Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Kasım '10

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Gülseren Dalbudak

Gülseren Dalbudak
 


"Hadi bu hafta gel, bekliyorum"

Bu samimi teklifin sahibiyle geçen yıl Olgunlaşma- Moda Tasarım bölümünde çok kısa süreli bir tanışıklık ve arkadaşlık süreci yaşamıştık. Sonra o sağlık nedenleriyle bir hafta sonra bıraktı, ben yıl sonuna kadar devam ettim.

Öyledir ya... Bazı insanlarla başlamıştır işte... Yolunuz, ne kadar zaman geçerse geçsin yine kesişir. Tekrar karşılaşmayı istersiniz. Galiba biz de istedik.

Sonra ben onu Milliyet blogda yazdıklarımdan mail ile haberdar etmeye başladım. Bir de baktım ki o da Milliyet blogda yazmaya başlamış.

Gülseren Dalbudak. Mimar Sinan Ünv. Güzel Sanatlar Fak. Resim- Heykel mezunu resim ve heykel sanatçısı.Ünlü altın firmalarında tasarımlarıyla katologlarda yer almış bir tasarımcı.

Benim sanatçılara ve herhangi bir konuda yeteneği olan kişilere karşı meraklı bir ilgim ve hayranlığım vardır. Onların farklı çalışan beyinleri merakımı uyandırır hep. Yetenek bence Tanrının insanlara bahşettiği çok özel bir armağan. Her yetenekli kişi sanatçı olamıyor ne yazık ki. Bu armağanı doğru yönlendirip, kullanıp doğaya, yaşama artı bir değer katmak, özgün farklı bir güzellik yaratmak ise sanatçılara mahsus.

Hani ortaokul yıllarından Türkçe dersinde işlediğimiz bir konu vardı. "Bakmak ve Görmek" . Hatırlıyorum öğretmen bir de kompozisyon yazdırmıştı. Ama o yıllarda konuyu çok da fazla idrak edememiştik sanırım. Çünkü bakmaktan ayrı olarak görmenin algılama ve düşünme, yorumlama anlamına geldiğinin pratiği çok da yaptırılmamıştı bizlere. İşte bu pratik bence en iyi sanat tanışıklığı ile olabilir. Çünkü sanat bakmaktan öte görmemizi sağlar ve sanatçılar da gören insanlardır. Onlar tam anlamıyla özgür düşünen, görmediğimizi görerek, sonra bize göstererek, seslerin, çizgilerin, renklerin ve bi­çimlerin büyülü dilini bize öğreterek, yaşamı güzelleştirirler.

Tamam hepimiz özel yeteneklere sahip olmayabiliriz, ya da sanatçı da olmayabiliriz ama sanat tanışıklığı ve eğitimi en azından bizlerin yaşadığımız dünyayı doğru anlamamızı, yaşamın içindeki güzelliği, inceliği, zerafeti hissedebilmemizi sağlar .Tüm bu güzellikleri kendi dünyamıza sokabildiğimiz oranda daha mutlu ve yaşamla barışık olmaz mıyız ?

İşte bu farklılıkları ve yaratıcılıkları nedeniyle ben sanatçıların söylediklerini önemserim. Onlar gibi düşünmeye onları anlamaya çalışırım.

Özellikle sanatıyla kendisini kanıtlamış sanatçıların sözleri ne kadar marjinalse de bize o anda ne kadar aykırı, ve ters gelse de durup tepki göstermeden önce "ya bu adam ne diyor" diye düşünmek gerekir diyorum. Çünkü onlar yarattıkları güzellikler ile bunu fazlasıyla hak ediyorlar. Yanlışlıklara tepki makul ölçülerde tabiki gösterilir. Ama ülkemizde bu tepki bazen ne yazık ki toplumsal linç haline geliyor. Aziz Nesin, Fazıl Say, Sezen Aksu, Orhan Pamuk, Elif Şafak... vb. Özellikle sanata katkılarının yanında , popüler gündemde çok konuşulan sanatçılar olduğu için bu örnekleri verdim.

