridir gevelediğim şeylerin özü gibi. Sürekli olarak geçmişe saplanıp kaldığımızdan ve şimdinin içinde geleceğin planlarını yaptığımızdan, yine geçmişle şimdiki zaman içinde bağımızı koparamadığımızdan ve yine geleceğin kaygısıyla kavrulduğumuzdan, esas oğlanı, yani ŞİMDİKİ ZAMANI, içinde olduğumuz ANI yaşayamıyoruz. Heder edip geçiyoruz. O zaman yapmamız gereken ne? Geçmişin esiri olmadan, ama geçmiş birikim ve bağlarımızla irtibatımızı koparmadan, geleceğin bir gün geleceğini bilerek; cesurca ve mertçe şimdiki zamanın tadını duyumsamak.

Şimdiden tüm okuyucularımın yeni yılını kutlar, yeni yılın sağlık ve esenlikler getirmesini temenni ederim.

 

 
Toplam blog
: 706
: 83
Kayıt tarihi
: 18.05.16
 
 

Ben, Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü mezunuyum. Şuan için öze..