Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Nisan '13

 
Kategori
Dünya
 

Güney Amerika'ya bakış

Latin Amerika ülkeleri hakkında Türkiye’de yapılan çalışmaların diğer bölgelere kıyasla son derece sınırlı olduğu görülmektedir. Bu durumun Türkiye ile Latin Amerika ülkeleri arasındaki ilişkilerin geçmiş yıllarda çok yoğun olmamasından ve coğrafi mesafenin fazlalığından kaynaklandığını düşünüyorum. Ancak son yıllarda artan devletlerarası ilişkiler sonrası ülkemizde bu kıtaya olan ilgi hem siyasi, hem ticari, hem de kültürel anlamda yavaş yavaş artmış, hatta bunun neticesinde bazı Latin Amerika ülkeleriyle karşılıklı yeni temsilcilikler açılmıştır. Bu yazımda Güney Amerika’ya dair genel bir perspektif sunmaya çalışacağım.

Güney Amerika, tarihi yönüyle esasında son derece ilgi çekici bir kıtadır. Birçok teoriye göre eski zamanlarda Asya üzerinden geçerek Kuzey ve Güney Amerika’ya dağılan ilkel topluluklar kıtanın en güney uçlarına kadar ilerleyerek zamanla nüfus yoğunluğu şaşırtıcı derecede fazla olan ülkeler haline dönüşmüşlerdir. Güney Amerika’da bunlardan en etkileyicisi nüfusu neredeyse 20 milyonu bulan ve bugünkü Kolombiya’nın güneyi, Ekvador, Peru, Bolivya, Şili ve Arjantin’in kuzeyini kapsayan İnka İmparatorluğu’dur. 15. ve 16. yüzyıllar arasında yalnızca bir asır hayatta kalmayı başaran İnka İmparatorluğu, İspanyol işgali ve iç çatışmalar sonrası çok büyük ölçüde güç ve nüfus kaybına uğramış ve sonunda da 1533 yılında yıkılarak tarih sayfalarına adını yazdırmıştır.

İspanyol işgali esasında kıtanın kaderini değiştirmiştir. İspanyollar burada merkezi krallığa bağlı “Virreinato del Perú” yani “Peru Kral Vekilliği”ni kurarak geniş bir coğrafyada sömürü imparatorluğu oluşturmuş, Avrupa’dan hem dinlerini, hem de kültürlerini -ama misyonerler aracılığıyla, ama askeri yöntemlerle- kıtaya taşımışlardır. Son yıllarda özellikle Brezilya’da zemin kazanan Evanjelist akımlara rağmen kıtanın ciddi bir kısmı halen Katolik’tir. Brezilya, Surinam ve Guyana ülkeleri haricindeki ülkelerin tamamında İspanyolca konuşulmaktadır. Buralarda konuşulan Avrupa dillerinin yanında örneğin Paraguay’da Guarani, Bolivya’da Aymara, İnka İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü Peru, Bolivya, Ekvador, Arjantin, ve Şili’de Quechua (Keçuva) gibi diller de konuşulmaktadır. Hatta İstanbul’daki İstiklal Caddesi’nde Kızılderili müziği yapan Ekvadorlu grup, şarkılarını işte bu İnkalardan miras kalan Keçuva dilinde söylemektedir. İlerleyen yazılarımda da kendisine değinmek istediğim Güney Amerika’nın ilk yerli devlet başkanı Bolivyalı Evo Morales de, evinden uzakta okula başlayana kadar İspanyolca değil, sadece anadili olan Aymara dilini biliyordu. Ayrıca jaguar, puma, koka, lama gibi Türkçe de dâhil olmak üzere yabancı dillere giren birçok sözcük, kökeni buranın yerli dillerine ait olan sözcüklerdir.

