- Kategori
- Dostluk
Gerçek dostluk böyle olur

Acaba
Sebepsiz ayrılıkların temelinde gerçek bir neden vardır. Bazen anlamsız ve ani gelen ayrılıklara tanık olmuşuzdur. İçimizi acıtır bu gidişler ve DUR diyemeyiz. Hani Nietzche’nin dediği gibi;
“Bütün tavus kuşları kuyruklarını saklarlar, buna da gururum derler”
Gurur yaparız. Oysa o anda ne çok şey değişir “gitme, kal” deme cesareti ile sahip çıkabilsek o yüce sevgimize. Çoğu kaybettiklerimiz bu lanet olası kibir ve gururumuzdan değil midir?
Nedendir bu tutukluk? Donar kalırız ve kendimizde sorgularız geçen zamanı ve yaşanan her kareyi de anı çekmecemizden çıkartırız. Bir “o” bir “ben” diyerek sorgularız, yaşanmış her ne varsa. Sonunda vicdanımızı devreye sokar bir güzel de duş etkisi ile arıtırız. Sanki sütten çıkmış ak bir kaşık gibiyizdir işte o anlarımızda.
Toplum içinde, ailemizde ve her alanda ikili birlikteliklerimiz olmuştur. Kimse mükemmel değildir. Hiç kimsede bir diğerinden üstün değildir. Buna rağmen öyle bir an gelir ki, çıkarlarımız çatışır ve bu çıkarlar uzun süreli birlikteliklere sekte vurur.
Mevlana ve öğrencisi soğuk bir kış gününde bahçede dolaşıyorlarmış. Soğuktan birbirine sarılmış ve uyumakta olan iki köpeği gören öğrenci Mevlana’ya sormuş.
“Hocam, keşke insanlar da şu iki köpek gibi sevgiyle birbirlerine sarılsalar da dayanışma içinde olsalar ne güzel değil mi?”
Mevlana gülümsemiş öğrencisine;
“O iki köpeğin arsına bir kemik at bakalım aynı sevgi kalır mı?”
Çıkar amaçlı kurulan dostluklar eğreti barakadır. En ufak bir rüzgârda veya esintide hemen dağılırlar. Evlilikler ve iş ortaklarının sağlıklı yürümesi için çıkarlar eşit şekilde üleşilirse uzun süreli çıkarsız birlikteliklere yelken açılır.
Geçenlerde bir hikâye okudum. Farklı algılama ve önyargılı bir bakışa örnek olabilecek kıssadan bir hikâyeyi beğeniyle okudum. Oldukça da beni etkileyen bir hikâye idi…
“Çok samimi iki dost ve arkadaşlardı. Fakat bir tanesi çok kurnaz atılgan ve hareketli, diğeri ise çok saf, dürüst ve sessizdi. Bir gün kurnaz olan arkadaş, diğer arkadaşın yanına giderek işlerinin bozulduğunu söyler ve kendisinden para ister. Samimi dostu onu hiç kırmaz ve elindeki bütün parayı arkadaşına verir. Arkadaşı bu parayla işlerini düzeltir. Bir süre sonra kurnaz olan yine arkadaşının yanına gider ve arkadaşının evlenmek üzere olduğu nişanlısını çok
beğendiğini ve kendisine vermesini ister. Arkadaşı çok şaşırır, ne diyeceğini bilemez. Fakat aralarında o kadar kuvvetli bir sevgi vardır ki arkadaşına hayır diyemez, nişanlısını arkadaşına verir.
Zaman içinde Saf olanın işleri bozulur ve birden arkadaşı aklına gelir
ben ona sıkıştığında iyilik yapmıştım diyerek arkadaşının iş yerine gider
ve kendisine çalışması için iş vermesini ister. Arkadaşı ona iş vermez. Bizimki pişmanlık ve üzüntü içinde geri döner ama yinede arkadaşına kızamaz. Bir gün sokakta dolaşırken yanına hasta ve yaşlı bir adam yaklaşır. Fakir olduğu için ilaç alamadığını söyler. Bizimki yaşlı adamcağıza acır, istediği ilaçları alır ve adamcağıza verir. Kısa bir süre sonra yaşlı adamın öldüğünü duyar. Yaşlı adam çok zengindir ve bütün mirasını kendisine bırakmıştır.
