Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '08

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Hacıbektaş- Dedebağı

Hacıbektaş- Dedebağı
 

denize hasret.com


Badem ağaçlarının çiçeğe durduğu bir gündü. Hafta içi olması nedeni ile Dede Bağı ıssızdı. Oraya gelmiş iki aile olarak derenin yamacında, çimenleri altımıza alarak, etrafa hakim bir yerde çoluk çocuk oturduk.

Dedebağı’nda her şey aslına uygun. Ne bir beton parçası, ne bir telefon teli. Ne de bir motor gürültüsü. Bağların etrafında çevrili ''kuru kayma'' duvarlar sanki Hitit devrinden kalma görüntüsü veriyor. Oysa olsa olsa yetmiş yüz yıllık duvarlar. ''Doğallık bu'' diye düşünüyorum. İnsan çoğu kez, bir hiç uğruna veya bilemeden doğayı tahrip ediyor.

Dere içinde ağaçlar, vadi boyunca uzayıp gidiyor, dallarında ötüşen kuşlar.

Oksijeni bol bir hava insanı dinlendiriyor burada.Aslında Hacıbektaş’ın havası temiz ve ferahtır. Uzun yoldan gelmişseniz yarım saatin içinde yorgunluğunuzu atarsınız hemen.

Çocuklar, kuşlar kadar hafif ve özgür. Deniz, Pınar, Evrim, Barışcan ve Pelin. Bir oraya, bir buraya koşuşturuyorlar.

Havada tozlaşmadan dolayı hafif bir pus var. Henüz sabahın on suları. Ateş yakmak için erken.

Aşağıda çeşme olanca gücü ve güzelliği ile akıyor. Çeşmenin yanına bir inip bir çıkıyoruz. Su, buz gibi. İçeceklerimizi çeşmenin yalağına sokuyoruz.

Uzaktan görünen iki otobüs sessizliği bozuyor. Otobüsler yanımıza yaklaşınca ikisinin de ağzına kadar dolu olduğunu görüyoruz. Kadın erkek karışık iniyorlar otobüslerden. Hiç birinden gürültülü bir ses çıkmıyor. Kadınların giysileri renk renk, ama kırmızı ağırlıklı. Otobüsler onları bıraktıktan sonra oradan ayrılıyorlar. Hepsi düzenli bir şekilde ve tek sıra halinde dereye kayıyorlar patika yoldan.

Biz, onları yukarıdan seyrediyoruz.

Kadınlar etraftan çalı çırpı toplamaya koyuluyorlar. Erkekler de yanlarında getirdikleri kazanları hazırlıyorlar.

Gruptan iki erkek ayrılıp bizim yanımıza doğru tırmanıyorlar. Yanımıza gelince selam veriyorlar, selam alıyoruz. Meydanda bulunan arabanın bize ait olup olmadığını soruyorlar. ''Bizim'' diye cevap verince ricalarını iletiyorlar. Onları arabama alıp Hacıbektaş merkeze getirerek bırakıyorum. Teşekkür ediyorlar,

'' Sen dönebilirsin. Biz çarşıdan kurbanlıklar alıp , uygun bir araçla döneceğiz '' diyorlar.

Biraz sonra yanlarında kurbanlıklar olduğu halde Dedebağı’na dönüyorlar.

Grup içinde bir işbölümü, herkes işini biliyor. Erkekler, kurbanlarla ilgilenirken , kadınlar ateşle meşgul.

Üstümüzde bir sürü güvercin, vadiyi takip ediyorlar.

Ateşin dumanı mistik bir hava içinde dereyi kaplıyor. Burada koca bir NOKTA koyup kısaca durmak gerekiyor;

Orta Asya ve Anadolu Kültür’ü iç içe geçmiş kaynamış bir kültür. Adaklar, kurbanlar. Kayseri Kültepe’de, Efes’te, Bergama’da, Hattuşaş’ta, Tokat’ta, Amasya’da daha yüzlerce yerde bulunan sunaklar. Sunaklarda adanan kurbanlar. Ateşin kutsallığı.’ateş kültü’ ve Zerdüştlük, Şamanizm, Alevilik,

İslam’da kurban ve cehennem.

Bölgemizde bulunan volkanik dağlar. Ateş üstüne söylenen sözler. Ateş ve temizlik, ateş ve ruh.

İnsanın görmek istedikleri bazen ayağına geliyor. Bin değil, binlerce yıl ötelere gidiyor ve mutlu oluyorsunuz.

Kazanlar altında ateş yandıkça, parça parça edilmiş pişen et kokusu bize kadar geliyor. Karnımızın acıktığını hissediyoruz. Yanımızda etimiz olmasına rağmen lokmayı aşağıdan bekliyor ve sonunda dayanamayıp çocukların ellerine birer kap verip aşağı gönderiyoruz. Ne yazık ki, çocuklar elleri boş dönüyor. Önce bir anlam veremiyoruz.

Piknik arkadaşım, Veli’ye takılıyorum,

''Ne oldu bizim lokmalar?''

''Bilmem, işin içinde anlayamadığımız bir durum var''

Az sonra konu çözülür gibi oluyor.

Tüm ziyaretçiler saf duruyorlar. İmam bir şeyler konuşuyor. Cemaat dinliyor. Aradaki mesafe işitebileceğimiz kadar yakın değil. Bu yüzden konuşmayı anlayamıyoruz. Konuşmanın sonunda hafifçe öne eğilerek yere çömeliyorlar dizlerinin üstünde. Kır çiçekleri ile toprak kokusunu hissetmiş olmalılar.
El baş parmakları ile dillerini üst damaklarına yapıştırıp öylece bekliyorlar. Hemen Hacıbektaş’ı Veli’nin , ''Eline, Beline, DİLİNE sahip ol'' anlamındaki sözlerini hatırlıyorum. Dillerini tutarak kötü sözlere karşı ona sahip oluyorlar.

Tören sonunda, ''imam'' olduklarını anladığımız ve bizden arabayı isteyen aynı iki kişi bize doğru ellerinde tepsilerle geliyorlar. Bırakmıyoruz onları, biz de bir şeyler ikram ediyoruz. Ne kadar açık ve samimiler.Sohbet uzuyor, sonunda ''cemaati yalnız bıraktık'' diyerek vedalaşıp ayrılıyorlar.

Tüm renkler vadide uçuşuyor, dönüyor, dönüyor, Semah dönüyor, Sema dönüyor. İşte diyorum ANADOLU ZENGİNLİĞİ ve gururlanıyorum.

Hüseyin Seyfi.

 
Toplam blog
: 498
: 1546
Kayıt tarihi
: 12.08.07
 
 

Öğretmen Okulunu ve İktisat Fakültesi Kamu yönetimi bölümünü bitirdim, eğitimciyim, İyi derecede ..