- Kategori
- Deneme
Geçmiş Değil Bugün Gibi Yaşıyorum Hala Seni...

Alıntıdır!
Hikayeyi bilirsiniz ya bir kez daha yazalım:
Köylü delikanlısı yavuklusunu ana-babasının yanında bırakmış da askere gelmiş. Bir süre sonrada acemi erliği yapmakta olan birliğinin komutanına köyünün muhtarından bir mektup ulaşmış. Mektupta deniyormuş ki, Memed'in babaevinin üstüne tepeden yuvarlanan bir kaya düştü. Memetlerin kapısındaki kulağı kesik itten (Yazının aslında böyle) tutun da kümesteki çil horoza, bodur tavuklara, ahırdaki sarı öküze, evdeki kardeşlerinden gelin kıza, anasına,
babasına, ninesine kadar herkesi de ezdi, öldürdü...
Memed'in komutanı düşünmüş taşınmış, böylesi acı bir haberi mümkünü yok kendisi söyleyemez, bu çok yürek parçalayıcı bir iş. Çağırmış Memed'in arkadaşı ve üstü olan onbaşı Ahmet'i, demiş ki ona, oğlum böyle böyle. Sen Memed'in hemşehrisi sayılırsın, benden de daha yakınsın. Durumu Mehmed'e söyle ama, öyle pat diye birden deme ki çocuk perişan olmasın!
Komutanın yanından çıkan Ahmet, Mehmed'in yanına gelmiş. Önce "n'ber lan Memed?" diye sormuş,"iyilik-sağlık" yanıtını alınca da sormaya devam etmiş. Mehmet, lan senin bir kulağı kesik itin var mıydı? Vaar. Kümeste bir çil horozla,bodur tavukların var mıydı? Vaar. Ahırda bir sarı öküzün var mıydı? Vaaar. Kardeşlerin var mıydı? Var. Yavuklun var mıydı? Vaar. Annen-baban? Vaar. Deden ninen? Vaar. Evin? Vaar...
Ahmet sabırla ve sırayla, hepsini sorup, "var!" cevabını almayı bekledikten sonra, kestirip atmış:
Ne var-varı lan? Naah var! Hiçbiri kalmamış, koca tepeden düşen bir kaya hepsini ezmiş, yok etmiş...Varsan bir sen varsın, hepsi o kadar...Askere gelmesen sen de gidecektin, anladın mı?
Hikaye bu. Kıssadan hisse anlayana. Bizim de nelerimiz vardı...Aklıma ne getirdi bak şeytan, inanmayın sadece bir hayal, olma ihtimali milyonda bir bile değil. Diyelim ki dost bildiğimiz ağabey bir ülkenin gönüllü conilerinden biri, karşısında ben. Ve soruyor durmadan; Ülken var mı? Vaaar. Bayrağın? Hem de ayyıldızlı, kıpkırmızı. Toprağın? Olmaz mı, hem de yedi iklim, dört köşe, üç tarafı denizlerle kaplı, aynı günde dört mevsimi yaşarsın. İstiklal Marşın? Vaaaar, her zaman her yerde gururla çığırırız. Anan-baban? Vaaar,i kisi de 71 yaşında ve sağlıklı, kardeşlerin? Çooook, ben hariç 5 tane. Kocan? Vaaar, olmaz mı? Çocukların? Allah emanet iki tane. Kapında köpeğin? Vaaar, Tony, adı da sizden, bir gözü yok ama cin gibi görür. Evin, damın, araban? Ehh, çok şükür onlar da var. Bilgisayarın? Evet, kağnı gibi bi tane, bir de e-günce yazdığım sayfam vaaar Milliyet Blog'da, diyorum ve şaaak bir tokat yüzümde , nah var kadın! Hiçbir şeyin yok! Bir tek sen kaldın, bundan sonra da The New York Times Blog da yazacaksıııın!
Bu hikayeyi neden yazdım. Okuyacak kitap karıştırırken gözüme ilişti, rahmetli İlhami Soysal'ın Milliyet Yayınlarından çıkan "Demokrasi Diye Diye" isimli kitabı. Ölümünden sonra gazeteci-yazar arkadaşlarının onunla ilgili yazdıkları ve kendisinin gazete yazılarından seçkiler var. Öyle zevk aldım anlatamam, gülümseyerek okudum. 12 Eylül dönemi,Özallı yıllar. Özal'a yapılan eleştiriler. Ne tesadüf ki yazarın 15.ölüm yıldönümü 21 Eylül, yakında. Ve rahmetli Uğur Mumcu'nun onun ölümü üzerine yazdıkları. Bazılarını sizlerle zaman zaman paylaşmak istiyorum. Ha 20 yıl öncesi ha 20 yıl sonrası, insanımız, seçmenimiz, memurumuz, halkımız, işçimiz yine aynı.
Değişenler var elbette...şimdi söylemeyim.
Sağlıcakla kalın!