İspanyollar Güney Amerika’yı sadece din ve dil olarak değil, etnik yönden de değiştirmiştir. Portekizlilerin Brezilya’da, Hollandalıların Surinam’da yaptığı gibi İspanyollar da kıtanın yer altı kaynaklarını çıkartabilmek için gereken insan gücünü Afrika’dan gemilerle getirdiği kölelerden sağlamıştır. Bunun neticesinde de bugün özellikle kıtanın kuzeyindeki Kolombiya ve Venezuela gibi ülkelerde ciddi bir siyahî nüfus yoğunluğu oluşmuştur. Bunun yanında, Afrikalılarla beraber, Avrupa’dan kıtaya göçen beyazlar “mestizo” adı verilen yeni bir melez ırk oluşturmuşlardır ki, Latin insanı deyince hepimizin aklına muhtemelen onlar gelmektedir. Bir de 500 yıl öncesinden buraya göçmesine rağmen halen ırkını muhafaza eden beyaz Avrupalılar vardır[1]. Bunlar 19. yüzyılda İspanyol Kral Vekilliğine baş kaldırıp Güney Amerika’nın bağımsızlığını kazanmasına ön ayak dahi olmuşlardır. Kıtayı İspanyol işgalinden yine İspanyol asıllı olan ve burada doğup büyüyen Hispanikler yani “criollo”ların kurtarmış olması son derece ilginçtir. Örneğin Arjantin’de doğmuş olan San Martin, 10 yaşında ailesiyle İspanya’ya gidip, iki yıl sonra 14 Temmuz 1789’da Bastille’de patlak veren Fransız İhtilali’nin bir gün ertesi İspanyol ordusuna katılmış, İspanya’da genç yaşta Fransızlara karşı savaşmış, daha sonra Napolyon’dan ve Fransız Devrimi’nden etkilenerek fikirdaşlarıyla Arjantin’e dönüp Napolyon tarzı bir orduyla kıtayı bağımsızlığa kavuşturma kararı almıştır. 19. yüzyılın ilk yarısı Güney Amerika’da criollo’ların İspanyollara karşı bağımsızlık mücadelesine ve nihayetinde de başarıya ulaşmalarına tanık olmuştur. Güneyde Arjantin’den başlayıp Şili ve Peru’yu bağımsızlığa kavuşturan San Martin, kuzeyde Venezuela, Kolombiya ve Ekvador’un İspanyollardan kurtulmasını sağlayan Simon Bolivar, Ekvador’un önemli liman kenti Guayaquil’de bir araya gelerek kıtanın geleceğine dair planlar yapmaya başlamışlardır. Aralarındaki anlaşmazlık sonucu daha sonra birlikte hareket edemeyecek olan bu iki büyük devrimci liderin Guayaquil’de kent tarihinde önemli yer tutan bir heykeli bulunmaktadır. Güney Amerika’dan geçmiş olan devrimciler sadece San Martin ve Simon Bolivar değildir elbette. Onların yanında Jose de Sucre, Bernardo O’Higgins ve elbette yeni dönemde Salvador Allende ve Ernesto Che Guevara gibi devrimciler de kıta tarihinde önemli yer tutmaktadır. Küba Devriminin kilit isimlerinden Che Guevara’nın karizması ve popülerliği Latin Amerika’nın çok ötesine taşmış, sol görüş deyince çoğu zaman akla ilk gelen isim olmuştur.

