Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ekim '08

 
Kategori
Siyaset
 

Gözünü kapatan kendine gece yapar!

Gözünü kapatan kendine gece yapar!
 

Türkiye, 20 yıl 30 yıl öncesinin hatta 10 yıl öncesinin Türkiye'si değil. Kabul etsek de etmesek de, hoşumuza gitse de gitmese de, Türkiye değişiyor. İletişim imkânları hızla artıyor ve büyük bir hızla çeşitleniyor. Gerçekler gizlenip saklanıp, yastık altlarına atılamıyor artık. Hele 12 Eylül öncesi gibi, yapanın yaptığı yanına kâr kalmıyor. Üstelik iletişim, bundan sonra da çok daha fazla çeşitlenip gelişecek.

Bir bilgiyi elde etmek için kameralara veya fotoğraf makinelerine neredeyse gerek kalmadı. Üstelik bu bilgileri yayınlamak için illa bir gazeteyi veya televizyonu ikna etmek zorunda da kalmıyor insanlar. Internet büyük bir hızla gelişiyor; bir bakıyorsunuz bir gerçek bütün çıplaklığıyla herhangi bir Internet sitesinde yayınlanıveriyor. Bu sitenin illa da YouTube olmasına gerek yok. You Tube'un erişimi bir mahkeme kararlarıyla engellenebilir ama bunun gibi o kadar çok Internet sitesi var ki, hangi birisine mahkeme kararı yetiştireceksiniz. Ya da interneti temelli kesip atabilirsiniz. Bu kez de cep mesajlarıyla bilgi yaygınlaştırılabilir. Türkiye, Kuzey Kore gibi bir ülke olmadığı müddetçe gerçekleri gizleyip saklayabilmeniz artık mümkün değil.

Bu gerçek karşısında ya Türkiye'nin değiştiğini ve geliştiğini kabul edecek, ona göre bir yönetim biçimi geliştireceğiz ya da sürekli olarak yöneticilerle toplum arasında sürtüşme varlığını devam ettirecek.

Devlet erki babadan kalan bir miras değildir. “Ülkeyi biz kurtardık, devleti biz kurduk, devletin ve ülkenin sahibi bizi”z zihniyetinin artık abesle iştigal olduğunu sivil/askeri bürokratların anlaması gerekiyor.

Devletin üniforması, makamları, sıfatları toplumun onlara verdiği bir görevdir ve yetkiyi halk için halk adına kullanırlar.Askerin elindeki uçak, tank, füze, top, polisin belindeki silah elindeki cop, parası millet tarafından milleti korumak için verilmiş ve ne zaman, nasıl ve kime karşı kullanılacağını milletin vereceği talimata göre belirlenen bir emanettir.

Türkiye'yi yöneten gerek seçilmiş gerek atanmış yöneticiler maalesef toplumu tam olarak tanıyamıyor. Bu ülkedeki değişimi dünyanın ve Türkiye’nin geldiği konumu tam olarak yakalayamıyorlar.

Yasaklayarak, görmezden gelerek bir gerçek, sözüm ona yok sayılıyor..

Oysa gözünü kapatan sadece kendine gece yapabilir.

Genelkurmay Başkanı gazetecileri sırf gerçeği sordukları için ağır biçimde azarlıyor. Azardan sonra Genelkurmay Askerî Mahkemesi, sabahı beklemeden geceleyin toplanıp “Aktütün baskını”yla ilgili yayınlara yasak getiriyor.

Türkiye'de hâlâ sivil hayata ellerini uzatan bir Askeri Savcılık ve Askeri Mahkemeler var. Genelkurmay Başkanı'nın sözlerinden sonra harekete geçen ve onun istekleri doğrultusunda karar alan bir mekanizmaya mahkeme denir mi?

Bir askeri Mahkemenin sivil hayatı zaptı raptı altına almak için komutanının isteğiyle gazetelere yasak koyduğu bir ülkede “hukuk”tan bahsedebilmeniz için Türkiye’nin bir “hukuk devleti” değil de bir “Genelkurmay Cumhuriyeti” olduğunu kabul etmeniz gerekir

Devlet yetkisini kullananlar hata eder mi, ederse nasıl cezalandırılır?

Bu konularla ilgili çok da iç açıcı olamayan bir geçmişi var Türkiye'nin. Geleneğimizde, devlet yetkisini kullanarak hata edenlerin, “devlet sırrı” veya “kurumun itibarını koruma” maskesiyle koruma altına alındığı, olayların örtbas edildiği ortada.

Bizde bu tür durumlarda hemen savunmaya geçilir, devletin içinde böyle bir durumun mümkün olamayacağı ısrarla vurgulanır, ayyuka çıkan dedikodular ise duymazdan gelinirdi. Gözaltında meydana gelen ölümler, “mahkûm kendini astı, pencereden düştü” diye örtbas edilirdi.

Türkiye'nin son 50 yıllık tarihinde kimin yaptığı hâlâ belli olmayan binlerce faili meçhul cinayet ve olay yaşandı. 25 yıldır nedense bir türlü bitmeyen terör olayları hâlâ gündemde. 12 Eylül öncesindeki faili meçhul cinayetler ve olaylar aydınlatılamadı. 90'lı yıllardaki faili meçhuller de tam olarak çözülemedi.

Ancak bugün eskisi gibi olaylar örtbas edilemiyor. İletişim, teknoloji öylesine hızla gelişiyor ki, kimse göz göre göre suç işleyemiyor. İşlese bile bu, örtbas edilemiyor, olaylar gerçek yönleriyle hemen ortaya çıkarılıyor. O suçu işleyenler şimdilik yargılanmasa da vicdanlarda ömür boyu hapse mahkum ediliyor.

Hepimizin içinde bir “işkillenen adam” giderek büyüyor ve sesini yükseltiyor.

Son Dağlıca olayını hatırlayın; 13 askerimizin şehit edildiği bu olay, eskiden olsaydı küçük haberlerle ve beylik cümlelerle geçiştirilir, olayın gerçekleri hiçbir zaman anlaşılamazdı. Ama bugün, her şey bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. Bu çatışmalarda kimin eli kimin cebinde artık çok net görülüyor. Dağlıca'nın neredeyse kopyası olan Aktütün'de yaşananları da artık hiç kimse örtbas edemiyor.

Bütün gerçekler medyanın elinde.Dolayısıyla her şey milletin gözünün önünde yaşanıyor.Yaşanan olaylarda ihmaller, hatalar, doğrular, yanlışlar “devlet sırrı” bahanesiyle örtülmesi artık mümkün değil.

Çok şükür ki Türkiye'de sadece bir kısım medya ve onun illüzyonları yok. Artık iletişim ve haberleşme kimsenin tekelinde değil, kimsenin baskıyla susturabileceği bir yapıda değil.

Metris Cezaevi'nde tutuklu iken işkence görerek öldüğü ileri sürülen Engin Ceber hadisesi hakkında yapılan tahkikat sonucunda Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, iddianın doğruluğunu kabul ederek Ceber'in yakınlarından "devlet ve hükümet adına" özür dileyerek. “Türkiye'de böyle bir olayın meydana gelmesinden dolayı Adalet Bakanı olarak büyük üzüntü duyuyorum. Sorumlular bulunacak, hak ettikleri cezayı alacaklardır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın." diyor.Şu ana kadar 19 kişi görevinden uzaklaştırılmış, soruşturma hâlâ sürüyor.

Bu bir ilk.

Bu bir devrim.

Yeni bir dönemin başlangıcına işaret eden devlet-toplum ilişkilerini yerinden kımıldamaz kılan o ağır taşın yerinden oynadığını haber veren bir belge.

Türkiye, gözaltına aldığı, tutukladığı insanlara karşı kötü davranışlarıyla sâbıkalanmış bir ülkeydi. Dağ başlarında işlenen faili meçhul cinâyetler bir tarafa, sivil ve askerî cezaevlerinde başından kötü işler geçmiş, eziyet görmüş, onuru aşağılanmış, dövülmüş, sövülmüş ve canından olmuş nice insan hâlâ aramızda yaşıyor.

