Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '15

 
Kategori
Deneme
 

Gölge

 
Gölge çok sıkılıyordu, yüzünden gözünden yalnızlık dökülüyordu. Ayağa kalktı, gidip ait olduğu vücudu bulacaktı. Böyle olmazdı, çok özlüyordu. Hiçbir şey onu hayata tekrar bağlayamıyordu. Sahibinden neden nasıl koptuğunu anlayamıyordu. Kendisinden çok ait olduğu vücudu düşünüyordu. O adam gölgesiz nasıl yaşayabiliyordu acaba?
Gölge yorgundu, beti benizi atmıştı. Öksüzdü artık.
Karanlık rengindeki vücudu karışmıştı geceye, ayıramıyordu kendini geceden. Kaybetti gölge. Günbegün, saatbesaat, anbean kaybetti...
Kendini bulamayanları kim bulabilirdi ki?... Hiç kimse üstlenmezdi bu görevi. Kime gerekti kaybolanlar, kaybedilenler?
 
Her sabah baş ağrısıyla uyanıyordu uykusundan. Anılar, düşünceler kıskacında sıkılan beynini kaybetmek istiyordu böyle anlarda. Belki de sahibi de, aynı şeyleri hissetmişti. Ve gölgeyi gönüllü kaybetmişti. Bilmiyordu...
Bu düşünceleri gölge beğenmedi, duvarı tutarak güç bela ayakta kalmaya çalıştı. Kendini toparlamanın yollarını aramalıydı. Halsizlikten ayakta duramayacağını anladı. Rengi solmuştu, en önemlisi ise böyle durumlarda hep kendinden kaçardı.
Kovulmuştu gölge, o deli adam kendisini kovmuştu. Adam gölgesiz, Gölge adamsızdı artık.
Ayakta duramıyordu. Duvarın dibine sokuldu. Gözleri uzaklara dalmıştı.
Düşündü gölge. Sahi “uzaklara dalmak da” ne demekti? Gözler gözlere dalamıyorsa eğer, uzaklara nasıl dalar ki, ya da uzaklara dalan gözler ne anlam taşır ki? Gözüken şu ki, bunu bir deli uydurmuş, herkes de inanmıştı.
Aramak, düşlemek ve özlemin adı ne zamandan beri “gözleri uzaklara dalmak” olmuştu?...
Önemsememek ve vefasızlık katılmıştı insanın yoğrulduğu temele, gözüken şu ki, kitaplar bunları yazmayı unutmuştu.
Kitaplarda çok şeyler unutulmuştu. Çünkü kitapların da yazarları insanlar. Kim kendi hatasını yazar ki, bağırır ki zaten?...
Yine sıkıldı Gölge, ruhu üşüyordu.
Yanında oturan adama gözünün ucuyla baktı. Adamın gölgesini kıskandı. Adamsız kalmıştı gölge. Bu kalabalık toplumda adamsız kalmak çok zor bir duyguydu.
Gölge yanında oturan eski püskü ruhlu adama doğru eğildi. Başını onun omzuna yaslamak istedi. Adam kalktı.
Gölgenin başı betona çarptı, vallahi kötü çarptı. Bu yetmezmiş gibi gölgeye çok kötü dokundu bu.
Atılmış, bazense satılmıştı artık. Görmezden gelinmekten nefret ediyordu. Neredeydi o ?
Bildiği tek bir şey vardı, çok özlüyordu. Bazen viski şişesinde kendisini izliyordu. Solmuştu, yaşlanmıştı gölge. Ya da adamsızlaşmıştı, bilmiyordu.
Ama değişmiş, değiştirilmişti. Sahibine güvenmişti, güvenini kaybetmişti, kaybedilmişti.
Ama yine de onu arıyordu gözleri. Çırpınıyordu gölge, onu aramayana doğru. Unutuyordu gölge yavaş yavaş, unutuluyordu. Unutulmak donduruyordu onu.
Gölge hissediyordu, onda bir şeyler değişiyordu. Sonra gölge son gücünü topladı, ışık gelen bir pencereye yaklaştı. İçerideydi.
Nihayet onu bulmuştu. İşte oydu. Fakat gölgenin düşünceleri bir anda yerle bir oldu. Eriyip dudaklarında kaldı. Hiçbir zaman yüksek sesle telaffuz olunmadı. Terkedildiğini anladı. Artık bundan emindi. Onun yerini de, mutluluğunu da çalmışlardı. Kendisinden başka hiçbir şeye ait değildi artık. Kendini sardı sımsıkı. Öpmek istedi kendini, kendi dudağından öpemedi. Sarsıldı gölge. Çok yalnızdı. Yalnızlığın dibine vurmuştu artık.
Yüzünü cama yaslayıp bekledi. Yavaş yavaş delirdiğini anlıyordu. Saniye saniye deliriyordu.
Kar yağıyordu sokağa, bahçeye, eve ve gölgenin düşüncelerine. Delilik dökülüyordu üzerinden.
Ve gerçeği anlayan Gölge sürünerek uzaklaşıyordu adamlıktan, insanlığa doğru...
 
Nargis (İçimdeki Marilyn)
 
Toplam blog
: 9
: 157
Kayıt tarihi
: 02.01.15
 
 

Ben İsmayılova Nergiz Refail kızı 1986 yılı Azerbaycan doğumluyum. Doktora öğrencisiyim. Bir resm..