Sanatın içine tükürenleri , estetik ve sanatsal bir olgu olan baleyi belden aşağı değerlendirenleri, bütün dünyanın kabul ettiği edebiyatçılarımızı " kıçı kırık iki kitap yazmış" diye küçümseyenleri gördükçe, farklı bir sözle ortaya çıkan sanatçılarımızı linç etmeye kalktıkça "Niye böyle birbirini anlamayan, sürekli dövüşen, hırçın bir toplum olduk, neden ileri medeniyet ölçülerinde refah toplumunu yaratamadık" sorusunun yanıtını bulmak zor olmuyor. Farklılıkları göremedikçe, reddettikçe, sorunların çözüm yollarını da göremiyoruz , çözemiyoruz işte.

Ya... ben de nerden nereye geldim... Gülseren Hanımla buluşmamızı anlatacaktım.

Bu perşembe güzel ve ılık bir İzmir gününde Buca'dan Karşıyaka Bahriye Üçok'a panoramik bir şehir turu yaptım .. Ve bu turistik seyahatin ardından neredeyse bir buçuk saatlik bir yolculuk sonunda buluşabildik. Evi bulamam diye beni durakta bekliyordu sağolsun. İçtenlikle kucaklaştık.

Farklı bakış açılarıyla ama aynı dili konuşan iki kadın olarak ne çok şey konuştuk. Birbirimizi anlamanın rahatlığıyla zaman nasıl geçti ben hiç anlamadım. O mütevazi evin her tarafı ama her tarafı, resim ve heykellerle dolu. Duvarlar, koltukların yanları, sehpaların üzeri, vitrinlerin tepesi. Her yer. Tabi insan üzülüyor da. Sergi salonlarında ya da sanat atölyelerinde sergilenmesi ve artık paylaşılması gereken ortak değerlerimizin böyle köşede bucakta gizli kalmasına. Koyacak yer olmadığı için ve çalışabileceği rahat bir atölyenin olmamasından artık üretmediğini sadece çizimle yetindiğini öğrenince çok üzüldüm.

Ahhhh işte maddiyat ta burada devreye giriyor. Hemen aklımdan jet hızıyla geçen "Keşke" dedim, "Para olsa, büyükçe bir apartman dairesi sanat atölyesi ve sergi salonu olarak düzenlense, bu konuda öğrenmek, kendini geliştirmek isteyenlere Gülseren Hanım yardım etse, hocalık yapsa" ne güzel olur. Gülseren Hanımın da en büyük hayali buymuş. Loto oynamaya devam etmem gerikiyor sanırım.

Eserlerin sergilenmesi konusunda belediyelerin yardımı, desteği oluyormuş. Ama tabi kısıtlı bir destek. Salon sayısının da yeterli olduğunu söylemek güç. Özel olarak bir galeride sergi açmanın maddi boyutu ise şaşırttı beni. Örneğin bir duvara sadece 2 resim asabilmek için bile 100- 200 tl. ödemek gerekiyormuş. Hem bir sürü emek ver bir değer yarat, sonra da insanlar görsün diye üstüne bir sürü para öde.

Ben birkaç tanesinin resmini çektim. Kağıtları bükerek çalışılan heykeller özellikle çok hoşuma gitti. Çalışabileceği, sergileyebileceği bir ortamın olması durumunda kimbilir daha ne güzellikler çıkacak ortaya.

Umut ediyoruz, diliyoruz ülkemiz, geleceğimiz için . Hem Gülseren Hanımın, hem de daha güzel bir dünya hayaliyle yaratan, üreten sanatçıların yarattıklarının hakettikleri yerlerde olmasını.

Tijen Taşlı- İzmir

 
Toplam blog
: 156
: 2800
Kayıt tarihi
: 03.04.07
 
 

SÖZ UÇAR, YAZI KALIR. 9 Eylül Ünv. İşletme mezunu, 9 Eylül Ünv.Sosyal Bil. Ens.Sağlık Kurumla..