Saf adam artık zengindir. Biraz da sevdiği dostuna olan kırgınlığıyla dostunun iş yerinin karşısında bir ev alır ve oraya yerleşir. Bir gün evinin kapısını dilenci bir kadın çalar. Yaşlı kadın çok aç olduğunu, kendisine yemek vermesini ister. Bizim saf hiç düşünmeden kadını içeri alır karnını doyurur, Kimsesi olmadığını öğrendiği kadına; Kendisinin de yalnız olduğunu söyler ve bu evde birlikte yaşayalım sen evin işlerini ve yemekleri yaparsın der, yaşlı kadın hiç düşünmeden kabul eder.
Bir süre sonra yaşlı kadın bizimkine, kendine uygun bir kız bulup evlenmesini söyler. Bizimki böyle bir kızı nasıl bulacağını, kendisinin tanıdığı olmadığını söyler. Yaşlı kadın ona uygun bir kız tanıdığını ve kendisiyle görüştürebileceğini söyler. Görüşmeler sonucunda evlenmeye karar verilir ve düğün davetiyeleri basılır. Bizimkisi kırgın olduğu halde çok samimi dostunu yinede unutamamıştır. Biraz da geldiği konumu görmesi açısından samimi arkadaşına da davetiye gönderir. Düğün günü gelir çatar. Saf adam düğün salonunda bir şeyler söylemek isteğiyle mikrofonu alır ve başlar yaşadıklarını anlatmaya;
“Eskiden çok sevdiğim bir dostum vardı. Bir gün işleri bozulunca benden borç para istedi elimdeki bütün parayı verdim. Evlenmek üzere olduğum nişanlımı çok beğendiğini söyleyerek benden istedi. Çok üzülerek onu da kendisine verdim. Çünkü biz gerçek dosttuk onun üzülmesini istemedim. İşlerim bozulduğunda onun fabrikasına gittim ve çalışmak için kendisinden iş istedim. Bana iş vermedi. Çok üzüldüm, ama yinede arkadaşıma kızmıyorum. Çünkü biz gerçek dosttuk.”
Bu konuşma üzerine kurnaz olan arkadaşı daha fazla dayanamaz mikrofonu eline alır ve başlar konuşmaya;
“Benim de bir zamanlar çok sevdiğim bir dostum vardı. İşlerim bozulduğunda kendisinden para istedim, bütün parasını bana verdi. Sonra ondan nişanlısını istedim, üzülerek nişanlısını da verdi. Nişanlısını istememin nedeni o kadının arkadaşıma layık olmamasıydı (Hayat kadınıydı)
Kendisi çok saf olduğu için arkadaşımı o kadından bu şekilde kurtardım. İşleri bozulduğunda gelip benden iş istedi, Arkadaşımı kendi emrimde çalıştıramazdım, o yüzden iş vermedim.
Günün birinde karşılaştığı yaşlı adam benim babamdı. Babam ölmek üzereydi, onu arkadaşımın yanına ben gönderdim ve mirasını ona ben bıraktırdım. Evine gelen dilenci kadın benim annemdi. Ona bakıp iyi yaşamasını sağlamak için gönderdim. Şu anda evlenmekte olduğu kız de benim kız kardeşim. Onu arkadaşımla evlenmesine ben ikna ettim. Değerli misafirler, işte biz böyle dostuz.”
Değerlerimizi yitirdiğimiz ve kozmik sevgi gücümüzü kaybettiğimiz bir dünyada her insan kalabalığın içinde YALNIZLIK rolünü oynamakta ve mutsuzluklar bulaştırmaktadır.
Mutlu olana tesadüf etmek o kadar zorlaştı ki. Azınlıkta kalan mutlu insanları gördüğümüzde şüpheyle bakar olduk.
Bir İsveçli şairin dediği gibi;
“Bir üzüntüm vardı seninle paylaşmadım. Bir sevincim vardı kendime sakladım. Yalnızız işte.”
Sevinçler paylaşılmalı ve çoğalmalı. Üzüntüler de paylaşılmalı ve azaltılmalı.
Ne dersiniz her iki duyguyu paylaşalım mı?
Dostlukla ve Sevgiyle kalın.
Emine Pişiren/Akçay/2009