Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mayıs '09

 
Kategori
Anılar
 

Gözbebeklerindeki okyanusta boğuldu çocukluğu

Gözbebeklerindeki okyanusta boğuldu çocukluğu
 

...


Dün seni yuvasından düşen serçe yavrularına benzettim kara biberim. Beslenme çantan boynunda, anasınıfının girişindeki o küçük odada nasılda ürkmüş, nasılda sinmiştin. Kalbinin çırpınışı parmak uçlarındaydı bebeğim. O minicik ellerini avucuma aldığımda duydum onu.

-Oğuz, canım korkma derken ben,

-Nasıl korkmam der gibi baktın gözlerimin içine, nasıl korkmam…

İstemiyorlar mı öğretmenim almayacaklar mı beni hiç derken gözlerinden düşen damlalarda boğuldu çocukluğun.

-Olur mu kara biberim, unuturlar mı seni, korkma sen gelecekler… Hadi biz kantine gidelim, yemeğimizi yiyelim, o zaman ya annen ya baban gelip seni alacak.

Hani insan konuşurda kendi de inanmaz ya konuştuğuna, gelecekler mi diye ben de sormaya başladım saate.

Çünkü saatten başka soracak kimse yoktu.

Ailesi Oğuz’u saat 13.00 da almalıydı. Öğleci anasını derse başladı. Saat 14.00 oldu gelen yok. 15.00 oldu gelen yok. Dosyasındaki tüm telefon numaralarını ezberledi parmak uçlarım. Fakat duyduğum hep aynı ses, aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor! Nasıl yani diyorum… Ne oldu bu anneye, ne oldu bu babaya. İnsan çocuğunu unutur mu?

Dosya da yazılı ev adresine gitmekten başka çare yok anlaşılan.

-Oğuz kara biberim, sen bakıcı ablanla bekle, ben hemen dönerim… Yanımda gelmesin diye düşünüyorum. Dünya hali, neyle karşılaşılır belli olmaz.

Evet kapıdayım, kapı sağır mı nedir…

Karşı kapının açılma sesini duyunca hemen oraya dönüyorum meraklı gözlerle.

Kapıyı açan yaşlı teyzem;

-Çalma kızım boşuna açılmaz o kapı diyor.

-Oğuz diyorum, Oğuz’un evi değil mi burası.

-Orası yavrum diyor. Orası Oğuz’un evi.

-Eee, o zaman annesi.

-Annesi sabah Oğuz’u okula bıraktıktan sonra geldi eve yavrum. Keşke gelmez olaydı, keşke girmez olaydı.

-Aman teyzem ne diyorsun, kötü bir şey mi oldu yoksa.

-Kocası olacak adam sabaha kadar gelmez eve. Kim bilir dün gece nerde söndürdü fenerini. Zil zurna sarhoştur mutlaka. Kadıncağız ağzı burnu kan içinde çıktı evden. Bir küçük valiz vardı elinde. Gel dedim gir içeri, girmedi biçare.

-Gideyim teyzem, yaşatmaz bu adam beni bu gün diye ağlayarak serildi yollara. Kör olasıca adam bir şeyleri bahane edip edip dövdü kadıncağızı ama bu gün gibisin hiç görmedim yavrum. Ardından adam da çıktı gitti fırtınaya tutulmuş tekneler gibi yalpa yalpa .

-Tamam teyzem anladım Hadi hayırlı akşamlar.

-Sana da kızım sana da…densizin dengesizin içinde nasıl hayır bulacaksak, sana da.

Düşüncelerim kördüğüm döndüm okula. Ne diyeceğim, nasıl anlatacağım karabiberime. “Evde kimse yok” nasıl çıkacak ağzımdan.

Uyuya kalmış yavrum oyun odasındaki minderlerin üzerinde. İçim parça parça oldu.Bir yandan da düşünme fırsatı bulacağım diye sevindim aslında.

Kayıt sırasında acil durumlarda aranacak üçüncü kişilerin telefonunu almıştım bilgisayarıma... Üçüncü kişi babaanne yazmışız. Güzel…

Güzel güzel de telefon Bursa’ya ait, babaanne Bursa’da. Hadi bir çıkmaz daha. Mecburen çevirdim. Sesinden epeyce yaşlı olduğunu anladığım bir babaanne vardı telefonun ucunda. Durumu anlattım. Hıçkırıklara boğuldu kadıncağız,
-Telef etti yavrum el kadar çocuğu, benim oğlum olacak o yaratık adam olmaz anladım dedi.

-Tamam teyzem dedim, ben kime emanet edeyim Oğuz’u.

-Kızım, bir hala oğlu var Ankara’da, ona ulaşmaya çalışayım. Oğuz onları sever, onlar gelir alırlar torunumu. Gerisini bana bırak, ben sahip çıkarım. Sağ olasın haberdar ettiğin için.

-Ne demek teyzem, iyi günler. Telefonu kapatırken gözyaşlarıma engel olamıyorum elbette.

Aradan yirmi dakika geçmeden bir beyefendi ve eşi geldiler. Uyandırdık Oğuz’u. Karşısında tanıdık birilerini görmenin verdiği mutlulukla sarıldı kadının boynuna.

-Fidan Anne, Fidan Anne…

-Aynı sıcaklıkla kadın sarıldı Oğuz’a, tamam yavrum buradayım.

Sonra oğuz dönüp yattığı mindere dikti gözlerini.

-Öğretmenim, su kaçırmışım ben uyurken dedi.

-Tamam canım hiç önemli değil, bakıcı abla üzerini değiştirsin dedim. Hadi sen eve git, banyo yap, dinlen, yarın görüşürüz karabiberim dedim.

Oğuz dışarıda ayakkabılarını giyerken Fidan Anne ağlıyordu.

-Hiç çocuğum olmadı benim dedi. Oğuz’un anne babası da hiç geçim tutamadı yıllardır.

On aylıkken aldım ben Oğuz’u. Onlarda bakamayacaklarını anlayınca verdiler gönül rızasıyla. Çocuk aramızda topaç oldu öğretmen hanım. 1 yaşında geri aldılar, 3 yaşında geri verdiler, 5 yaşında geri aldılar. İşte şimdi yine aynı sahne. Ne bu çocuk gülebildi, ne beni güldürdüler.

Elimi sırtına koydum Fidan Anne’nin. Sonra tuttular Oğuz’un elinden gittiler.

Bir içki şişesinde boğulan Oğuz’un çocukluğu, minik terlikleri, duvardaki rengarenk resimleri kaldı ana sınıfında.
Ya yüreğimde kalanlar…

Okyanus görmedim ben, okyanus da kopan fırtınaları da bilmem ama dün, kendisini alacak tanıdık bir yürek beklerken Oğuz’un göz bebeklerinde kocaman bir okyanus oluştu, fırtınalar koptu minicik yüreğinde. Hüzün ve acıyla oluşan okyanuslar güldürmezmiş insanı, öğrendim…

 
Toplam blog
: 97
: 531
Kayıt tarihi
: 10.04.08
 
 

Öğreneceği çok şey olan bir öğretmenim.... ..