Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '15

 
Kategori
Sinema
 

Geleneğin kıskacında bir kadın: Meryem

Geleneğin kıskacında bir kadın: Meryem
 

MERYEM-ATALAY TAŞDİKEN


Konya'nın Akşehir ilçesi ve Beyşehir gölü çevresinde çekilen "Meryem" filminin başrollerini Zeynep Çamcı, İsmail Hacıoğlu paylaşmış. Filmin diğer oyuncuları; Mustafa Uzunyılmaz, Zerrin Sümer, Mehmet Usta, Gafur Uzuner.  Atalay Taşdiken'in ikinci filmi.

50. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde; “Meryem”; BAKA En İyi Görüntü Yönetmeni ödülü ( Feza Çaldıran), BAKA En İyi Müzik ödülü ( Yuki Yamamoto), En iyi Kadın Oyuncu ödülü (Zeynep Çamcı),  Antalya Kent Konseyi Seyirci ödülü, Dr.Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü olmak üzere beş ayrı ödüle layık görüldü. 

"Gerçek Meryem'e saygıyla" diye başlıyor film. Meryem kutsanıyor, günahlarından arındırılıyor. Günah libası Meryem'in çevresine, ailesine giydiriliyor. O kadar günahla kuşatılan Meryem, masum bir kasaba çiçeği gibi açılıyor saksısında. Aslında Meryem'i masumlaştıran çevresindeki günah çemberidir.

 Daha yirmisine varmamış, çevresinde beğenilen güzel bir kızdır Meryem.  Aynı kasabadan oğulları İstanbul'da çalışan bir aile talip olmuş Meryem'e. Kısa sürede nişan ve düğün yapılmış. Meryem ile evlenen Mustafa; "işlerimi yoluna koyayım seni de yanıma alacağım" diyerek İstanbul'un yolunu tutmuş.

Kaynana ve kayınbabasıyla birlikte yaşamaya başlayan Meryem, yalnızlığına sabrı ilaç eylemiş. Komşunun özürlü oğlu Celil en yakın arkadaşıdır. Onunla konuşur, dertleşir. Bir de her gün sütünü sağdığı  " sarıkız"dır dert ortağı. Meryem,  evin hizmetçisidir artık.

Süleyman, Meryem'in babasının yakın arkadaşıdır. Ölen arkadaşına minnet borcundan dolayı Meryem'i evine gelin getirmiştir.

Meryem kurbanlardan bir kurbandır. Kocası bırakıp gitmiştir.  Annesi  "el-âlem ne der" diye sahip çıkmaz Meryem'e. Toplumun baskısı belirleyicidir.

 Bir rüyayla başlar film. Bir taşın göle düşmesi ve sesinin, dalgalarının yayılması Meryem'i kuşatır. Mustafa'nın uzaklaşması buruk bir acıdır Meryem'de. Çaresizliktir. Meryem'in imtihanı burada başlar. Film boyunca Mustafa yoktur Meryem'in yanında. Filmin sonunda içi taş dolu şişe atılır göle. Ses ve dalgalar rüyadaki gibi. Sanki yaşadıkları da bir rüyaydı Meryem'in. Sanki yeni bir hayata uyanacak gibi. Taş, şişe, göl, dalgalar birer imge. Bağrına taş basıyor Meryem. Kavanoz, yaşadığı fanustur. Göle vurulan bir noktadır. Ses ve dalgalar kuşatıyor Meryem'i...

Geleneğin faturası kadın ve çocuğa çıkar Anadolu'da. Sömürüye en açık olan insan kadındır. Kadın, ucuz iç gücüdür. Kendi hayatını yaşamaya zaman bulamaz kadın. Çocukken ırgattır; sonra eştir ve anadır. Herkesin yükü kadının üzerindedir. Kader döngüsü içerisinde silikleşen kadın, bu halini çoktan kabullenmiştir. Gelenekler köyde ve kasabada daha baskındır kente göre.  Açıkçası, erkek egemen toplumda kadının adı yoktur.

Gelenekler, hurafeler kadının etrafında döner; kadına baskı aracı olur. Çocuğunun olmaması eleştirilir kaynanası tarafından,  bu durum da Meryem'e fatura edilir. Meryem, çocuğu olsun diye soğuk havuza girer; hastalanır. İsyan eden Meryem, annesi tarafından sahiplenilmez. Annesinden yardım ister Meryem; "al beni yanına" der. Annesi; "evlenen kız artık baba evine dönemez;  el-âlem ne der sonra" diyerek kendini el-âlem karşısında kurtarırken Meryem'i el-âleme kurban eder.

 Meryem, gece banyo yapar sessizce ama kaynanası haberdar olur ve ertesi gün azarlar: "Evli barklı kadın gece banyo yapamaz, günahtır."  Murat'ın Meryem'in peşinde dolaşması, sütçünün tacizi de Meryem'e fatura edilir. Çünkü kadındır.

Dul, kocası askerde ya da gurbette olan kadının toplumda rahat yaşaması imkânsız gibidir. Mustafa Meryem'i bırakıp gitmiştir; kendine yeni bir hayat kurmuştur.  Meryem umutla beklemektedir. Umut kırıntıları bile Meryem'i mutlu etmeye yetmektedir.  Taş toplayıp "taş basar bağrına."

Meryem,  sabırlı kadındır. Belki kadın demek bile zor. O, daha bir çocuk. Her daim çocuk yanıyla görülüyor.  Sarıkızla sohbeti,  Celil'e iç döküşleri, Mustafa'nın adıyla gelen mutluluk, sevinç ve tebessümler...

Meryem; bir hizmetçidir. Yaşadıkları da sanki bir kâbus. Bağırıyor, inliyor, isyan ediyor ama kimse duymuyor sesini. Meryem'in sabrı, tebessümleri, çocukça tavırları, Celil'le dertleşmesi, hikâyeyi rahatlatıyor. Anlatıma yumuşaklık kazandırıyor.

Filmin başından beri gerilim erkekler üzerinden oluşturulmuş. Erkeklerin Meryem'e zarar vereceği düşündürülüyor sürekli. En başta Murat ve sütçü...

Bunlara rağmen "Meryem" karakteri yüzeysel anlatılmış. Buzdağının (sorunun) görünen kısmıdır. Denizaltının bacası.  Sabrı da isyanı da Meryem'i yeterince tanıtmıyor bize.

Şehirler, köyler ve kasabalar gibi geleneğin hüküm sürdüğü yerler değil. Toplumsal baskıdan oldukça sıyrılmış, bireyselciliğin, özgürlüğün öne çıkarıldığı mekânlar. İstanbul, kozmopolitizmin merkezi. Harem- Üsküdar arasında bir evin penceresinden "Kız Kulesi"ni temaşa ediyor ağlamaklı bir şekilde başka bir kadın. Meryem'e odaklanınca günahkâr bir sima olarak görülüyor Ayla. O, bir başka kurban. Meryem'in varlığından habersizdir; öğrendiği zaman Mustafa'yı evinden de, işyerinden de kovuyor.

Diğer bir kurban Murat'tır. Meryem'i sevmiştir.  Askerden dönüşte evlenmek ister. Askere giderken Meryem'e; " beni bekle,  dönünce seninle evleneceğim" diyen Murat, gittiği gibi gelmemiştir askerden. Askerliği ağır geçmiştir. Murat, Psikolojik sorunlarla döner kasabaya.  Meryem de evlenmiştir.  Tutunacak dalı yoktu Murat'ın. Rahatsızlığın kıskacındaki Murat, Meryem'e açık bir tehdittir artık.

 Murat'ın askerlik sonrası yaşadığı travmanın sebebi açıklanmıyor; sadece sonucu gösteriliyor. ("Tepenin Ardı" filmindeki Zafer karakteriyle benzerlik taşıyor.) Askerlik sonrası yaşanan travma, psikolojik çöküntüler,  terör olaylarına uzaktan dokunuştur sadece.

Mecnun'a çöl, Murat'a göl düşmüştür. Aştan şikâyeti yok Murat'ın da mecnun gibi. Aşk, her daim dilinde terennümdür. Mecnun'un Kâbe'de yaptığı dua gibi:

"Yâ Rab bela-yı aşk ile kıl âşîna beni
Bir dem bela-yı aşktan kılma cüdâ beni"        (Fuzûlî )

(Ey Allah'ım, aşk belasıyla beni tanıştır iyice aşkla yoğur beni/

Bir an bile beni aşk belasından ayrı bırakma. )

 

Süleyman karakterini canlandıran Mustafa Uzunyılmaz, rolünün hakkını vermiş; ustalığını göstermiş. Filmde, bütün karakterler adeta kapalı birer kutu. Kabuğu sert yemiş gibi. Fıçının dışına sızan şeyden içinde ne olduğunu tahmin ediyoruz ama fazla vakıf olamıyoruz.

Film durgun. Belki de gölle içselleşmiş; akarsu gibi akmıyor,  göl gibi sakin. Akışkan değil, durağan...

Doğal oyunculuklar filme paye katarken, doğanın ihtişamı doğallıktan biraz uzak gibi. Sıradan ama ağır bir konu. Sade bir anlatımı var Meryem'in. Abartılı değil, doğal akış içinde geçiyor film. Diyaloglar kısa, sıkıcı değil. Gelenek ve hurafe sarmalında dingin bir hayat. Şiirsel görüntülere Youiko Yamamoto'nın müziği eşlik ediyor.

Bütün ihtişamıyla göl yeşil libas giyinmiş bir gelin gibi. Görüntü seçiciliği çok güzel.  Görüntü yönetmeni de filmin yönetmeni gibi başarılı. Ama bence biraz kartpostal görüntüler oluşmuş. Filmde canlılık emaresi olmalı. Fotoğraftan çok hareket olmalı görüntülerde.

Final sürprizdi; tahmin edilmesi oldukça zor. Etkileyiciydi. İsyan, intihar, yok oluş. Filmin sonu bana "Sergüzeşt" romanının son cümlelerini hatırlattı nedense...

“Galiba söyleyecek bir sırrı, emniyet edecek son bir sözü vardı. Fakat kime söylemeli?" 

"Nil'in o müthiş o tehlikeli akıntıları bu zavallı Dilber'i, bu talihsiz esiri nereye götürüyordu? Hiç şüphesiz hürriyetine..."

 

 

 
Toplam blog
: 22
: 597
Kayıt tarihi
: 10.01.15
 
 

Şiir ve sinema ile ilgileniyorum. Üç şiir kitabım var.      ..