Latin Amerika karizmatik kahramanların yanı sıra darbelerle de adını sıkça dünyaya duyurmuştur. Bunların en meşhuru General Pinochet’in Şili’de gerçekleştirdiği ve kendisinin 1990 yılına kadar diktatör olarak kalmasını sağlayan 1973 tarihli askeri darbedir. Bu kadar uzun süre diktatörlükle yönetilen bir ülkenin bugün Güney Amerika’nın en gelişmiş ve en demokratik ülkelerinden biri haline dönüşmüş olması gerçekten dikkat çekici bir olaydır. Darbeler ve darbe girişimleri Güney Amerika ülkelerinin neredeyse tamamında gerçekleşmiştir. Özellikle 60’lı ve 70’li yıllarda çok sayıda Amerikan destekli darbeler yaşanmıştır. Latin Amerika genelinde (Orta Amerika ve Karayip ülkelerini de kapsıyor) olduğu gibi Güney Amerika’daki ülkelerde de Amerikan etkisi hissedilmektedir. Siyasi, iktisadi ve kültürel anlamda Amerika’nın Latin dünyasında ciddi bir hegemonyası vardır. Ekvador’da Amerikan şirketlerinin muz yetiştiriciliğindeki egemenliği, Venezuela’da araba sektörünün ezici bir çoğunluğuna Ford ve Chevrolet’nin hâkim olması, Kolombiya’ya uyuşturucuyla mücadele ve turizm yatırımlarındaki desteği ve bu ülkede kurduğu askeri üsleri, daha birkaç sene öncesine kadar Bolivya’daki koka tarlaları üzerindeki kontrolü bunların en somut örneklerindendir. Ancak Latin Amerika coğrafyasında elbette Amerikan politikalarıyla çatışma içine giren ülkeler, daha doğrusu liderler de az değil… Sosyalist politikaları benimseyen Hugo Chavez (Venezuela), Evo Morales (Bolivya), Rafael Correa (Ekvador) birbirleriyle sıkı ilişkilere sahiplerdir. Hatta Rafael Correa 2005 yılında ilk defa başkan seçildiği zaman görevi devralırken Chavez ve Morales de tören alanında Correa’nın yanındaydı. Benim en çok sempati duyduğum liderlerden biri olan Correa için de bir başka makalede ayrı bir sayfa açılabilir. Bu üç lider kıtada ciddi bir Amerikan karşıtı politika izlemektedir. Hatta Kolombiya’da önceki dönem devlet başkanlığı yapan Uribe döneminde ABD bu ülkede yeni askeri üsler kurarak tüm kıtayı askeri yönden projeksiyonu altına almak istemiş, bunun neticesinde de Chavez’le Kolombiya savaşın eşiğine gelmiştir. Hatırlayacaksınız o dönemde Chavez’in sınıra askerlerini dizmesi tüm dünyada yankı bulmuştu. Bu olayların gerçekleştiği 2009 yılı sonunda Kolombiya’dan kara yoluyla Venezuela’ya geçerken özellikle Venezuela tarafında çok sıkı kontrollere şahit olmuştum. Bolivya’da da sadece Amerikan vatandaşlarına mahsus olmak üzere ülkeye girişte 100 Amerikan doları harç alınmaktadır. Sol akım Latin Amerika’da şaşırtıcı bir hızla yayılmaktadır aslında. Örneğin bilindiği üzere Brezilya eski bir devrimci olan kadın bir devlet başkanı çıkartmıştır. Uruguay’da da eski bir devrimci gerillası olan Jose Mujica 70’li yaşlarında devlet başkanı olmuştur. Bolivya ve Uruguay’da seçim dönemi bulunduğum için halkın liderlerine ve partilerine olan desteğini yakından görme fırsatı buldum. Özellikle Bolivya’da Evo Morales’in ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturan yerliler için tam bir halk kahramanı olduğunu söylesek abartmış olmayız. Hatta öyle ki, insanlar Morales’in fotoğrafını ceplerinde, cüzdanlarında taşımaktadırlar.

Güney Amerika’yı anlatırken Çin’den de özellikle bahsetmek gerekir. Başta Brezilya ve Venezuela olmak üzere ekonomik, siyasi ve askeri alanda bazı kıta ülkeleri Çin’le sıkı ilişkiler içerisindedirler. Amazon Ormanları’ndan elde edilip Çin’e satılan çeşitli ürünler Brezilya için son derece kayda değer gelir kaynağıyken, Paraguay’ın dört bir yanına yayılan soya tarlaları da Çin’e büyük bir ihraç potansiyeli oluşturarak bu ülkenin ekonomisinde çok ciddi yer tutmaktadır. Venezuela’da küçük kasabalarda bile çok sayıda Çinli yaşamakta, hatta bazı sektörlerde neredeyse tekeli ellerinde bulundurmaktadır. Arjantin, Uruguay, Paraguay ve Brezilya’nın bir araya gelerek oluşturdukları, bu ülkelerin kendi aralarında ticari ayrıcalıklar sağlayan MERCOSUR gibi bir iktisadi örgütlenme dahi Çin dalgasına karşı koyamamaktadır.

Güney Amerika’ya dair daha sayısız konuya değinebiliriz. Ancak bunların hepsini tek bir yazıya sığdırabilmek elbette ki mümkün değildir. İlerleyen makalelerde çeşitli hususlara daha da ayrıntılı değinerek Latin Amerika’nın ülkemizde daha yakından tanınması için elimden geleni yapmaya çalışacağım.

 
Toplam blog
: 7
: 2090
Kayıt tarihi
: 06.03.13
 
 

1987 Ankara doğumlu olan Kıvanç Sağır 2004'te girdiği Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler..