Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Aralık '08

 
Kategori
Eğitim
 

Gönen mezunları buluşması

Gönen mezunlarının 14-16 Kasım buluşmasının ikinci günü de, bir duygu seli gibi, bir düğün, bir şölen, bir kutlama günü gibi, büyük bir sevgi ırmağının çağlayarak akması gibi, yürekleri, beyinleri çalkalayıp, anıları yalayarak geçti. Saz söz ve anılarla renklendi. Fotoğraflarla belgelendi. Bu arada şair yazar Hidayet Karakuş, öğretmenimiz Özbek İncebayraktar’ın Türkiyem şiiriyle kendi şiirlerinden birisini okudu. Sami Hamamcı da kendi şiirlerinden örnekler sundu.


Süleyman Coşar, nesli tükenmek üzere olan bir fikrin, bir oluşumun son temsilcileri olarak kendimiz ve okulumuzla gurur duymamız gerektiğini belirterek, şunları söyledi.


“Gönen’de öylesine bağımsız ve özgür bir kişilik kazandık, hak ve adaletten, akıl ve bilimden ayrılmadan doğru bildiğimiz yolda inatla yürümeyi öylesine benimsedik ki, bu yüzden hep sürüldük, ezildik, çile çektik. Fakat asla boyun eğmedik. İktidarlara ters düşsek de, cezalandırılsak, tehdit edilsek de yolumuzdan dönmedik. Bu kirli düzene asla ödün vermedik.


Gönenliliğimizle gurur duymalıyız. Çünkü bunları bu ülkede, çıkarsız, ödünsüz ve tavizsiz yapabilen çok fazla insan yoktu. Biz o, çok azlardanız. Biz kimsenin efendisi olmadık, kendimizi kimsenin üstünde görmedik. Ama kimsenin bize efendi olmasını da kabul etmedik. Gönenlilik demek, buydu işte. Doğruda, dürüstte, akılda, bilimde toplumsal yararda ısrarcı olmak, kirli düzene karşı dik durmak” dedi.


TBMM’ de uzun yıllar Denizli Milletvekili olarak görev yaptı Mustafa Gazalcı. Türkiye’de yönetimin sivilleşmesi ve sivil toplum örgütlerinin geliştirilmesi suretiyle, yönetenler üzerinde yönetilenlerin bir baskı unsuru oluşturabilmesi için çanla başla çalıştı. 12 Eylül sonrası öğretmen örgütlenmesinin öncülüğünü de yapan arkadaşımız Mustafa Gazalcı, çalışmalarında hep Gönenlilik ruhunu yaşama geçirmeye çalıştığını belirterek, bu ruhu şöyle tanımladı.


Gönen yaratıcılık demekti. Gönen düşünmek, araştırmak, bulmak ve bilmekti. Hazır bir şeyler bulmak ya da hazıra konmak diye bir şey yoktu orada. Her şeye katılacak, elini her zaman taşın altına koyacak, sana verilen malzemelerden: düşünerek, araştırarak ve çaba harcayarak değişik ürünler yaratacaksın. Ve her an için daha iyileri için yarışacaksın.


Mustafa Gazalcı buna örnek olarak daha henüz birinci sınıfta arabacı şiirini, bir arkadaşı ile nasıl canlandırdıklarını anlattı. “Ben şiiri okurken, arkadaşım çıkardığı seslerle, gerçekten oradan, atların çektiği bir yaylı geçiyormuş hissini herkese yaşatıyordu” dedi.


Halil Türköz’ün, “Her sene bu buluşmaya Umre yolculuğuna hazırlanır gibi hazırlanıyorum” demesi, buluşmanın üzerimizdeki etkisini özetlerken, ilkokul sonrası Gönen’e ulaşabilme anılarımız canlandı bir anda. Gerçekten Gönen bizim için umrenin de ötesinde belki bir hac yolculuğu, yaşantımızın yegâne amacı ve kabesiydi. Bunu Mustafa Gazalcı, kendi yaşamından şöyle dile getirdi.


Köyün yoksul, aç, perişan ve zorluklarla dolu, ilkel yaşam tarzından kurtulmayı öylesine çok istiyordun ki: bunun için ne gerekirse yapmaya hazırdım. Örneğin ilçede sağlık kurulu raporu alırken başımdan şöyle bir olay geçti.


Elime bir su bardağı verdiler, git buna çişini yap getir dediler. Ben de çocuk düşüncemle, bardağı ne kadar çok doldurursam o kadar sağlıklı sayılırım diye bardağı dosdolu doldurup getirdim. Görevli yüzüme acayip bir biçimde bakarak “Hadi iç bunu” dedi. Adamın yüzüne çaresizce bakıp bardağı ağzıma doğru götürünce adam:”Dur” dedi; başımı okşadı. Yani Gönen’e ulaşmak için her şeyi yapmaya hazırdım.


Aslında hiç birimizin hikâyesi Gazalcı arkadaşımızın hikâyesinden daha aşağı kalır durumda değildi. Hepimiz de sidiğini içmenin bile ötesinde fedakârlıklara razıydık Gönen’e ulaşabilmek için. Gönen bir yıldız kadar uzak, bir güneş kadar ihtiyaç, Leyla kadar arzulanan ve fakat mecnun kadar ulaşılmaz uzaklarında kalınan, ömür boyu peşinde koşulmaya değer bir ideal, bir ihtiyaç bir semboldü. Bu yüzden aynı duyguları, ayrı köylerde aynı korku ve heyecanla yaşadığımızı düşünüyorum.