Varlığı fiilen bilinen ama devlet ve hükümet katında bugüne kadar hiç resmen itiraf edilmeyen bir onursuzluktu bu; işkence görenleri, kötü muameleye uğrayanı elbette incitiyordu ama, böyle şeyleri sessiz bir sükûtla karşılayıp geçtiğimiz için bizi, hepimizi daha çok aşağılıyordu.

Adalet Bakanı'nı şahsım adına tebrik ederim.

Sağcısı-solcusu ile gelip geçen onlarca selefi içinde, devlet güçlerinin işlediği sistematik bir ayıbı kabul ederek halkından özür dileyen ilk devlet adamıdır kendisi.Umarım ki hükümet bu tavrın arkasında durmaktadır.

Bu itiraf, acı ve kan lekeleriyle kirlenmiş infaz tarihimizde sabunla yıkanmış küçük bir sayfa olarak kalmamalı; bu doğru tutum devam etmeli, hatta daha ileriye giderek geçmişte cereyan eden bu gibi olaylar hakkında da soruşturmalar açılmalı, infaz sistemi içinde görevini suiistimal etmeyi alışkanlık haline getirmiş unsurlardan hesap sorulmalıdır.

Ayrıca Taraf gazetesi verdiği haberlerdeki üsluba katılmasam da son derece önemli haberlere imza atmaları ve “demokrasi”, “insan hak ve özgürlükleri” , “ülkem” ve “milletim” adına “doğru yerde” durdukları için önemli bir işlev gerçekleştiriyor.

Dağlıca'da olduğu gibi Aktütün baskınının da adeta davul-zurna çala çala gelmesi , bunun belgelerinin gazetelerde yayınlanması üzerine Genelkurmay Başkanı’nın kamuoyunu yatıştıracak bir açıklama yapmak yerine öfkeli bir biçimde haberi verenleri azarlaması ve ardından Askeri Mahkeme tarafından geceleyin “yasak” kararı verilmesi maalesef ordunun itibarını sarsmıştır.

İnsansız hava araçlarından görüntülerin basında yayınlanması karşısında, ordu âcil bir biçimde bu ihmâlin sebep ve müsebbiplerini derhal soruşturmaya başlayıp kamuoyunu soruşturma safahatından günü gününe haberdar etmesi gerekirdi oysa.

Silahlı Kuvvetler'imiz, artık "en çok güvenilen kurum" efsânesinin gölgesinden çıkarak güvenilirliğini açık ve demokratik usuller aracılığı ile bir daha tesis etmek için kafa yormalıdır. Görünüyor ki ordu, kapsam ve ağırlığını henüz bilemediğimiz bir yıpratma operasyonunun konusu haline kolayca getirilebilmektedir ve bugüne kadar sürdürülen tavrı devam ettirerek vaziyeti idare etmek imkânı kalmamıştır.

Çağdaş bir ülkede devletin yapması gereken, sıfatı, görevi, rütbesi ne olursa olsun devlet içindeki ayrık otlarını ne pahasına olursa olsun temizlemek, devlet yetkisini kötüye kullananları cezalandırmaktır.

Bu nedenle “Ergenekon Davası”, tıpkı Engin Ceber'i katledenlere verilecek ceza gibi Dağlıca ve Aktütün Karakol baskınlarında ihmali bulunanların ödeyeceği bedel gibi çok önemlidir.

Artık milleti devletin sopasıyla dövme dönemi kapanmıştır.

Suçluları cezalandırdıkça ve sivil askeri bütün yöneticiler her fiilinden dolayı hesap verip bedel ödedikçe bu ülke şeffaflaşacak, şeffaflaştıkça demokratikleşecek, demokratikleştikçe çağdaş bir ülke haline gelecektir.

 
Toplam blog
: 178
: 1496
Kayıt tarihi
: 01.10.07
 
 

Balıkesir doğumlu.1990 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu. Balıkesirspor Kulüp Yöneticili..