İşte, 1958 Yılının Eylül Ayı başlarında, Babamla birlikte Gönen’e sınava gidişim ve o günlere ait duygularımı “DAVACIYIM GEÇMİŞİMDEN” adlı şiirimin bir bölümünde ben de, şöyle dile getirmişim.


Gittin Gönen’e, sınava girdin

Akşam yatakhanede

İlk kez elektrik düğmesini çevirdin.

İlk kez bir koğuşu

Kırk sekiz kişiyle bölüştün

Bilmediğin bir toplumun içine girdin.


Ve çakılı kalmış sanki yine

O ilk günün bir yerlerinde

Yıldız kaynayan çok karanlık bir gecede

Trenden inip beş kilometre yürüdüğün

Kırıkçayır’dan Gönen’e!


Sonra sınav ve sınavdan çıkınca

Babamın gözleri üstümde.

Yarım kilo üzüm alıp on beş kuruşa

Çekilsek de bir çamın dibine

Karşında meraklı bir bakış baba

Ve kalmış senin aklın sınavda.

Üzüm mü yiyorsun

Beynini mi kemiriyorsun

Pamuk ipliğine bağlı bir dönüm noktasında

Babam sevinecek oysa kazanamadığıma.


Ama kazanamazsan

Sen nasıl dönersin geriye

Nasıl bakacaksın öğretmenin yüzüne

Ne diyeceksin el aleme?

Ve nasıl vazgeçeceksin

Tınaz Dağının eteğinde

Bir köy gibi kümelenen

Bu koca okuldan, bu ışıklı bahçeden

Şafak parıltıları saçan bir gelecekten

Geri mi döneceksin istemeden

Yaşadığın geceye yeniden?


Üstelik ilk kez düğmeyi çevirip

Elektriği yaktıktan

Ve önünde aydınlık bir yol açtıktan sonra

Nasıl dönebilirsin bir daha

Davarın arkasında dağlara?

Gaz lambasının bile bulunmadığı

Karanlık kıl çadıra

Toprak dama…


Dannn… Dann... Dan...

Ve çaldı kampana!

Korku ve dehşet anlarının kalp atışları gibi

Çağırdı herkesi, yaşamının yol ayrımına.

Sanki bir kalp krizinin sıkıntısı

Bir büyük bunalımıydı beklenti

Herkes idare binasının önünde toplandı

Ve okudu eğitim şefi, sınavı kazananları.


Bir muştu gibi geldi adım kulağıma

Sanki herkes paylaşıyordu mutluluğumu

Ve sanki tüm dünya kazanma sevincimle parlıyordu.

Beynimde beklemenin belirsizliği aydınlanıyor

Sanki herkes ve herşey beni kutluyordu.

Ama bu sevinç tufanında kazanalar

Kaybedenlerin hüzününü farketmiyordu.

Herkes kendi duygularınnın ateşiyle yanıyor

Sanki salkım söğüt ve altındaki havuz bile

Aralarına katılacağıma seviniyordu.

Sanki Gönen bana açılan

Aydınlık ve sevgi dolu bir kucak oluyordu. Seydiköy Tarihi“nden


Bu yüzden bizim hayatımızda Gönen’in yeri ve derinliği, önce Gönen’e ulaşma sevdasıyla, ona ulaşma çabasıyla başlar ve hepimizin de hikâyesinin giriş bölümünü, Gönen’e kavuşmak için verilen mücadeleler oluşturmaktadır. Gönen’e girebilenler, Leyla’sına kavuşmuş mutlu Mecnun’lardır.


Ama bu durumu bugünün yaşam standardı, bugünün hayata bakış açısı ve düşünce tarzıyla kavrayabilmek elbette ki olanaksızdır. Çünkü bazı şeyler vardır ki; onu yaşamadan anlamak olanaksızdır ve bunu yalnızca yaşayanlar anlayabilir. Hatta bu ruhu kavramakta zorlananlara bu durum, yavan bile gelebilir. Ve diyorum ki; bu buluşmalardaki heyecanımız, bunu herkesten farklı bir duygusallıkla yaşamamız, yarım asır gerilerde kalmış bir yaşamın ortak noktalarına bir yolculuk olmasından ve ortak bir Gönen paydasından kaynaklanmaktadır.


Olayın başka bir yönü de, bazı arkadaşlarımızın satır başlarıyla değindiği gibi, bu durumun yalnızca Gönen’e özgü olmadığıdır. Yani kırklı, ellili, altmışlı yılların tüm öğretmen yetiştiren kurumlarının her birisi, Kepirtepe’den, Düziçi’ne, Bolu’dan İvriz’e hepsi de ayrı bir Gönen’dir. Ve şimdi burada biz, onları da temsil etmekte ve onların da duyguları ve sesiyiz.

 
Toplam blog
: 81
: 702
Kayıt tarihi
: 21.11.08
 
 

Nazmi Öner 1946 yılında Burdur’un Bucak İlçesine bağlı Seydiköy’de doğdu. Seydiköy İlkokulu v..